SAYFALAR

8 Eylül 2021 Çarşamba

Nurettin Topçu’yu anlama gayreti

Bir fikri ya da şahsiyeti anlamaya çalışmak, onu aynı zamanda dert edinmeyi de gerektirir. Büyük fikirler ve şahsiyetler, edindikleri dert nispetinde yol yürümüşlerdir. Onların yürüdüğü bu yollardan yeniden geçmeye niyet edildiyse, yeni dertlere de niyet edilmiş demektir. “Önce yoldaş sonra yol” öğüdünce, anlamak isteyenin evvela kendisine iyi bir yoldaş seçmesi gerekir. Muhabbetin kıymeti, muhatabın kuvvetiyle biçimlenir.

Bu toprakların fikriyat ve zihniyet dünyasını zenginleştirmiş engin gönüllü insanlarından Nurettin Topçu’yu anlamaya çalışmak için vaktiyle önümüzde esaslı kitaplar açılmıştı. Kırk Yıl Sonra Dün Gibi, Çağdaş Bir Dervişin Dünyası, Bir İnsanla Karşılaşmak, Nurettin Topçu: Hayatı ve Bibliyografyası; sırasıyla Muzaffer Civelek, Emin Işık, Ali Birinci ve İsmail Kara hocaların Topçu’yla tanışıkları esasına dayanan, muhabbetli kitaplardı. Derslerinden sohbetlerine, konferanslarından yazılarına varıncaya dek onu anlamaya gayret etmiş kimselerin yazdığı kitaplar, Topçu’yu hatırlatan ve onun hatırda kalmasını isteyen emeklerin birer neticesiydi. Mayıs 2020’de, Nurettin Topçu’yu anlamak ve anlatmak isteyenler cemiyetinde yerini aldı. Galip Çağ, Nurettin Topçu’yu Anlamak adlı çalışmasına “Izdırabın Dili” alt başlığını ekleyerek okuyucuya en baştan karşılaşacağı zorluğu fısıldıyordu: Çileye talip olmak.

Onun gibi olmak derdinde olanların beyhude uğraşlarının ötesinde onu anlamak isteyenlerin yolunu aydınlatmak manasında âcizane bir çaba” olarak kitabını takdim ediyor Galip Çağ ve Topçu’ya üslup, sanat, tarih ve toplum pencerelerinden bakıyor. Karşımızda, var olmanın sancısını bedeniyle ve ruhuyla zevk etmiş bir şahsiyet var. Ben demekten imtina eden, düşündükçe dertlenen, insan için yazan ve yazdıkça ustalaşan, güçlü sorular soran, tarihten beslenen, gelenekle yeniyi irfan nazarıyla yorumlayan, insana olan sevgisinin yanına nezaketi gösterişsiz biçimde yerleştiren, daima gönülle söyleşen ve nihayet gönüllerde yer edinmiş bir şahsiyet. Nasıl ki onu besleyen büyük başka şahsiyetler varsa, Topçu’yu anlamak isteyen kimselerin yine o şahsiyetlerden de beslenmesi gerekiyordu. Çünkü Topçu onları okumuştu ve sadece okumakla kalmayıp onların düşüncelerini kendi düşünce dünyasına, onların yaşamını kendi hayatına katmıştı. Yûnus Emre ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ektiği aşk tohumlarını merkeze alarak Topçu sık sık batının ‘ruhçu’larına döndü yüzünü. Hallâc-ı Mansûr üzerine önemli çalışmalar yapmış Fransız şarkiyatçı Louis Massignon, hakikati kavramak için sezgiyi merkeze alan Henry Bergson, bilhassa doktora tezindeki İsyan Ahlâkı fikrini geliştirirken beslendiği Maurice Blondel ve hatta Immanuel Kant, Topçu için çok önemli isimlerdir. Ancak daima ışık doğudan yükselmiştir. Topçu’nun ruhuna kuvvet veren irfan geleneği, onu ömrü boyunca diri tutmuştur: Çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla tanıştığı Nakşî Hasib Efendi ve sonrasında intisap edeceği Abdülaziz Bekkine Efendi, İstanbul Erkek Lisesi’nden hocası Celâleddin Ökten… Topçu lise yıllarında bir edebiyat öğretmeni vesilesiyle Mehmet Âkif’in dünyasına dalıyor ve o günden sonra Safahat’ı elinden düşürmüyor.

İlmin ve ahlakın aynı kökten geldiğine inanan Topçu için “bilmek seyretmek değildir, bir sırrı çözmektir. Sırrın peşinde olmak hareketin kendisidir.” Sanatçı, düşündüğü ve ürettiği eserlerle kurtuluşunu arar. Bu kurtuluş, kâinatta kendi varlığının tasdikini görmekle mümkün olur. İradenin Davası kitabıyla Nurettin Topçu bize sanatçının duyduğu eksikliği oldukça derin biçimde anlatır. Sanatçıyla filozofu ayrı yerlere koymaz. Bunu yaparken bir bilgi kaynağı olarak sezgiyi merkeze alır, zira o mistik bir ruha sahiptir. Öte yandan, gerçekçiliği de bir yana bırakmaz. “Topçu’nun hikâyesi de romanı da edebiyata bakışı da realizmden beslenir. Bilhassa Anadolu’yu anlatırken hisseder okuyucusu bunu. Gerçek olanın, toprağın peşindedir hep. İnsanı anlamanın yolunu belki de burada görür.” der Galip Çağ ve şu önemli cümlelerle meseleyi izah eder: “Sezgi ve imanın vuslatı hakikate varacak yolun belki de son kavşağıdır. Aşk bu vuslatın gerek duyduğu güçtür. Hakikat ise bizatihi Allah’tır. Ve hakikat sizi en güçsüz bıraktığı, bir hiç haline getirdiği noktada kurtuluşa erdirir. İşte bu en üstün mertebesinde sanat, bir güçsüzlük iradesi gibi görünmektedir Topçu için.

Nurettin Topçu bu toprakların tarihi iki biçimde ele alır. İlki, bir döneme yahut bir idarecinin varlık süresine hapsolmayan silsile anlayışıdır. Çünkü tarih, ruh yapılarının nesilden nesle geçmesiyle ilerler. Tarih içindeki hadiseler milleti yoğurur, toprakları mayalar. Bu durum, maziden şimdiki zamana uzanan bir nehir gibidir. Nehir durmaz, akmayı sürdürür. Toplum bir varlık, tarih ise tecrübedir ona göre. Tarihi ikinci ele alış biçimi insanın ruh dünyasıyla alakalıdır. Bu dünyanın merkezinde ise sevgi yatar. “Milli tarihimizin içinde gelişen karakterlerimiz, İslâm’ın ahlâk ilkelerinden hayat almıştır” demesi, bunun bir delilidir. Özellikle Osmanlı döneminin iyi anlaşılabilmesi için toplumun her kesimine hitap etmiş, her derdi çözmeye gönüllü olmuş erlerin iyi okunması, iyi anlaşılması gerekir. Topçu bu anlamda keskin milliyetçi yahut Turancı görüşlerle aynı safta durmamış, bu sebeple çoğu zaman tenkitlere de uğramıştır. O, şahıslardan çok fikirlerle çatışmıştır çünkü üzerinde hassasiyetle durduğu nokta İslâm’ın ortaya koyduğu değerlerin devlette ve toplumda nasıl bir karşılık gördüğüdür. Galip Çağ bu meseleyi şu önemli cümleleriyle yorumluyor: “Bugün merhum Halil İnalcık’ın özellikle Balkanlarda Osmanlı hâkimiyetini izahta kullandığı istimalet kavramı ile aslında ondan daha önce Topçu Bey’in Osmanlı idaresine dair geliştirdiği sevgi ve adalet kavramlarını tarih biliminin gereğine uygun ve tarihçi üslubu ile anlattığı gayet açıktır. O zaman onun Osmanlı idaresini anlatmak konusunda ısrarla ön plana çıkardığı İslam dininin kattıkları gerçeğinin milliyetçi düşünce geleneğine kurban edilmesi bir açıdan bakıldığında haksızlık gibi durmaktadır.

Yahya Kemal’e, Osmanlı’nın nasıl Viyana kapılarına dayandığı sorulmuş. O da “bulgur pilavı yiyerek ve Mesnevî okuyarak” diye cevap vermiş. Oldukça şairane olan bu cevapta bulgur pilavı tevazuu, Mesnevî ise yüksek aşkı temsil etmiştir. Şair yine bir başka anısında Türklerin ölüleriyle yaşadığını söylemiştir. İşte Nurettin Topçu da milleti mekanla ve zamanla sınırlamanın imkansız olduğunu, ölülerin bizi yaşattığını, bu dinamizmin topraklarımıza ruh verdiğini söylemiştir. Galip Çağ en çok da buna işaret ediyor: varoluşumuzun özünü anlamak için bizlere kök salmış ve her türlü çileyi göze almış ruhları, ruhumuzu iyi tanımaya. Son söz, Nurettin Topçu’dan olsun: “İnsanlığın iradesi ıztırabın eseridir, dedik. Iztırap bizi kainatta ufak bir parça olmaktan çıkararak kainatın bütünü haline koyuyor: Buna aşk diyoruz.

Yağız Gönüler
* Bu yazı daha evvel Okur dergisinin 20. sayısında yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder