SAYFALAR

11 Ekim 2019 Cuma

Tedâvülden kalkmayan kitaplar

Burada hayatım boyunca okuduğum, karıştırdığım, bir şekilde elime alıp oyalandığım kitaplardan söz etmiyorum. Herkes gibi ben de bir dünyanın içinden geliyorum. Herkes gibi beni de inşâ eden, yapılandıran, hatta çoğumuza ters gelse de kurgulayan bir arka plan var... / ... Burada hayatımızın hangi kesitinde, ne tür kitaplarla karşılaştığımızı anlatmaya çalışıyorum.
- Necdet Subaşı, Tedavüldeki Kitaplar

Kitapla ilişkimiz her ne olursa olsun onunla karşılaşmamızın mutlaka bir hikâyesi vardır. Kitap ya da okuma kimimiz için hiçbir anlam ifade etmezken kimimiz çocukluğumuzdan itibaren bunu uğraş hâline getirerek yaşamımızın önemli bir parçası yaparız. Bir kısmımız diğer işlerimiz arasında elden geldiğince okumayı devam ettirmeye çalışırken çok azımız okumayı hayatının merkezine koyarak diğer işlerini ona göre şekillendirme şansını yakalar. Okumanın, özellikle kitap okumanın ‘zul’ addedildiği toplumumuzda her ne kadar yeterince okumadan yapılıyor olsa da, yazarlık ve akademisyenlik evvela birer okuma işidir.

Duran Boz’un editörlüğünü yaptığı Okuma Hikâyeleri’nde yazarlığı ile tanınan (İslami değerleri önceleyen) isimlerin kitapla karşılaşmaları anlatılır. Eserde yer alan yazarların kendi kaleminden okumaya nasıl başladıklarını, neler okuduklarını, imkân(sızlık)larını ve sonrasında okuma eğilimlerinin neye evrildiğini öğreniriz. Aşağı yukarı benzer süreçlerden geçmiş, hemen hemen aynı kitapları okumuşlardır. Çok azı kitabın bol olduğu, bu konuda çevresinden destek aldığı bir ortamın içine doğmuştur. Çoğunluk ise kitaba lüks demenin bile tasavvurların ötesindeki bir yaşamın içinden gelmektedir. Yazılar kısa kısadır lakin vermek istenilen mesaj oldukça nettir: ‘Okuma uğraşı bu insanların hayatlarının şekillenmesinde çok önemli bir role sahiptir.’ Onlar okumanın hayatı nasıl değiştirdiğinin canlı görüntüsü olarak karşımızda durur. Yaptıkları çalışmalar, ulaştıkları başarılar bunun kanıtıdır.

Benzer yazıların tek kişilik ve uzun versiyonları da bulunuyor. Necdet Subaşı’nın okuma serüvenini anlatan Tedâvüldeki Kitaplar onlardan biri. Tedâvüldeki Kitaplar için müellifin hangi dönemde ne tür kitapların hayatına girdiğini anlattığı bir anı/eleştiri kitabı diyebiliriz. 2015’te Tezkire Yayıncılık’tan “Kritik Öyküler” alt başlığıyla baskısı yapılan eser kısa süre önce Mahya Yayıncılık tarafından beş yeni yazı eklenerek tekrar yayınlandı. Toplamda yirmi üç yazının yer aldığı kitap yüz yetmiş beş sayfadan oluşuyor. Her birinin sonuna tarih düşülen yazıların yeni eklenenler hariç (on sekizinin) 2015 yılının yaz döneminde kaleme alındığı görülüyor. Necdet Subaşı o yıl ‘tatilini’ yazarak renklendirmiş sanırım. Edebiyata ilgisinin en baştan beri var olduğunu belirten müellifin Türkçeye hakimiyeti çalışmayı üst seviyede tutuyor. Akıcı dili, geniş kelime haznesi, kapsamlı anlatımı bunun göstergesi diyebiliriz. Elbette sosyolog gözlemini de unutmamak gerekiyor.

İmam hatipli ve ilahiyat çıkışlı olan Necdet Subaşı din sosyolojisi alanında uzmanlaşmış bir akademisyen. Dolayısıyla yazılarında sadece teolog kimliğinin değil sosyolog kimliğinin de yansımaları görülüyor. Çocukluk döneminden başlayarak üniversite günleri de dâhil öğrencilik yıllarında yoluna çıkan kitapları dönemin ruhuyla birlikte ele alıyor. İsminin Tedâvüldeki Kitaplar oluşunun sebebi bu olsa gerek. Zira muhatabını 1970’li ve 1980’li yıllara götüren yazıları okurken o yılların hâlet-i rûhiyesini din referanslı bir perspektiften görebiliyorsunuz. Yalnız, geçen zamana inat söz konusu kitapların birçoğunun kullanımına devam edildiğinin de altını çizmek gerekiyor.

Necdet Subaşı’nın okuma serüveni babasının sayılı kitaplarını dizdiği küçük bir dolaptan hatırı sayılır kişisel kitaplığa kadar uzanıyor. Çocukluk dönemindeki okuma algısı üzerinde duran Subaşı, babasının tesiriyle okuma adabını edindiğini söylüyor. Kitaba ulaşma imkânının kitaba olan ilgi gibi az olduğu dönemler olmasına karşın yazarın çevresinde nitelikli ve ciddi bir okuma çabası olduğu anlaşılıyor. Yazarın babasının da aralarında olduğu bir grup genel anlayışın dışına çıkmaya çalışmaktadır. Toplumun geneli kitaba ve Kur’an’a geleneksel din algısıya bakmaktadır ve onlara göre kitap Kur’an ve ilmihâlle özdeşleşmiş bir olgudur. Dolayısıyla okumak da Kur’an ve ilmihâl okumakla sınırlıdır. Necdet Subaşı babası sayesinde bu algının dışında kalmış nispeten daha geniş bir kitap listesine ulaşabilmiştir. Ama henüz yolun çok başında olduğunu daha sonra anlayacaktır.

Kitapta, genelde Anadolu insanının özelde dindar kesimin maruz kaldığı uygulamaların tümüne rastlamak mümkün. Konjonktürel olarak siyasi ve ekonomik politikaların ötesinde ötekileştirilen, aşağılanan, yadsınan bu kesim kendi imkânlarıyla var olmaya ve direnmeye çalışıyor. Subaşı gibi din eksenli eğitime yönelenler (ya da yöneltilenler) bu direncin açığa çıkışıdır belki de. Diğer yandan resmî tarih kurgusuna uygun olarak şekillendirilen pedagojik uygulamaların söz konusu direnci güçlendirdiğini söylemek de mümkün. Yalnız bu direnç kısıtlıdır çünkü toplumun çoğunluğu söz konusu pedagojik tornadan geçtiğinde sistemin istediği karaktere dönüşmektedir. Yeri gelmişken, resmî tarih kurgusunun karşısında kutsal tarih kurgusunun olduğunu belirtmek gerekiyor sanırım. Hamaset ve retorikten ibaret kutsal tarih anlayışıyla hareket eden bu kesimin temsilcileri bugün iktidarın nimetlerinden faydalanarak kapitalist sistemden nemalanma yarışını sürdürüyor. Yazar hem resmî tarih kurgusuna hem de karşıt tez olarak kutsal tarih kurgusuna yer verilen kitapların toplumsal etkilerine değiniyor. Buradaki birbirine karşıt anlayışların ürettiği ideolojik holiganizm her iki yöntemin sığlıkta yarıştığını gösteriyor.

Necdet Subaşı, 1970’lerden 1980’lere gelinceye kadar geçen süreç içinde hem aldığı eğitim hem de yaptığı okumalar sonrasında içinde büyüdüğü ve yaşadığı İslami anlayışın bazı sorunları olduğunu gözlemliyor. Müdahale etmenin pek mümkün olmadığı bu sorunlu anlayışa karşı yapılan radikal çıkışlar problemi daha da büyütmektedir. Yeterli bilgi ve gerekli sağduyuya sahip olmadan dini metinlerin içine dalanlar ifrat ve tefrit batağına saplanarak en yakınlarına bile sert tepki vermekten çekinmemektedir. Çözüm sunmaktan bahsedenler başka sorunları ortaya çıkarmıştır. Radikal çıkışların özellikle Seyyid Kutub gibi eyleme dönük yazarları ‘eksik anlamadan kaynaklı hatalı yorumlamaya’ bağlayan Necdet Subaşı, bu tür kitapların belirli bir metodolojiye göre okunması gerektiğini belirtiyor. Yöntemsizlik savrulmalara neden olmuştur. Toplum bu süreçte sağ-sol, gelenekçi-modern gibi ayrıştırıcı çatışmaların içine girmiştir. Taklitçi seküler aydınlanma hareketinin sonuçlarıyla karşı karşıyadır. İlmi olarak eksik ve hatalı uygulamaları din olarak yaşayan eskilerin yaşadığı huzur ve dine bağlılığı bilgiyle donanmış ve hataları fark edebilen yeni neslin bulamayışı ilginç bir detay olarak değiniliyor. Necdet Subaşı’nın konuyu ele alışı, dinin geleneksel yorumuyla yaşanan döneme hitap eden modern-teolojik yorumunu dengelemeye çalıştığı izlenimi verdi bana.

Kitapta dönemin İslami söyleminde kendine yer bulan yerli ve yabancı isimlere oldukça geniş bir yer ayrılıyor. Bu topraklarda öne çıkan isimlerin ‘İslami açıdan özgül ağırlığı’ okuyucunun zihinsel endazesine bırakarak örneklendirirsek; Necip Fazıl Kısakürek, Necmettin Erbakan, Kadir Mısıroğlu, Ahmed Davudoğlu, İsmet Özel, Hayrettin Karaman ve Mehmet Şevket Eygi’yi sayabiliriz. Bizzat arafta olduğunu söyleyen Cemil Meriç de listede yerini alıyor. Mehmed Said Hatiboğlu, Süleyman Uludağ, Süleyman Ateş gibi isimler meselenin akademik tarafında konumlanıyor. Dini söylemin akademik alanına, Necdet Subaşı’nın dikkat çektiği gibi, itirazlar edilse de Şerif Mardin dâhil edilebilir. Bunların dışında imam hatip ve İslam enstitülerinde ders veren isimler de bulunuyor fakat Subaşı’nın anlattıklarından onların etkinliğinin ders verdikleriyle sınırlı kaldığı anlaşılıyor. Birçoğunun ismi sıralanıyor fakat cümle bittiğinde unutulmuş oluyor. Diğer tarafta İslam coğrafyasında ses getirmiş isimler var. Bazılarının ‘Çeviri Müslümanlığı’ diyerek itibarsızlaştırmaya çalıştığı alanın temsilcileri arasında Seyyid Kutub, Mevdudi, Malik Bin Nebi, Muhammed İkbal, Ali Şeriati ilk akla gelenler oluyor. Elbette daha teknik konularda söz söyleyen isimler de var fakat tabana inemediğinden olsa gerek gündemi diğerleri kadar meşgul edemediği anlaşılıyor. Sanırım en ilginç örnek, İslam enstitülerinde ders veren Pakistan asıllı Muhammed Hamidullah ve Üsküp göçmeni Tayyip Okiç. Yalnız dini alandaki yerli otoriteler tarafından Hamidullah’a gösterilen tepki nedense Okiç’ten esirgeniyor! Ve tasnifde kendine bir yer bulamayan Ercümend Özkan… Sanırım Ercümend Özkan hep ‘güzide’ bir yere sahip olacak.

Teolojik çalışmaların yanında edebi eserlere de değinen müellif Hekimoğlu İsmail, Şule Yüksel Şenler, Yavuz Bahadıroğlu, Ahmet Günbay Yıldız gibi ‘hidayet romancılığı’nın önde gelen yazarlarını anmadan geçmiyor. Siyasi hesaplaşmalar nedeniyle neredeyse ilmi eserler kadar sorunlu bir yayın süreci yaşayan edebi eserlerin İslami kesimin düşün dünyasında oldukça etkin olduğu anlaşılıyor.

Okur, Tedâvüldeki Kitaplar’da kendi okuma sürecine dair okunan kitaplardan ziyade hissiyat açısından benzerlikler bulacaktır diye düşünüyorum. Her ne kadar ayrıştığım noktalar olsa da benim için öyle oldu. Tedâvüldeki Kitaplar’a kısmen de olsa bir eleştiri hatta özeleştiri metni diyebiliriz. Kitapların gerçekliği perdeleyen birer engelleyici mi yoksa yol gösteren birer kılavuz mu sorularına cevap arama çabası olarak değerlendirmek de mümkün. Hangi dönemde ne tür kitapların okunduğunu göstermesi açısından önemli fakat daha önemlisi çıktıları bakımından analiz yapmaya olanak sağlaması. Necdet Subaşı’nın değindiği kitaplara bir bütün olarak baktığımızda, dönemsel olarak Müslümanların zihin haritasını oluşturan, şekillendiren ve en azından etkileyen tüm ‘değişkenleri’ görmek mümkün. Dolayısıyla 1970 ve 1980’lerde İslami kesimin fikir dünyasını ören kitapların neye yol açtığını, Müslümanların dini algılama ve yaşama biçimlerininin değişim aşamalarını ve günümüze yansımalarını gözlemlenebilir.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder