SAYFALAR

1 Eylül 2021 Çarşamba

Gönülden çıkan her söz insanın imdadına yetişir

"Âdemi bul âdem ol âlemde âdem gizlidir
Etme tahkîr âdemi âdemde âlem gizlidir."

- Yozgatlı Mehmed Said (Fennî)

Güzelliğin, hayrın ve iyiliğin üzerimize yağmur gibi yağmasına ihtiyacımız var. Bu yağmurdan muradımız ne kendimizin ne de tabiatın serinlemesi. Tam aksine, varlığın ihtişamıyla ısınmak istiyoruz. Bir güzel insana, bir hayır duasına, hiçbir karşılık talebinde olmayan iyi bir davranışa özlemimiz bundan. Dört bir yanı soru işaretleriyle dolu bir virüs, yine dört bir yanı keşfedilemeyen insanla karşı karşıya geldi. İnsanlar evlerine çekildi. Virüs, avını bekleyen bir avcı misali bekliyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Hakikat, nurlandırıp şenlendireceği gönüllülerini arıyor. O gönüllüler ise bu karmaşadan olsa gerek gönüllerinden bihaber. İşte böyle zamanlarda bir bilenin, hem dinlemesini hem de söylemesini bilenin elimizden tutması gerekiyor. O tutuş mümkündür ki insanın kalbiyle rabıtasını kuvvetlendirme noktasında bir yakıt olacaktır.

Yaşı ve tecrübesi ne olursa olsun her insan bir bastona ihtiyaç duyar. Kiminin bastonu müziktir, kiminin okumak ve yazmak, bir başkasının bastonu tabiatla kucaklaşmakken ötekinde derin bir sükûnet bu vazifeyi üstlenir. Çağımızın hasret kalınan münevverlerinden Sadettin Ökten, birçok bastonu varlığında kuşatmış, farkında olarak ya da olmayarak o bastonları bölüşüp başkalarına da sunan bir ehl-i gönül. Son dönemde onu hem dinleme hem de okuma imkânına vesile olan ise bir ruh tabibi, Kemal Sayar. Gönülsüz ruh olmadığı gibi ruhsuz gönül de olmadığı için her yönüyle iç ferahlatan, gönül genişleten, sözü zenginleştiren bir buluşma. Daha evvel Dünyaya Geldim Gitmeye ve Aşk ile Ânı Seyretmek ciltleriyle tanık olduğumuz bu buluşma, Âleme Bir Yâr İçin Âh Etmeye Geldik cildiyle çemberini gittikçe derinleştiriyor. Kimsenin bir şey talep etmediği, talip olanın çok şeyler alabileceği, engin bir muhabbet ocağı diyebiliriz bu üç cilt için de. Çerağı yakanın Hakk olduğuna imanımız tam zira yapan da O'dur çatan da. Ama şuna da inanırız ki Hakk kuluna, kuluyla tecelli eder. İnsanın insana umut oluşu, yurt oluşu bundandır şüphesiz.

"Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin / bülbül hamûş havz tehî gülsitân harâb" demiş Keçecizâde İzzet Molla. Ömrün bize düşen bu sayfasında, yani baharda, bülbüller suskun, havuz boş, gül bahçesi harap. Oysa mevsim baharsa madem, kainat muhakkak güzelliklerini açmış, sunmuştur insanlığa. Aklın çizdiği çerçevenin dışına çıkamayınca göz de körleşiyor gönül de. Akıl bize hırslı olmayı, kazanmayı, tüketmeyi, yarışmayı telkin ediyor. Bizi son sürat giden bir trenin içine atıyor ve ardımızdan sinsi sinsi gülüyor. Durma imkânı olmadığı için görme imkânı da olmuyor. Hissetmek ve yaşamak romantik bir eyleme dönüşüyor. Ökten hoca tam da bu konu için uygun bir anısını anlatıyor: "Yıl 2008, Amerika'dayız ve oraya üçüncü gidişim. Hayat çok hızlanmış, çok sertleşmiş, çok sıkışmış... Kızımın orada evi var, ben de ziyaretine gittim. Temmuz aylarındayız, akşamüstü günbatımını izlemek için bahçeye indim. Orta katta da akademisyen bir hanım oturuyor. Kadın bahçeye geldi, ben de ona dönerek, "Ne kadar güzel bir bahçe" dedim. O da "Evet, çok hoş" dedi. "Gelin oturun, beraber seyredelim" dedim. "Benim işim var, bilgisayarda bir makale yazmam lazım, maalesef gitmek zorundayım" dedi. Ben de içimden dedim ki, nasip meselesi. O makaleyi bir başkası da yazacak mutlaka; ama sen bu güneşi her zaman göremeyeceksin... "Böyle dingin kalırsak, tabiatı dinlersek ne olacak?" diye bana soruyorlar, diyorum ki, "Yüzünüzden tebessüm, sesinizden şevk eksik olmayacak."

Yenişehirli Avnî'nin "Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik / biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik" dizeleri kitaba isim olmuş. "Biz bu dünyaya makam elde etmeye, mevki kazanmaya gelmedik, bir yâr için âh etmeye geldik." diyor o. Bugünün insanı için pek havalı, bir o kadar da romantik gibi görünen dizelerde büyük bir hikâye gizli oysa. Ökten hoca şöyle açıklıyor: "Yenişehirli Avnî'nin yâr dediği Cenab-ı Allah'tır. Ve "âh", Allah ism-i Celâl'inin son hecesidir. Bu sebeple "âh" etmek, Allah demektir. Âh etmeden O'na varmak mümkün değil. Âh etmemizin sebebi elest bezmindeki vuslat anlarını hatırlamamızdır. Tekrar o deme dönmek istiyoruz, özlüyoruz ve derinden bir âh ediyoruz."

Musiki ve şiir insan hayatının merkezinde olunca, yani insan, ömrünü muhabbet merkezli kurunca, istikameti de hakikatli oluyor. Ökten hoca doğup büyüdüğü ev, gördüğü tahsil, meşgaleleri, yetiştiği çevre, hevesleri, duyuşları ve yaşayışları nedeniyle, tabir-i caizse bir kilim gibi. Nerede dursa orayı güzelleştiren, değerli kılan bir hâli var. Bu hâlde birçok büyüğün, gönül insanının dokunuşları var. O kilimi incelerken bunu görüp hissediyorsunuz. Bugün hâlâ kendisine "Ben bu dünyaya neden geldim? Yaşamımın bir anlamı var mı? Etrafıma bir faydam oluyor mu?" sorularına soramayan, dolayısıyla da sürekli sıkılan, türlü gelgitlerle yaşamak zorunda kalan kimselerle iç içe yaşıyoruz. İstikamet kazanamamış ruhlar, bedenlerin içinde çırpınıp duruyor. Batıda da doğuda da görülmekte olan bu hâle dindirebilmekle çocukluğumuz arasında büyük irtibat var. Bir çocuğa sadece çocuk nazarıyla bakmamak, onun içinde meyve verecek tohumları ekmek, iyi dinlemek ve sohbet etmek gerekiyor. Kitaptan dinleyelim: "Ben manevi hayat yaşayan bir evde doğdum; ama daha da ötesinde ben bir medeniyetin içine doğdum. Hayatın anlamına dair hiçbir sorum olmadı; çünkü zaten o medeniyet bana o soruların cevabını hem teorik hem de pratik olarak vermişti. Şöyle söyleyeyim; şimdi hayatımın bu ileri yaşlarında bir üniversitede verdiğim derslerde de bu gündeme geliyor. Medeniyet tasavvuru dediğimiz hadisenin içerisinde, hayatın anlamı ve gayesi de vardır. Medeniyet tasavvuru muhtevası içerisinde o da geçer. Çok az insan, doğrudan bu soruyu sorabilir. Mesela Tolstoy bu soruyu kendine sormuş. Birçok insan da bu sorunun cevabını yaşadığı toplumsal yapıdan almıştır. İnsanın zihni ve gönlü çok diri olmadığı zaman, toplumsal yapıdan aldığı cevap onu tatmin eder ve böyle yaşamaya devam eder."

Harakani sultana "En güzel derviş kimdir?" diye sormuşlar. "Kapının eşiğinde bekleyen, varlığı yokluğu belli olmayan, dikkat çekmeye çabalamayan" demiş. Şimdi büyük öğüt sahibinin şu sözlerini hatırlamamak mümkün olmasa gerek: "Yeryüzünde sanki bir garib veya bir yolcu gibi ol.". Varlık yeterince ağırken bir de ona benlik eşlik edince, yaşam içinden çıkılmaz bir hâl oluyor. Daha rikkatli, daha sakin, daha vicdanlı olmalıyız. İyi kitaplarla iyi fikirleri yan yana koyup, yaşamımızı daha anlamlı getirmeye çabalarken çevremize hem ayna hem de ışık olmalıyız. Başkalarında kusur arayan değil, kendinde kusur bulan bir anlayışı tercih etmeliyiz. Farkında oluruz ya da olmayız, bu hayatı daha güzel kılacaktır. Kaderimizi sevmemiz gerekiyor. "İnsan, ömrüne biçilmiş olan elbiseyi, yani kaderini sevmedikçe mutsuz yaşar. Madden çok büyük kuvveti olanların manen sürekli çırpınma hâlinde olmalarının ve sürekli şikayet etmelerinin sebebi, ömürlerine yeni kader arayıp durmalarıdır. Kader sevildikçe, varlığın kederi hafifler." demiştim bir paylaşımımda. Sonra bazı kitap alıntı sitelerinde, bu cümlelerin kitaba yakıştırıldığını gördüm. Ne mutlu deyip, kendime çok sevdiğim iki hocam arasında bir yer bulmuş oldum. Çünkü onlar en çok da şunu hatırlatıyor bizlere: Korunuyorsunuz, bunu hissedin.

Sadettin Ökten: "İstikameti bozmamaya çalışırsanız korunduğunuzu hissediyorsunuz. Allah, kullarına koruyucu meleklerle beraber insanı koruyacak kollayacak insanlar da gönderiyor. Siz o insanlara, babam, ağabeyim, annem, kardeşim, arkadaşım diyorsunuz; ama onlar, bu özelliklerinin haricinde koruyorlar. Onlar da bunu farkında olarak yapmıyorlar; ama sizi koruyorlar, besliyorlar, büyütüyorlar, geliştiriyorlar. Bu, bazen bir sükûtla, bazen bir sözle, bazen de bir eylemle oluyor. İnsan hayır ve şer arasında muallakta durur; ama Allah'a iltica ederse huzuru bulur."

Kemal Sayar: "Dün bir danışanım geldi; ağır bir depresyon geçiriyor. Daha tedavinin başlarında; tedaviye kısmen cevap veriyor, fakat hâlâ arada bir gelgitler oluyor. Yine o gelgitleri yaşadığı bir anda alıp başını sahile gitmiş. Hayattan bezgin, bıkkın bir hâlde sahilde hüngür hüngür ağlamış. Bir delikanlı arabasıyla geçerken onun ağladığını fark etmiş. Hanımefendi de delikanlının ona doğru baktığını anlamış. Delikanlı gitmemiş ve orada beklemiş. Göz ucuyla annesi yaşındaki hanımefendiyi bir taraftan gözetlemiş. Danışanım bu olayı anlatırken, "Benim yanlış bir şey yapacağımdan endişelendi ve ben orada ağlarken belli bir mesafede durarak sürekli beni izledi, ben ayrılana kadar da gitmedi" dedi. Bu genci, bu hanımefendinin karşısına birisi çıkardı. Hakk onu muhafaza etmek için o genci gönderdi."

Yaşamanın yavaş yavaş doğmak olduğunu anlatan, şükretmek için ne büyük nimetlerin olduğunu hatırlatan bir kitap var artık elimizde. Okudukça gönlümüzü açması temennisiyle...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder