SAYFALAR

23 Ocak 2021 Cumartesi

Gördüklerimizin öteki yüzü

Hayatta bazı manzaralar vardır. İnsanoğlunun gördüğünde, hatta göreceğini hissettiğinde beş duyu organını birden tıkadığı manzaralar. Asla sağalmayacağına inandığımız yaralar… Bir gün bir komşu kahve içmeye gelir, “Aşağı mahalledeki falan teyzenin başına şu hal gelmiş,” diye sanki kendi başına gelmesi imkansızmış gibi anlatır insanların acılarını. “Vah vah, yazık olmuş,” deriz. Oysa içeride duyumsadığımız tek cümle, “Nasıl olsa benim başıma gelmez,” ya da “İyi ki benim başıma gelmedi,” olur.

İşte Rüyalar Anlatılmaz’ı okurken, insanlar olarak o kulak tıkadığımız sesleri, çok yakından duyma fırsatı buldum. Bir tarafta kocası kaybolmuş bir kadının gelgitleri, bir tarafta kardeşini yıllardır görememiş, yalnızlığın burukluğuyla ciğer delmiş bir abla, hayatla bir türlü barışamamış, rüşdünü ne yapsa ispat edememiş ve edemeden göçmüş bir adam ve kadınca dertlerini hep içine atmış, anneliğini bile kendi iradesiyle seçememiş, kalbi ezilmiş bir kadın..

Nermin Yıldırım’la tanışma fırsatını bulduğum eser oldu Rüyalar Anlatılmaz. Kitabın her satırında hayatın bir başka acı yüzü, duru ve iz bırakan tasvirlerle anlatılmış. Roman, kahramanların duygu ve zihin dünyaları ve hedef kahraman Eyüp’ün rüyalarıyla ilerliyor. Romanda özellikle kadın karakterlerin, her yaştaki duygu dünyaları dikkat çekiyor. Bunlar, hayatlarının her döneminde mutluluğu beklemiş ama aradıklarını bulamamış gözü yaşlı kadınlar. Kitabın tamamına hâkim olan ana duygu “bekleyiş.” Bekleyişin ne denli can yaktığını şu satırlarla dile getirmiş Nermin Yıldırım:

Birini arayıp beklemek, onun varlığından başka her şeye kapatıyordu insanı. Beklenilenin sesinden başkasına sağır, arananın suretinden ötesine kör ediyordu. Beklenen bekleyene ne denli yakın olursa olsun, zamanla üçüncü tekil şahsa, uzaklaştıkça daha beter saplanılan bir bataklığa dönüşüyordu. Derken, varsa yoksa o oluyordu. Varsa o, yoksa hiç kimse!

Kitap, Pilar’ın bir sabah uyandığında yanında bulamadığı kocasının İstanbul’a uçtuğunu öğrenmesiyle başlıyor. Pilar, kocasının psikolog tavsiyesiyle tutmuş olduğu rüya günlüğünü de yanına alıp, ilk uçakla kocası Eyüp’ün peşinden İstanbul’a gidiyor. Ve kocasının yıllardır görüşmediği ailesinin evine misafir oluyor ve sorup soruşturarak Eyüp’ü aramaya başlıyor. Kitabın sonuna kadar nereye kaybolduğu çözülemeyen Eyüp’ün kaçışının altından büyük aile dramları çıkıyor. Kitapta okura, “aile” kelimesinin toplumsal bir kavram olmanın ötesinde, “birey”in zihin ve duygu dünyasının en derinlerini etkileyen çok önemli bir yapı olduğu mesajı veriliyor.

Pilar’ın kocasının kendisine bıraktığı küçük notu bulamayarak İstanbul’a gitmesi, kocasının en derin yaralarına dokunmasına ve ona hiç olmadığı kadar yakın olmasına vesile oluyor. Belki de o notu okuyup kocasının peşinden gitmeseydi, ya da notu okuduktan sonra İstanbul’a gitseydi, Eyüp’ün içinde boğuştuğu ailevi sıkıntıları hiçbir zaman öğrenemeyecekti. Roman, bu ve bunun gibi birbiri ardına sıralanmış sebep-sonuç zincirleriyle dolu. Günlük hayatta bir tesadüf olarak nitelendireceğimiz basit hadiselerin aslında ne büyük tevafuklar olduğunu görüyoruz Rüyalar Anlatılmaz’da. Hayattaki her şeyin ve herkesin var oluşunun bir sebebe bağlı olduğu açıkça vurgulanıyor. İnsanın zâhirde gördüklerinin, bâtını bilmesi için ne kadar yetersiz olduğunu net şekilde yansıtıyor roman. Dışarıda görünen yüzün, derinden gelen bir sebebi olduğu muhakkak. Kitaptaki eksiksiz her karakterin iç dünyasından hareketle bu kanıya varmak mümkün. Ve romandan çıkarılması gereken bir diğer önemli mesaj da, insanın kötü olanı hiçbir zaman kendine yakıştırmıyor oluşu. Oysa hayatta dışarıdan duyduğumuz acıklı masalların içinde, -tıpkı Pilar gibi- biz de olabilirdik.

Rüyalar Anlatılmaz’ı okumak benim için etkileyici bir deneyim oldu. Nermin Yıldırım’ın okurken hissettiren anlatımını her okurun çok beğeneceğini düşünüyorum. Kitabı okuyacak olan herkese iyi okumalar dilerim.

Nidâ Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder