SAYFALAR

25 Mart 2020 Çarşamba

Nostalji nedir?

Zygmunt Bauman (1927-2017) insanın gelecekte yaşamayı arzuladığı yeri kurgularken geçmişten (tarihten) referans aldığını söyler[1]. Ona göre geçmişte pratize edilmiş bir örneği olmayan ‘nostaljik’ bir yanılsamadır bu. Burada dikkat çeken kavramın nostalji olduğunu görüyoruz. Zira gelecek için geçmişe atıf yapılan bir kavram kullanılıyor. Nostalji kelimesi sözlükte “geçmişte kalan güzelliklere duyulan özlem; geçmişe duyulan aşırı özlem; sıla özlemi” veya “değişime karşı duyulan korku nedeniyle geçmişe sığınma; geçmişseverlik” olarak tanımlanıyor[2]. Son derece hisli ve nahif bir kavram. Günlük hayatta kullanıldığında insanın içinde gayriihtiyari bir hoşluğa yol açıyor. Geçmişi yad etmek ister istemez bir sıcaklık hissi doğuruyor.

Kolektif Kitap’tan çıkan Nostalji adlı çalışma bu nahif kavramı ele alıyor. Felsefe alanında akademisyen ve filolog olan Barbara Cassin imzalı yüz on iki sayfalık eserin çevirisi Seçil Kıvrak tarafından yapılmış. Nostalji kelimesini etimolojik yönleniyle ele alarak felsefi, tarihi ve kültürel açıdan analiz eden yazar mitolojiden büyük oranda faydalanıyor. Cassin önce Yunan mitolojisiyle başlayıp ardından Roma mitolojisine değinerek karşılaştırmalı bir değerlendirme yapıyor. Daha sonra nostalji kavramı üzerinde yaptığı mitolojik değerlendirmeyi dil bağlamında genişleterek günümüz dünyası açısından yorumluyor. Cassin amacını “Bu kitap ‘nostalji’yle birlikte vatan, sürgün ve anadil arasındaki ilişkiyi irdeliyor.” şeklinde özetliyor.

Detaya geçmeden önce kitaba ismini veren nostalji kelimesinin kökenine değinmek gerekirse, Barbara Cassin kelimenin Antik Yunanca gibi durduğunu ama çok daha yakın dönemde kullanıma girdiğini belirtiyor. İsviçre’den dünyaya yayılan bu kelimenin hikâyesi oldukça dokunaklıdır. İlk defa 1600’lerin ikinci yarısında memleketini özleyen İsviçreli asker ya da öğrencilerin ‘hastalığı’ için kullanılmıştır. Öyle ki sılaya döndüklerinde kısa sürede iyileştikleri kayıtlara geçmiştir.

İnsan Ne Zaman Evindedir?” alt başlığını taşıyan kitap toplamda dört bölümden oluşuyor. Barbara Cassin, giriş olarak da nitelendirebileceğimiz “Korsika Misafirperverliği” başlıklı ilk bölümde ev, eve dönüş ve evde oluş konularına anıları üzerinden açılım getirmeye çalışıyor. Paris’te yaşayan Cassin “evim olmayan evim” olarak nitelediği Korsika’ya yaptığı seyahat(ler)in hangi anlamlara gelebileceğini sorguluyor ve ‘insanın geçmişinde yurt olarak bir alakasının olmadığı bir yerle ilgili nostaljik hisler duyup duyamayacağını’ gündeme getiriyor. Yazarı bu düşünceye sevk eden şey, garip kültürüyle modern yaşamın biraz dışında kalan Korsikalıların onu evinde hissettirecek şekilde davranmalarıdır.

Odysseus ve Eve Dönüş Günü” adını taşıyan ikinci bölümde Yunan ozan Homeros’un (MÖ 9. yüzyıl) Odysseia adlı destanın başkarakteri Odysseus’un başından geçenler nostalji kavramı bağlamında ele alınıyor. Odysseus doğduğu yerden yani memleketinden sürgün edilmiş ve ancak uzun yıllar sonra dönebilmiştir. Öyle ki, Odysseus döndüğünde yaşlı köpeği hâricinde karısı dâhil kimse tanımamıştır onu. Cassin, bu süreç içinde Odysseus’un yaşadığı ‘sıla ve aile özlemi’ nostalji olarak değerlendirilebilir mi diye soruyor. Sorunun en can alıcı noktası Odysseus’un tekrar yola çıkacağını bilerek yurduna dönüşüdür. Sılaya dönüş olup olmadığı tartışılabilir olan bu ânın ortaya çıkardığı his nostalji anlamında değerlendirilebilir mi? Zira yıllar sonra aynı mekâna gelen kişi yıllar öncesinin imajıyla karşılaşmak ister fakat gerçeklik artık farklı bir durumdur. Cassin bu durumu şöyle açıklıyor: “Odysseus sonunda oradadır ama aslında hiç de orada değildir; başka bir biçimde, başka bir idededir.

Üçüncü bölüm “Aeneas: Nostaljiden Sürgüne” başlığını taşıyor. Romalı şair Publius Vergilius Maro’nun (MÖ 1. yüzyıl) eseri olan Aeneis’in başkarakteri Aeneas da yurdundan ayrılmıştır. Bu açıdan Yunan mitolojisindeki Odysseus’un Roma mitolojisindeki muadili gibi düşünülebilir fakat Aeneas’in yurdundan ayrılışı sürgün değildir. Aeneas İtalya’yı kurmak için Troya’dan yani Helen (Yunan) topraklarından ayrılmıştır. Dolayısıyla, bölüm başlığında da ima edildiği üzere geleceğe yönelik bir nostaljidir bu. Aeneas köklerinin ayrıldığı mekâna dönerek tekrar kök salmayı amaçlamaktadır. Barbara Cassin, Aeneas’in durumunun nostalji kavramı açısından ne anlama gelebileceğini sorguluyor. Zira Aeneas aslında yolculuğunu atalarının yurduna yapmaktadır. Bu açıdan ‘yaşanmamış’ geçmişe özlemle ilişkilendirilebilir bir alan doğmaktadır ama olay gelecekte gerçekleşecektir.

Barbara Cassin ele aldığı iki destandan yola çıkarak Yunan ve Roma (İtalyan) halklarının hem etnik hem de kültürel olarak birbirine karıştığını fakat kullanılan dil açısından kesin biçimde ayrıştığını belirtiyor. Filolog olan Cassin buradan hareketle bir millet için asıl belirleyici olanın dil olduğu vurgusunu yapıyor ve dil konusuna ayrı bir alan açarak anadilin anlamı ve sürgün olunan/gidilen yerde maruz kalınan dilin etkileri üzerinde duruyor. Örneğin Odysseus yıllar sonra bile Yunanca konuşurken, geçmişinde Yunanca konuşan Aeneas artık Latince konuşmaya başlamıştır. Latince Yunanca’ya galip gelmiştir. Diğer yandan Cassin’e göre Romalıların dilinin ‘Romaca’ değil de Latince olması ayrıca irdelenmesi gereken bir konudur. Bu açıdan Romalılık kurgusal bir kimliktir. Roma halkının biri doğduğu yer diğeri vatandaşlık olmak üzere iki kimliği, iki vatandaşlığı vardır. Bunun anlamı, Guillermo Rosales’in dediği gibi topyekûn sürgünlüktür[3]. Cassin topyekûn sürgünlüğü “dâhil eden ötekilik” olarak tanımlıyor. Yapılan tanımlar modern insanın bugün içinde olduğu durumu anlamak açısından oldukça manidar.

Arendt: Vatan Yerine Dile Sahip Olmak” başlığını taşıyan dördüncü bölüm Alman Yahudisi olan Hannah Arendt’in (1906-1975) İkinci Dünya Savaşı sırasında önce Fransa’ya, oradan da Portekiz üzerinden ABD’ye olan ‘sürgününe’ dair düşüncelerini içeriyor. Başlığından anlaşılacağı üzere bölümün temel noktası anadil olarak belirlenmiş. Arendt’e göre anadilin kültürü ve kimliği korumadaki işleviyle geçmişle bağı koparmamaya yarayan nostaljik bir tarafı vardır. Sürgün ise anadili ‘denatrüralize’ ederek bozguna uğratır ve insan için doğallığını bozar. Bir başka deyişle dil olgusunun nostaljik yanı bozuma uğrar. Sürgün, birey için yeni bir dili ‘naturel’ hâle getirir. Bu süreci yaşayan Arendt’e göre “vatanı belirleyen atalarının toprağı değil, konuştuğu dildir.” Bir söyleşide Hitler öncesi Almanya’yı özleyip özlemediği sorulduğunda “Ona hiç nostalji duymadığımı söyleyemem../..Ondan geriye dil kaldı.” demiştir. Bu bağlamda Almanca’yı farklı bir yere koyan Arendt öğretilen/öğrenilen bir kimlik olarak tanımladığı Yahudiliğini önemsemekle itham edilmiştir. Ona göre dil insanın kimliği, kültürü ve aidiyeti açısından çok önemlidir çünkü o ‘Almanya’dan sürgün edilmekten öte Almanca’dan sürgün edildiğini’ düşünmektedir. Bu anlamda halk ve vatan değişir; asıl belirleyici olan dildir. Zaten sürgün edilen birinin de yanında götürebileceği yegâne şey anadilidir. Diğer yandan yaşadıkları yüzünden sürgünler iki dilin kekemesi olurlar. Tam olarak kullanamadıkları anadilleri ve tam olarak edinemeyip maruz kaldıkları dilin kekemesidir onlar. Anadil ortadan kalktığında kullanılan dil sadece propagandadır. Bütün bunların nihayetinde sürgünlük başta olmak üzere insanın içinde olduğu durum Edward W. Said’in (1935-2003) tabiriyle Yersiz Yurtsuz’luktur[4]. Said otobiyografik eserinde çok kimliliğine vurgu yaparak aslında hiçbir yere ait olmadığını açıklamaya çalışmıştır. O Filistinli bir Hıristiyan olarak önce Mısır’a ardından ABD’ye gitmek zorunda kalmış ve ABD vatandaşı olmuştur fakat yaşadığı tüm bu süreçleri açıklayan en net tabir yersiz-yurtsuzluktur. Bir mekâna ait ya da sahip değildir.

Nostalji birçok açıdan dolu bir kitap. Avrupalılık kültürünün da temelinde yer bulan iki antik destan ve geçtiğimiz yüzyılda iz bırakmış bir yazarın ele alındığı bir metnin edebi açıdan doyurucu olmaması düşünülemez. Nostalji’de felsefeden mitolojiye, filolojiden tarihe, coğrafyadan ekolojiye, dinden edebiyata, siyasetten kültüre kadar geniş bir alanda düşünsel bir devinim söz konusu. Batı kültürünün iki kurucu metni üzerinden kısmen de olsa antik dönemin hayata bakış açısını yansıtıyor. Bunun ötesinde günümüzün en önemli sorunlarından olan göçmenlik olgusuna dair önemli açılımlar yapmaya imkan tanıyan bir metin.

Kaynakça:
[1] Bauman, Zygmunt: Retrotopya, Çeviren: Ali Karatay, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2018.
[2] Türk Dil Kurumu: Türkçe Sözlük. Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2005.
[3] Rosales, Guillermo: Felaketzedeler Evi. Çeviren: Gökhan Aksay. İstanbul: Jaguar Kitap, 2017.
[4] Said, W. Edward: Yersiz Yurtsuz. Çeviren: Aylin Ülçer. İstanbul: Metis Yayınları, 2014.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder