SAYFALAR

10 Ağustos 2021 Salı

Okuma-yazma eylemine profesyonel bir bakış

Okuma deneyimi, yazma deneyimi, kitaplar, dünyada çeviri sorunu, edebiyat ödülleri vb. konularda yazılan metinler, bana bazen güzel bir roman okumaktan daha çok keyif veriyor. Edebiyatı daha profesyonel bir bakış açısıyla değerlendirdiğini düşünüyorum bu tür metinlerin. Tabiî bu metinleri işi edebiyat kuramcısı, araştırmacı, editör ya da buna benzer, kitaplarla profesyonel ilişki kurabilen kişilerin yazmasını önemsiyorum. Bu tür kişilerin edebiyat veya edebiyat sorunları hakkında yazmasının bir riski var elbette. Bu da kuru, zevksiz bir metnin ortaya çıkması. Ama bu riski ortadan kaldırabilecek bir yazarla karşı karşıya kaldığımızda okunan kitabın keyfi kat kat artıyor. Tim Parks bence bu işi iyi yapanlardan biri. Öznel bakışını zaman zaman bilgilerle donatıp nesnel bir metin ortaya çıkarması, okuma deneyimlerini sık sık yazıya katması, somut olması gereken yerlerde direkt yazar ve kitap ismi vermesiyle Ben Buradan Okuyorum, “kitapların değişen dünyası” alt başlığıyla nefis bir metin olarak karşımızda duruyor.

Metis Eleştiri kategorisinden basılan kitap Roza Hakmen çevirisine sahip. Toplam dört bölüm ve otuz yedi denemeden oluşuyor kitap. Bölümlerin isimleri ise şöyle: Kitabın Çevresinde Dünya, Dünyada Kitap, Yazarın Dünyası, Dünyalar Aşırı Yazmak. Tabiî bu bölümlere ek olarak bir ön söz de yazmış Parks ve bu ön sözde kitabı yazma sebebiyle birlikte “kitap” olgusu hakkında genel bir değerlendirme yapmış.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Denemeler samimi bir dille yazılmış ve birbiriyle ilintili değil. Konu bağlamında elbette genel bir başlık altında toplanmış ama herkes ilgisini çekecek bölümleri önce okuyup diğer bölümleri sonraya bırakabilir. Zaten kitabın en sevdiğim özelliklerinden biri, herkesin ilgisinin çekeceği yerlerin farklı farklı olması. Kendi adıma bazı “takıntı”larıma da cevap buldum diyebilirim. Okumayla ciddi bir şekilde ilgilenen, okumayı hayatının ortasına koyan herkese bir şeyler söyleyebilecek bir kitap bu. Meraklarımızı giderebilir, okuma hastalıklarımıza bir cevap olabilir ya da sadece iki okur olarak sohbet havası da oluşturabilir. Bu açıdan oldukça samimi. Bu samimiyetle beraber ben de bir kitabı sonuna kadar okuma, başladığım kitabı mutlaka bitirme problemime bir cevap buldum diyebilirim. Gerçi buna Mîna Urgan’ın şöyle de bir söz var: “Karpuzu kestin. Baktın ki kabak. Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu? Canım Fethi Naci’nin bu cümlesinden sonra başladığım her ne ise hoşlanmadığım yerde bırakmaya karar verdim. Kitabı da insanı da.” Ama bu söz bana fazla havada ve fazla amatör geldiği için (okuma anlamında Fethi Naci’yle de aram pek hoş olmadığı için) Parks’ın incelemesi daha yerinde geldi. Parks duruma estetik kitaplar açısından yaklaşıyor haklı olarak ve kitap sonlarını denemesinin merkezine koyuyor. Yani estetik bütünlük olması gereken, bu bütüne göre yorumlanması gereken bir kitabın hepsini okumazsak nasıl doğru karar vereceğiz? Bu soru peşinden gidiyor ve denemesine Kafka’yla Schopenhauer başta olmak üzere birkaç yazarın eserlerini de konuk ediyor. Parks ve destekçisi diğer yazarlara göre bir kitap herhangi bir noktada terk edilebilir. Ona göre Kafka’nın birçok eseri böyledir. Ya bir anda bitirilmiş ya da olaylar “bu kadar yeter” denerek alelacele toparlanmıştır ama bu kitaplar değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Dediğinden şunu anlıyorum: Yeşilçam filmleri gibi mutlu veya mutsuz bir sona bağlanmak zorunda değiliz. Herkes alternatif sonlarını oluşturabilir. Hikâyeyi en sevdiği noktada bırakabilir ve bundan sonrasını kendi kafasında yaşayabilir ve böylece o kitap en güzel hâliyle kalmış olur. Çünkü Parks, bir son yazmanın yazar için işkence olabileceğini iddia ediyor: “Bir kez yapı kurulduktan ve anlatı topu yuvarlanmaya başladıktan sonra, bir sonun gerekliliği talihsiz bir yükten, bir utançtan, onca imkânın önünün ne yazık ki kapatılmasından ibarettir. Birçok yazarın romanı sonlandırmak için kendini yaratmak zorunda hissettiği elli sayfalık gerilimi psikolojik bir işkence olarak yaşarım bazen; yarı yarıya da olsa inandığımız sonlar elbette mutsuz sonlar olduğu için hayatı patos ve trajedi üretme makinesi olarak görmeye mecbur ederler beni. … Sonların esiri oluşumuz bir tür zorbalıktır. Bitirmediğim birçok romanı bitirmiş olsam, gözümdeki değerinin daha düşük olacağından kuşkum yok.

İlk bölümdeki denemeler bence kitabın en dikkat çekici denemeleri. Bunun sebebi daha genel okuma problemlerine değinmesi. Örneğin son bölümlerde daha spesifik ve derin konulara değinirken (roman-kültür ilişkisi gibi) bu bölümde daha çok e-kitaplar, okuma mücadelesi, okuma-zaman-teknoloji ilişkisi (ki kitabın en güzel denemelerindendir) gibi konuları işlemesi.

Tim Parks ikinci bölüm olan Dünyada Kitap’ta uzun uzun yerel edebiyat ve evrensel edebiyat karşılaştırması yapıyor ve bunları çatıştırıyor. Yerel edebiyatın dünyanın her yerinde göz ardı edilmeye başlandığından yakınan yazar bunun sebebini ise İngilizceye bağlıyor. Çünkü bir kitap hangi dilde yazılıyorsa aslında o dilin kültürüne göre şekil alır. Bazı yerel olarak İngilizcede açıklanamayan şeyler, İngiliz kültürüne adapte edilerek kâğıda geçirilir. Bu da bizi tektip bir edebiyata götürmeye başlar. Hint yazarlarının İngilizce yazdığı kitapları ne kadar Hint edebiyatı ya da kültürü içerisindedir ya da Orhan Pamuk’un İngilizce yazdığı kitaplar Türk edebiyatına mı aittir? Bu tür sorulara cevap arıyor Parks. Elbette yazarlara da hak ettikleri iğneyi batırarak: “Birbiriyle ilgili ve rekabet halindeki dünya görüşlerinin var olduğu, yazarların da kendi yoğun anlatısal katkılarını eklediği bir toplumun içinde bulunma hissi yavaş yavaş zayıflıyor; bunun yerini evrensel çekiciliği olan bir ürün, kendi kültüründeki insanların doğrudan yaşantısına bağlanmaktan çok dünya karışımında batmadan yüzebilecek bir şey yaratmanın yolunu öğrenmek için eğitim gören yazarlar alıyor.

Elbette bu durum sadece edebiyatta değil hayatın her alanında artık bu şekilde işliyor. Dünyanın kocaman bir köy olduğu gibi ifadelerle yumuşatılmaya çalışılan durumun, maalesef edebiyattaki karşılığı tam olarak. Farklı görüşleri, kültürleri aradan çıkararak tek tip bir Anglosakson dünyaya çevirme işlemi. Edebiyat da bundan geri kalmadı ne yazık ki. Ne diyelim, belki yazarlar da haklıdır. Sonuçta bu iş meslekleri ve mesela Hintçe yazılmış bir eserle İngilizce yazılmış bir eser arasındaki satış sayıları oldukça farklı olacaktır.

Parks’ın denemeleri sadece edebî denemeler değil. Aynı zamanda psikolojik tespitlerin (doğru veya yanlış) yapılmaya çalışıldığı denemeler de var kitapta. Okurlar Niye Fikir Ayrılığına Düşer böyle bir deneme. Dostoyevski, Per Petterson ve Coetzee üzerinden örneklerle oluşturulan bu metinde yazar, beğenilerimizin çocukluk döneminde ailemizdeki değerlere göre oluşturulduğunu savunuyor. Kendi hayatını sık sık yazılarının içine dâhil eden Parks’ göre romanlara verdiğimiz tepki, büyük ölçüde içinde yetiştiğimiz, kendimize içinde bir konum bulup bir kimlik oluşturmak durumda kaldığımız “sistem” ya da “diyalog”la ilgili olabilir.

Bu yüzdendir ki herkesin favori yazarları farklıdır çünkü herkesin arayışı farklıdır. Dostoyevski’yi herkes sevmek zorunda değildir mesela. Türkiye’deki sorun, okurluğun bile fanatikliğini yapmakta aslında. Parks, Türkiye’de biraz gözlem yapabilseydi Dostoyevski-Tolstoy diye bile ikiye bölünebildiğimizi görüp şaşkınlıktan ölebilirdi. Son iki bölüm biraz daha edebiyatın detaylarının kurcalandığı bölümler. İlk iki bölüm genel okuyucuya hitap ederken son iki bölüm okuma eyleminin farklı alanlarına da ilgi duyan kişiler için yazılmış gibi. Genel olarak kitaba baktığımızda ise, Türk okuyucular için bazı bölümlerin ülkemiz şartlarıyla bağdaşmadığını görebiliyoruz. Örneğin e-kitapların incelendiği bölümde yazar e-kitapların basılı kitaplardan daha ucuz olduğunu söylüyor ancak ülkemizde saçma sapan bir şekilde, bir kitabın e-kitabı basılı hâlinden daha yüksek fiyata satılıyor. Üstelik hiçbir mantıklı sebep gösterilmeden. Bu tür ufak, ülkelerin kendine has bazı özelliklerinin dışında, dünya üzerinde her zaman ilgi çekici bir kitap olacaktır Ben Buradan Okuyorum. Tek bir sorun çeviriyle ilgili. Çeviri bana çok akıcı gelmedi. Belki de yazarın üslûbuyla ilgilidir tam olarak bilemiyorum. Fakat nefis bir deneme-inceleme kitabı okuduğum gerçeğini değiştirmiyor bu.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder