SAYFALAR

31 Aralık 2020 Perşembe

Senin hikâyen seninle başlamadı

Gece vakti ansızın titreyerek ve korkuyla uyanmak, kahvaltıdan hoşlanmamak, aşırı stres altında kulakta hissedilen uğultu, yara kabuğunu söküp kanatmaktan zevk almak, birçok işi yarım bırakmak, fiziki acıları yine fiziki acılarla aşmaya çalışmak, cevap vermek gereken durumlarda içe kapanmak, mülkiyetten korkmak, aşırı derecede risk sevmek, yürürken ya da bisikletle giderken daima süratli olmak... İnsan birçok huya ve davranışa sahiptir. Huylu huyundan vazgeçmez dense de hayat milyonlarca çözüm sunabilir insana (her seçme eylemi aynı zamanda bir vazgeçme eylemidir). Davranışlar ise huylara göre daha kolay değişebilir. Yani insan yedisinde neyse yetmişinde o olmayabilir. Dikkat edilmesi gereken nokta şu: huy vazgeçilmez olduğunda mizaca dönüşür, dolayısıyla bir davranış biçimi hâline geçer. Bu durum tehlikeli olabilir. Peki tüm bunların dışında, acaba huylarımızın ve davranışlarımızın ardında, doğrudan bizimle alakalı olmayan sebepler (sonuçlar ve dolayısıyla hikâyeler) olabilir mi? Elbette olabilir. Hatta birçoğu öyledir.

Mark Wolynn; depresyon, anksiyete, obsesif düşünceler, korkular, panik bozuklukları, kendine zarar verme, kronik ağrılar, kalıcı semptomlar ve durumlarla ilgili çalışmalar konusunda uzmanlaşmış, Kalıtsal Aile Travmaları konusunda Kuzey Amerika'nın en yetkin isimlerinden biri. Pittsburgh Üniversitesi, Batı Psikiyatri Enstitüsü, Omega Enstitüsü, Kaliforniya İntegral Çalışmaları Enstitüsü gibi birçok yerde eğitim vermiş olan Wolynn'in 2016 yılında çok önemli bir kitabı yayınlanmıştı: It Didn’t Start With You (Seninle Başlamadı). Kitap okuyucuyla buluştuktan bir süre sonra psikoloji alanında Silver Nautilus Kitap Ödülü'ne layık görüldü. Kalıtsal aile travmalarını irdeleyen kitap, miras olarak tanımlanan bu travmaların kim olduğumuza ne tür etkilerde bulunduğunu anlatıyor, sorunların üstesinden gelmenin yollarını açıklıyor.

Son yıllarda 'kalıtımsal zincir', 'aile dizilimi', 'kökler' gibi kavramları sıkça duyuyoruz. Çünkü insanları sadece ilaca ve hastanelere dayalı tedavi süreçleri tatmin etmiyor. Zaten bu süreçler şifa da vermiyor. İnsanların en büyük ihtiyacı anlatmak ve dinle(n)mek. Emekliliğinden sonra, yani kendiyle baş başa kaldıktan sonra 'ben neymişim?' diyenlerin sayısı gittikçe artıyor. İş değişiklikleri, okulu bırakmak, şehir ya da ülke değiştirmek sadece görünürdeki sonuçlar. Oysa tüm bunların altında, insanları bunları yapmaya zorlayan bir 'miras' vardır ki Jung şöyle der: "Ebeveynlerim, büyükanne, büyükbabalarım ve daha uzak atalarım tarafından tamamlanmamış, cevaplanmamış halde bırakılan şeylerin ve soruların etkisi altında olduğuma kuvvetle inanıyorum. Sıklıkla, bir ailede ebeveynlerden çocuklara geçen, kişisel olmayan bir karma var gibi görünür. Bana her zaman, önceki nesillerin yarım bıraktığı, tamamlamam veya belki de devam ettirmem gereken şeyler var gibi gelmiştir."

Mark Wolynn kimsenin dalmaya cesaret edemediği bir derinliği göze almış kitabı boyunca. Niyeti de apaçık aslında: "Bugün yüzleşmediğiniz şeyler, daha sonra tekrar karşınıza çıkar; genellikle de başlangıçtaki şartlardan iki kat daha zor bir şekilde. Travma sırasında beynin mevcut olayı deneyimlemekten sorumlu bölümü olan mediyal alın korteksi, konuşma merkezini kapar. Travmanın kelimelerle ifade edilememe durumu, tehdit ve tehlike sırasında beynin hatırlama becerisi azaldığındandır. Kelimeler olayı tariflemeye yetersiz kalır ve duygular devreye girer. Kişi ne olup bittiği hakkında kendisiyle ya da başkalarıyla iletişim kuramaz hale gelir. Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler, duygular içinde taşıdığımız acılarımızın gizliliğini oluşturur ve bir süre sonra geri sarma tuşuna basılınca yeniden ortaya çıkar. Hiçbir şey kaybolmaz, parçalar sadece yön değiştirir."

Mark Wolynn kitapta birçok pratik sunuyor ama onun öncesinde problemlerin kaynağını bulmak için okuyucuyu zorluyor. Sorular soruyor, ödevler veriyor, kişinin kendini düşünmesini sağlayacak her formülü deniyor. Burada soruları doğru anlamak ve onlara doğru cevaplar vermek önemli. Wolynn bu kitabı okurken insanların duygu yükselmeleri yaşayacağını bildiğinden olsa gerek aynı soruları farklı biçimlerde yeniden sorabiliyor. Böylece okuyucu doğru cevabı kesin olarak verdiğinde işin farkına daha net bir şekilde varabiliyor. Doğru cevaplar demek, doğru çözüm yollarına ulaşabilmek demek.

Bugüne dek hiç tanımadığımız, konuşmadığımız veya anlamaya çalışmadığımız bir atamız (baba, amca, babaanne, dede ve devamı) yanı sıra davranışlarımız tamamen benzese de farkında olmadığımız bir atamız (anne, dayı, anneanne, dede ve devamı) hayatımızı başından beri etkilemiş olabilir, muhakkak da etkilemiştir. "İnsan kendi yükünü daima yeniden bulur" demiş Albert Camus. Bu anlamda, Wolynn'in yüzleşmeye veya kabullenmeye dair kitap boyunca süren çözüm önerileri, atalar yaşıyor olsa da olmasa da büyük faydalar sağlıyor. En büyük öncelik, durumun (sıkıntıların) farkına varmak: "Zihinsel anlayış kendi başına kalıcı bir değişimin meydana gelmesinde nadiren yeterli olur. Sıklıkla, farkındalığa derinden hissedilen bir içgüdüsel deneyimin eşlik etmesine ihtiyaç vardır."

İçgüdüsel deneyim ansızın gelir. Sonrasında belki bir mezarlık ziyaretiyle beraber yüzleşme, bir telefon konuşmasının ardından kabullenme. Lakin bazı sorunlar gömülmeyi reddeder ve bazı kabuller insanı daha çok kapana kıstırabilir. Bunun için kitap boyunca soruların peşinden bir dedektif gibi ilerlemek gerekiyor. Bir danışanın sözleridir: "Cevaplarını gezegenin en ücra köşelerinde ararken, iyileşmek için en harika kaynakların zaten benim içimde olduğunu, sadece ortaya çıkmayı beklediklerini anladım."

Bizden önceki aile bireylerine ait olan duyguların bizler tarafından taşınıyor ve paylaşılıyor oluşu "özdeşim duyguları" olarak isimlendiriliyor. Bu duygulara, yani kalbin derinliklerine ulaşabilmek için bazen o kalbin kırılması da gerekebiliyor. Çünkü insan en çok karanlıkta görür ama Wolynn'in belirttiği gibi fark edebilmek şartıyla. "Bu kadar acıya artık dayanamıyorum" dediğinde ve iyileşmek için bir çare aradığında dönüp kendi içine bakmalı insan, ağzından çıkan kelimelere. Çünkü köklere ve oradaki sorunları yakalayıp çözme yolundaki en büyük şifa kaynağı kelimeler. Düşünmeli ve hatırlamalı insan, kazımalı. Jung'la bitirelim: "Bilincinize getirmediğiniz her şey karşınıza kader olarak çıkar."

Yağız Gönüler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder