SAYFALAR

30 Kasım 2021 Salı

Gönülleri terbiye eden kaynak: Müzekki'n Nüfûs

"Gönül penceresine can kulağımı koydum
Dudak görmedim ammâ konuşulanı duydum."
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

Bir eseri değerli kılan, zamanının ötesine seslenebilmesinin ötesinde yüzünü kendi zamanının sorunlarına çevirmesidir. Aynı şekilde bir yazarı güçlü ve değerli kılan esas unsur tanık olduğu sorunlara kayıtsız kalmaması ve dahi çözüm önerilerinde bulunması yani toplumu olumlu yönde dönüştürmeye dair bir planı olmasıdır. 15. yüzyıl Anadolu’su Eşrefoğlu Rûmî’nin kendi ifadesiyle, “… münafıkların çoğaldığı, meşâyihe ve meşâyih sözüne itibar edilmediği, beylerin zalim, kadıların rüşvetçi ve müderrislerin fâsık olduğu, vâizlerin dünya için vaaz edip akçe biriktirdikleri…” bir yer haline gelmiştir. Eşrefoğlu Rûmî, böyle bir toplumsal ortamda halkı doğru yola sevk etmek amacıyla özellikle Türkçe olarak kaleme aldığı Müzekki’n Nüfûs'ta; ayet ve hadisler ışığında ahlaki anlayışını temellendirmiş, pek çok sûfînin menkıbelerinden örnekler vermiştir; toplumsal hayattaki huzurun, insanın nefsini eğitmekten geçtiğini vurgulamıştır. Anadolu sahasında bu alanda verilen ilk eserlerden biri olan Müzekki’n Nüfûs dilinin Türkçe olması ve anlatımındaki samimiyet sayesinde Türk halkı tarafından kısa zamanda benimsenmiş ve toplumun din ve ahlâk anlayışına tesir etmiştir.

Bir mukaddimenin ardından iki bölüme ayrılan eserin ilk bölümünde; dünya sevgisi, cimrilik ve cömertlik, nefsi emmarenin ilacı, ölümün tarifi, kabirden önceki sual, kıyamet, sırat, cennet, cehennem, sabır ve tevekkül gibi daha çok teorik sayılabilecek alt başlıklara ayrılırken ikinci bölümde gönüllerin terbiyesi, velilik, cemiyetten kaçıp uzaklaşma, zikir, mürşid-i kâmil, teslim, güzel ahlâk, âdâb-ı meşayih, zikrin telkini, halvet ve nasihat gibi gündelik ve toplumsal hayatı düzenlemeye yönelik konular ele alınmıştır. Her bölümde çeşitli hikâyeler (menkıbeler), ayet ve hadislerle mesele izah edildikten sonra bölümlerin sonunda müellifin kendine ait şiirlere de yer verilmiştir.

Eseri yayıma hazırlayan Abdullah Uçman, Eşrefoğlu’nun eseri;“Cemî hayrın başı korku üzerine olmaktır ve cemî şerrin başı korkusuz olmaktır, kimde kim korku varsa o eminliktedir!” düsturundan hareketle daha çok halkın korku damarına yönelerek…” kaleme aldığını belirtiyor. Buradaki korku Allah’tan korkmaktır zira Allah’tan korkan gayrıdan korkusuz olur. Gayrıdan korkusuz olmak, Allah’tan başka dost aramamaktır; bu da tevhide giden en kısa yolu bulmayı sağlar. “Sen çıkarsan aradan kalır şeksiz Yaradan” diyen Lütfi Filiz’in de aynı yolu başka bir açıdan tarif ettiğini söyleyebiliriz. Bu, gönül aynasını cilalamaktan yani dünyaya dair bütün sevgilerden arındırmakla mümkün olur. Cilalanmış bir gönül, Mevlânâ’nın “Gönül penceresine can kulağımı koydum / dudak görmedim ammâ konuşulanı duydum” beytinin sırrına erebilir.

Eşrefoğlu Rûmî, eserini bir sohbet havasında kaleme almış ve okuyucusuna genellikle “ey aziz” şeklinde hitap etmiştir. Bu ifade hem insanın yaradılışındaki yüce sırrı işaret etmesi hem de muhatabının az çok tasavvuf terbiyesinden geçmiş olduğunu var sayması bakımlarından önemlidir. Kitabın mukaddime bölümünde uyarı mahiyetinde şunları söylüyor: “Ey aziz, bir söz kim, Tanrı’dan, ya Resûl’den, ya sahabîden, ya meşâyihten söylenile, sen inanıcı ol! Zira inanmak kişiyi saadete iletir. İnkârı koy, İnkâr eden kişiler bu kitabın saadetinden mahrumdur.” Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in sohbetlerini (sav) Mekke’li müşrikler de dinlemişler ama istifade edememişlerdir. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.” ayetinin hükmünce nasipsiz kalmışlardır. Eşrefoğlu Rûmî, “ey aziz” diye hitap ettiği okuyucusunun kitaba açık bir kalple yaklaşmasını ve kitaptan istifade etmesini istiyor.

Peygamber Efendimiz’in (sav) bir hadisini dönemin diliyle şöyle aktarıyor: “Dünya ıssına âhiret haramdır ve âhiret ıssına dünya haramdır ve Allahu Teâlâ hazretin ıssına ikisi bile haramdır.” Yani dünyayı isteyene ahiret, ahireti isteyene dünya, Allah’ı isteyene ise her ikisi haramdır. Bu hadis, riyakâr din adamlarına ve tasavvuf yolunun başında bulunanlara bir uyarı niteliğindedir. Cimrilik bahsinde örnek verdiği bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav): “Cimri zâhid bile olsa cennete giremez.” buyuruyor. Cimrilik; nefsin iştahını kabartan ve gönlü dünyaya bağlayan bir haslettir. Bu nedenle nefsini terbiye etmek isteyenin evvela cömert olması gerekir. “Bir hayırlı amelle gelene, onun on katı karşılık vardır.” ayetinin sırrınca cömert olup cömertlik bulmak gerekir. Fukaraya karşı eli açık olmanın önemini vurgulayan Eşrefoğlu Rûmî, “Çün fukaraya vermek Allah’a vermektir ve fukara eli Allah elidir. Pes minnet etmek hatadır.” diyor.

Eşrefoğlu Rûmî, cimrilik ve cömertlik bahsinde Yüce Allah’ın Musa (as) hitaben şöyle söylediğini belirtiyor: “Fakir midir ol kim ben onun Mevlâsı olam? Garip midir ol kim ben onun mûnisi olam? Hasta mıdır ol kim ben onun tabibi olam? Allah’a kul olan dünyadan hür olur. Gönlünden dünya sevgisini, dünya korkusunu, dünya telaşını atabilen kişi boynundan yularını da kurtarmış olur."

Tasavvuf eğitiminin temelinde az yemek, az uyumak, az konuşmak ve uzlet yatar. Bütün bunlar nefsi uyandırmamak ve bu suretle gönül otağını temizlemek içindir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde; “Şeytan insanoğlunun damarları içinde kan gibi dolaşır; onun dolaşmasına engel olmak ve damarları daraltmak ise ancak açlık ve susuzlukla mümkündür.” buyurmuştur. Cenab-ı Hak, yüce Kur’an’da insanın gaflette olduğunu ifade ediyor. İnsan dünyanın geçici bir gölgelik olduğunu idrak edebilse ebedi yurdu için azık biriktirmekten bir an bile gafil olmazdı. Bu nedenle tövbe kapısı açıktır. Lakin samimi ve halis bir tövbe olmayınca şeytan insanı tövbeyle dahi kandırır.

Erhan Çamurcu
twitter.com/erhancmrc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder