SAYFALAR

14 Temmuz 2020 Salı

İnsan insanı yarasından tanır

"Görünmez bir yara acısı çoktur,
Bedenimde değil ruhumda sızı."
- Nesimi Çimen

Hasret ve hüsran, insanın damarlarındaki kan gibidir. Onlar olmadan bir yere varılamayacağı gibi, onlar varken de bir yere ulaşmak olmaz. Hasret yola çıkarır, hüsran yolda bırakır. Ama insan her an yoldadır. Yönünü de arayışları değil bulamayışları çizer.

Neye hasret duyuyoruz? Mesela güzel bir dost sohbetine, göğüs genişletecek bir şiire, neşeyi ve kederi satırlarında harmanlamış bir öyküye, yahut sessizliğinin içindeki sanatla yaşam enerjisi fışkıran bir ağacın gölgeliğine, nazarıyla dahi aşkı öğreten ve aşkı öğütleyen bir bilgenin dizinin dibine... Her birine ayrı ayrı hasret duyabiliriz. Bu hasreti duymak bile yaşam için insana kuvvet verebilir. Diğer yandan, insan hasret duyduklarıyla buluşamadığı zaman derin bir karanlığa gömülüyor. Bu karanlık; umudu ve sevinci örseliyor. 

Koronavirüs döneminde hiç kuşku yok ki karanlığa daha çok maruz kaldık. Bu karanlığı "cümûd" kelimesi daha iyi tanımlayabilir: cansız, donuk, katı, sert. Dolayısıyla insanın verimliliğini, olgunluğunu, kısacası kemalatını etkileyecek bir yoğunluğu var. Her gün gerek haberler gerekse tanık olduklarımız vesilesiyle içimiz kararıyor. Bir aydınlığa ihtiyacımız var ve inanıyoruz, kelimeler şifadır. Onlar şifa olduğu için sohbetler de şifadır. Yine inanıyoruz ki dua çok ulu bir zırhtır. Öyle bir zırh ki sade dua edeni değil çevresini de kuşatır. Bizi dua etmeye, yani umutlu olmaya koşturacak olan güç ancak güzellikten bahsetmek olabilir. Nasıl bir güzellik? Vapurda Çay Simit Sohbet programında şöyle izah ediyor Kemal Sayar:

"Ben insanda güzellik ararım. Yanına gittiğinizde, iki çift laf ettiğinizde oradan tazelenmiş, ümitle dolmuş, gönenmiş, ruhunuz genişlemiş olarak ayrılıyor musunuz? O sohbet sizi ısıtıyor mu? Sizi başka bir yere taşıyor mu? Bulunduğunuz hâlden daha ileri bir hâle sizi kanatlandırabiliyor mu ona bakmak lâzım. O da ancak güzellikle mümkün. Muhatabımız güzel olduğu gibi biz de ondaki güzelliği görebilecek kadar güzel olmalıyız. Onun güzel olması yetmez, bizim de güzeli görebilecek ehliyette, kabiliyette olmamız lâzım. Güzeli bulduğumuz yerde baş tacı etmeliyiz. İnsan ilişkilerinde, tabiatta, şehirleşmede, edebimizde, terbiyemizde her zaman güzelin avcıları olmalıyız."

Mayıs 2020'de Kapı Yayınları tarafından neşredildi Ruhun Derin Yaraları. Kitabın epigrafı, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Dîvân-ı Kebîr'inden: Işık Yaradan Sızar... Bu sözün üzerine biraz düş(ün)meli. Bizi acıtan, üzen, kederlendiren, yoran şeylere daha sonrasında yeniden baktığımızda -tekrar gözden geçirdiğimizde- fark ederiz ki olgunlaşmışızdır. Hani o meşhur laf var ya; bir şey seni öldürmüyorsa güçlendiriyordur misali. Acılar ve üzüntüler, yani yaralar kutsar bizi. Biz çoğu zaman fark edemesek de hem kendi yolumuza ve yönümüze hem de çevremize ışık saçabiliyorsak yaralarımızdandır. Karanlık gibi görünebilir yaralar ama aslında aydınlık bir sahildir. Nerede bir yıkık varsa orada hazine bulunur. "Defineye malik viraneler var" çünkü. Ruhun Derin Yaraları, kurak bir mevsimde yüzümüze serin bir rüzgâr üflüyor. Kemal Sayar hoca, yine göğüs genişleten, uzun bir türkü söylüyor. Bazı sözlerin yalnız kulakla işitilmediğine, o sözlere gönül vermek gerektiğine dair bir şahitlik çemberi kuruyor. Dost halkası. Şah Hatâî'nin bir nefesini hatırlatır gibi: "Bu yola giremez kallaş / yüzü karayla gönlü taş / hâl'a hâldaş yola yoldaş / dost cemalin gördük bugün / dost dostun kusruna kalmaz / muhabbeti yerde koymaz / kuru gülden koku olmaz / gonca gülü bulduk bugün."

Bir bekleme sanatı olarak sabır, kuşku çağında güven duymanın güçlüğü, bir yürek kuduzu olan haset, hiç bitmeyen o büyük yalnızlığımız, bir adım geriye çekilip ince şeyleri yakalayabilmek, öteki'siz ben'in hiçbir değerinin olmaması, doğumdan ölüme göz temasının şifa vericiliği, ruhu onaran ve yükselten iyilik bilinci, modern zamanlarda cihana gönül vermek, modern çağda dost olmak, dijital çağın sarsıcı yan etkisi olarak beğenmek ve beğenilmek hastalığı, bolluk çağında mutsuzluk, geleneksel ve modern arasında tıp... Yani toplum olarak yaralı olduğumuz her konuya temas ediyor Kemal Sayar. Güzeli görebilmek için, şevk duyabilmek için:

"İnsanın sol beyni görmek istediğini görür, sağ beyin yeniliğe açıktır. Hayret, haşyet ve büyüleniş, kalbin takallübü oradan neşet eder. Aynı yolu yürür ama bir şeyi ilk defa bu kez, bir şairin gözüyle görürüz. Sağ beyin bize bunu sunar. Onca zaman kör kaldığımız bir şey şimdi bize güzelliğini açmış, keşfedilmeyi beklemektedir. Senin içindeki canlılığı açığa çıkarmayan her şey, senin için çok küçüktür. Heyecan ve canlılık hissediyorsak doğru yoldayız demektir."

Kitabı bitirip tüm konuları şöyle bir toparladığımda, Hasan Ali Toptaş'ın nefis romanı Kuşlar Yasına Gider'deki "Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor" cümlesi geldi aklıma. İnsanın esas derdinin 'anlaşılmak' olduğunu düşünmüyorum. Evvela 'anlaşılma gayreti' görmek istediğini düşünüyorum. O yüzden 'seni anlıyorum' cümlesi pek kolay içimize sinmiyor, inandırıcı olmuyor. Oysa konuştuğumuzda gözümüzün içine bakan bir çift göz, şifaya vesile oluyor. Önce dinlenilmek istiyor insan. 'İnsanda dinlenmek' budur belki de. Bu cümleleri Twitter arazisine bıraktıktan hemen sonra bir fotoğraf gelmişti. Bakırköy Tren İstasyonu duvarına, spreyle yazılmış: İnsan insanı yeşertir... Muhakkak öyledir:

"Mevlânâ'nın çok güzel bir sözü var, 'Nasıl susamış bir dudak suyu ararsa, su da susuzluğunu dindireceği bir dudak arar,' diyor. Yalnızlığın yarattığı yoksunluk ağrısı, aynı fizyolojik ağrı gibi, beyinde ağrıyla ilgili merkezleri aktive ediyor. Bir tür ruh ağrısı yaşıyoruz. Ve bize 'Git insan bul, çünkü sen insan olarak insanı arayan bir varlıksın!' diyor. Hepimiz sosyal varlıklarız, insana ihtiyaç duyuyoruz. İnsanla var oluyoruz. 'Ne yanar kimse bana âteş-i dîlden özge / ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı' demiş Fuzûlî. Kapımızı bir sabah rüzgârı çalsın istiyoruz, bir insan sesi bizi onaylasın, bizi dinlesin, bize bu dünyada varlığımızın bir işe yaradığını hissettirsin."

İnsan insanı yarasından tanır, o yaradan dost olur, yoldaş olur. Yine aynı yaradan üzer, kırar ve yaralar. "Ayağımdaki yara, yerin inişli çıkışlı olduğunu öğretti bana" diyor Sohrap Sepehri. "Ben ki kiracıyım bir acıya" diyor Metin Altıok. İnsan hayata açılırken yaralarına da açılır. Bu yüzden yaşamak yaralanmaktır. Yaşamayı seviyorsun o hâlde yaranı da sev. Onarır, sağaltır bu sevgi.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

1 yorum:

  1. Öyle bir sefere çıkardınız ki okurken, gönlünüze sağlık...

    YanıtlaSil