SAYFALAR

27 Eylül 2019 Cuma

Geleceğe dönüş

Blaise Pascal (1623-1662) yaklaşık dört asır önce muhteşem bir tespit yaparak insanın zamanla ilişkisini ortaya koymuş ve hayatını geçmişin melankolik özlemi ile geleceğin heyecanlı ümidinde yaşayan insanın şimdiyi es geçerek bu iki zaman arasında savrulduğunu söylemiştir. Daha net ifadeyle, insan şimdiki zamanı (ânı) yaşamayı ihmal etmektedir. Mutsuzluğunun özünde de bu vardır.

Pascal’ın tespiti Zygmunt Bauman’ın (1927-2017) Retrotopya adlı eserinde geçmişe indirgenmiş hâliyle karşımıza çıkıyor. Bauman ‘retro’ sözcüğü ile ‘özlenen geçmişi’, ‘ütopya’ sözcüğü ile de ‘hayal edilen ideal yeri’ (bir anlamda geleceği) bir araya getirerek ‘retrotopya’ kavramını oluşturuyor. Görünen o ki, geçmiş ve gelecek insanın zihninde paradoksal bir hüviyete bürünüyor ve en önemlisi şimdiki zamanı (ânı) gölgeliyor.

Ziyaüddin Serdar’ın Gelecek isimli eserini okurken gerek Blaise Pascal’ın tespitinin gerekse Zygmunt Bauman’ın indirgediği olgunun zihnimde billurlaştığını hissettim. İnsan, geçmişte yaşamamış olsa bile tasavvur ettiği görkemli hayale dönüştürmek istiyor geleceği. Mahya Yayıncılık tarafından neşredilen yüz kırk dört sayfalık kitabın çevirisi Ömer Furkan Şahin’e ait. Eserdeki dilin sade olmayışında hem konunun yoğunluğu hem de teknik terimlerin etkisi büyük. Kitap on bir bölüm ve geleceğe yönelik fikir veren yüz alıntının yapıldığı bir ekten oluşuyor. Hem ek kısmındaki alıntılara hem de kaynakçaya baktığımızda kitabın arka planının epeyce zengin olduğu görülüyor. Ziyaüddin Serdar, gelecek gibi net olmayan, spekülatif bir meseleyi yetkinlikle irdelemiş ve ortaya kapsamlı bir metin çıkarmış.

Disiplinlerarası bir çalışma örneği olan kitap entelektüel açıdan son derece tatmin edici. Gelecek olgusu felsefi bir düzlemde tartışılarak insanlık için anlamlı bir karşılık bulunmaya çalışılıyor. Ziyaüddin Serdar ilk olarak gelecek kelimesinin ne olduğunu, gerçekle ne kadar örtüştüğünü ve oluşumunda geçmişin rolünü sorguluyor. Analizinin sonunda geleceğin aslında olmayan üzerinden oluşturulan bir kurgu olduğu sonucuna varıyor. Gelecek olgusunun ‘olmaması’ teorik anlamda olmayıp pratik olarak henüz gerçekleşmeyen bir zaman düzlemine işaret etmesinden kaynaklanıyor. Diğer yandan gelecek oluştuğu andan itibaren artık gelecek olmaktan çıkarak şimdiye ve hemen arkasından geçmişe dönüşüyor. Bu durumda gelecek esasında şimdi (şu anda) yoktur ve fakat olmayan bir şeyin ihtimali üzerinden oluşturulan arzu, ümit ve korkunun ihtimaller içeren bir karışımıdır. Gelecek ile ilgili dikkat çeken bir diğer detaysa geçmişin etkisidir. Gelecek geçmişten alınan ilham ile inşa edilmektedir. İnsan geçmişin bilinebilirliğinden hareket ederek geleceğin bilinemezliğini kapatmaya çalışmaktadır. Tüm bunlardan çıkan sonuca göre gelecek kavramının en belirgin özelliği paradoksal oluşudur.

Kitap kendi içinde sorular soruyor ve cevaplar arayarak ilerlemeye çalışıyor. Bu sorulardan birkaçını şöyle özetleyebiliriz: Geçmiş bilinebilir olmasının yanında gelecek tümüyle bilinemez midir? Eğer tamamen bilinemiyorsa insandaki irade önemini kaybeder mi veya bilinebilme ihtimali varsa seçim ve eylemlerimizin gelecek üzerinde herhangi bir etkisi var mıdır? Geçmiş, şimdi ve geleceği içeren zaman olgusu kavranabilir mi? Zaman olgusunun algılanma biçimleri ve nedenleri nelerdir? Neden geleneksel toplumların döngüsel şekilde nitelediği zaman olgusunu modern toplumlar doğrusal olarak algılamaktadır. Zamanı farklı algılamaya neden olan coğrafya, kültür, din, mit gibi belirleyiciler gelecek algısı üzerinde ne kadar etkilidir?

Üzerinde çalışılan konu son derece soyut olduğundan etkileşim alanının hem çok boyutlu hem de oldukça yoğun olduğu görülüyor. Ziyaüddin Serdar bu kadar kapsamlı olan bu alanın bilimsel olarak araştırılabilir olup olmadığını sorgulayarak mevcut bilimsel anlayışların etkisi üzerinde duruyor. Örneğin, gelecek olgusuna bakışı belirleyen pozitivist anlayış mıdır yoksa rölativist bir bağlam içerisinde değerlendirilebilir mi? Tüm soruların net bir cevabı olmasa da kestirilebilirlik üzerinden tahmin kavramı öne çıkıyor. Gelinen aşamada gelecek çalışmaları konusundaki senaryolar, alternatifler, modellemeler önem kazanıyor. Burada önemli bir detayın altını çizmek gerekiyor sanırım. Ziyaüddin Serdar gelecekte bunlar veya şunlar olacak demiyor ya da nelerin olabileceği üzerinde kehanetlerde bulunmuyor. O, gelecek ile ilgili yapılan çalışmaların ‘nasılını’ ve ‘nedenini’ sorgulayarak mantığını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bu anlamda esere son derece teknik bir analiz diyebiliriz.

Gelecekle ilgili geçmişte birçok çalışma yapılmıştır ve bugün yapılmaya devam etmektedir. Fütürizm, bilim-kurgu, gelecek(ler) araştırmaları gibi çalışmaların yanında gelecek olgusu daha spesifik düzeyde ve/veya soyut düzlemde de ele alınmaktadır. Örneğin teknoloji ve tıp gibi alanlardaki geleceğe yönelik çalışmalarda insanlığa fayda sağlamanın amaçlandığı gözlemlenmektedir. İnsanlığın huzur ve refah içinde yaşamasına olanak sağlayacak siyasi ve toplumsal oluşumlar (bir anlamda ütopyalar) da aynı görüntünün parçası niteliğindedir. Serdar, bu ‘hoş’ görüntünün gerçekliğini sorgulayarak arka planına ışık tutmaya çalışıyor. Bu bağlamda gelecekle ilgili tahmin ya da kestirimlerin ayrıcalıklı gruplar tarafından oluşturulan bir plan olma ihtimali üzerinde duruyor. Ortaya sömürü anlayışına (kapitalist sisteme) hizmet etmeye yönelik bir manzara çıkıyor. Bir anlamda geleceğin işgal edilerek sömürgeleştirilmesinden başka bir şey değildir bu durum. Sonuç itibariyle distopik bir yapıdır.

Ziyaüddin Serdar değerlendirmelerini literatürde ve sinemada kendine yer bulmuş bilim-kurgu, ütopya ve distopya örnekleriyle destekliyor. Gelecek olgusunun belirli bir grubun tahakkümüne girmesi ve sömürgeleştirilmesi aşamasında sanat önemli bir parametredir. Batı merkezli gelecek(ler) olgusu sanat yoluyla adeta dayatılmaktadır. Oluşturulan senaryolarda teknoloji, bilim, dinler ve mitlerden faydalanılmaktadır. Son derece spekülatif bir olgu olduğu görülen gelecek kavramının müspet olduğu kadar (belki daha fazla) menfi kullanıma da uygun olduğu anlaşılıyor. Kitap bittiğinde, tüm bilinemezliğine rağmen ayrıcalıklı gruplar tarafından planlanan bir gelecek karşısında insanın geleceğine ne kadar hâkim olduğu sorusu öylece duruyor. Ürkütücü ve cevapsız.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder