SAYFALAR

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Düşüncede devamlılık sorunu (II)

“Düşünmek evvela düşünceleri düşünmek, sonra da onların tesirinden kurtulmaktır.”
- Cemil Meriç, Kırk Ambar, Cilt 2, Lehçe-t-ül Hakayık

Bu blogda Fuad Sezgin’in Buhârî’nin Kaynakları adlı eserine dair bir yazım bulunuyor. Orada kronik bir sorunumuzdan bahsetmiştim: Düşüncede devamlılık sorunu… O yazıda düşüncede devamsızlığı, süreksizliği meleke hâline getirişimizden; düşünen ve üreten insanı da etkisizleştirmeyi görev telakki edişimizden dem vurmuştum. Bu yazı da aynı istikamette olacak. Devamlılık sağlasın diye!

Bizim iyi yetişmiş insanla sorunumuz var. Üstelik tek değil çift yönlü. Öncelikli sorunumuz yetiştirme noktasında. Donanımlı birey yetiştirmiyoruz. Öyle bir amacımız yok. Zira başka ‘hayati’ önceliklerimiz var. İkincisi, hasbelkader kendini yetiştirmiş insanla sorunluyuz. Yetiştirmeye katkı sunmamak yetmiyor bize. Biz müdahale edemeden yetişene müdahil oluyoruz. Önce dikkate almıyoruz, görmezden geliyoruz, önüne taş koyuyoruz. Baktık olmuyor bir yolunu bulup aşağı çekiyoruz. Çünkü, nasıl ki iyi insan yetiştirme gibi bir amacımız yoksa, iyi yetişmiş insana da ihtiyacımız yok. Sonuç? İnsanlığı kurtarmayı amaçlayan bir dinin, öğretinin, medeniyetin müntesipleri olarak insan(lığ)a faydası dokunacak hiçbir alanda sürekliliği oluşturamıyor, devamlılığı sağlayamıyoruz. Oysa felsefe, bilim ve sanatta yol devamlılıkla alınır. Sonrakiler öncekilerin ürettiklerinin üzerine koyarak sürekliliği sağlar ve aşama kaydedilir. Bütün mesele halef-selef ilişkisine bağlıdır. Bizde azıcık sivrilen; işe yarar bir şey düşünen, konuşan, üreten kim varsa yalnızlığa mahkum edilir. Bin bir emekle ürettiğiyse atıl hâle gelir. Çünkü kadük kalmanın müptelasıyız.

Cemil Meriç (1916-1987) kendini yetiştirmiş bir “entelektüel” olarak sorun yaşadığımız kişilerden. Ölümüyle birlikte üretimi son bulan ve devamı gelmeyen bir ‘ekol’ o. Onunla sorunumuz öyle böyle değil; sağlı sollu yaşıyoruz. Dindarımız da laikimiz de vebadan kaçar gibi uzak duruyor. Arada, arafta bırakıyoruz. Bunda kendisinin de payı var fakat düşünceyi ötelemek düşünmeyi ötelemek anlamına geliyor. Bu yüzden anlamak, anlatmak ve en önemlisi özgün bir medeniyet fikri içinde anlamlandırmak bir türlü mümkün olmuyor. Düşünce evrenimizi kısıtlayan bu zincir yakın gelecekte de kırılacak gibi görünmüyor.

Cemil Meriç’in “Bir adamı tanımak için düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım, hiç değilse.” sözünden mülhem, artık hayatta olmayan birini tanımak için başvurulacak en iyi yöntem mevcuttaki eserlerine bakmak olacaktır herhâlde. O hâlde Cemil Meriç’i tanımak için bakılacak yer doğal olarak onun külliyatı olmalıdır. Yalnız, daha öncesinde, o kişi hakkında elde edilecek malumat konuyu anlamayı kolaylaştıracak bir yöntem olabilir.

Bir Yayıncılık’tan çıkan Cemil Meriç: Bir Fikir Arkeoloğu adlı eser bu yönde değerlendirilecek bir kitap. Akademisyen Adem İnce tarafından hazırlanan çalışma iki yüz sayfadan oluşuyor. Kitap, geçtiğimiz yüzyılda bu topraklarda yetişen ve fakat bu toprakların düşüncesiyle çatışmayan kişileri konu alan bir serinin parçası. Bu biyografik seri üstünkörü değerlendirdiğimiz entelektüel dimağları genç nesiller başta olmak üzere meraklısına tanıtmayı amaçlıyor. Kitaptaki üslup ve ve konuyu ele alış disiplini hazırlayıcısının bir akademisyen olduğunu belli ediyor. Bununla birlikte eserdeki dilin akademik bir çalışma gibi ağır olmadığını söylemeliyim. Kitabın en beğenmediğim yanı kapak (resmi) diyebilirim. Sanırım standartı yakalamak adına tüm serininin kapakları aynı şekilde hazırlanmış. Açıkçası böyle bir çalışmanın görselleştirilmesinin daha ‘orijinal’ olmasını beklerdim. Bir okuyucu olarak asıl önemli olanan mazruf olduğunu düşünsem de zarfı da önemsiyorum.

Kitap, “Cemil Meriç’in Hayat Hikayesi ve Düşünce Dünyası”, “Efkâr Denizinde İnci Çıkaran Adam”, “Tefekkür Balosunda Sîretler ve Sûretler” ve “Fildişi Kulenin Düşünce Tezgâhından: Cemil Meriç’in Telif Eserleri” başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşuyor. Bölüm başlıkları içerik hakkında bilgi veriyor diye düşünüyorum. Bu arada her bölüm kendi içinde farklı başlıklara ayrılarak Meriç hakkında malumat aktarıyor. Müellif, Cemil Meriç gibi çok çalışkan ve üretken birininin böylesi kısıtlı bir çalışmada anlatmanın mümkün olmadığını ve fakat onun düşünce dünyasını özetleyerek ilgilisine fayda sağlamayı amaçladığını belirtiyor. Adem İnce’nin Cemil Meriç’i olduğu gibi aktarmaya ve çok fazla abartmadan değerlendirmeye özen gösterdiğini bir detay olarak söylemeliyim.

Bir Fikir Arkeoloğu Cemil Meriç, Meriç’in doğumundan itibaren yaşam mücadelesini ve düşünsel oluşumunu eşsüremli olarak anlatıyor. Doğduğu zaman ve mekânın yanında onun düşüncelerinin oluşumunda geçmişinin ve konjonktürel durumun etkileri göze çarpıyor. Meriç’in doğduğu yer olan Hatay, Türkiye’nin kuruluşuyla birlikte Fransa’nın güdümündeki bölge içinde kalmıştır. Bu durum Cemil Meriç’in Fransızca öğrenmesine ve Fransız kültürü etkisinde kalmasına neden olmuştur. Diğer yandan babası eski bir Osmanlı yargıcı olan Meriç’in ailesi Rumeli göçmenidir. Kısacası o, farklı kültürlerin aynı bünyede buluşmasıdır. Bununla birlikte babası ve annesiyle sıcak ilişkiler kuramayarak büyümüştür. Gergin bir aile ortamı içinde yalnız kalarak -kendi deyimiyle- “kitaplara kaçmıştır”. Cemil Meriç’in yaşamında daha çocukken girdiği bu yolun etkileri sonrasında açığa çıkıyor. Gerek hayatına gerekse eserlerine bakıldığında özellikle kitaplarla kapattığı yalnızlığının bir alışkanlık hâline geldiği ve ömrü boyunca sürdüğü görülüyor. Kitapta Cemil Meriç’in sırasıyla Türk milliyetçiliğinin, Marksizm’in, Hint mistisizminin ve nihayet Osmanlılık düşüncesinin etkisi altına girdiğini görüyoruz. Batı’nın tesiriyle başlayan düşünsel serüven Doğu’nun (Hint mistisizminin) keşfinin ardından özüne, doğduğu topraklara (Osmanlı’ya) dönerek hitama eriyor. Cemil Meriç’in telif eserlerine içeriklerine dair kısa notlarla birlikte kronolojik olarak yer verilmiş. Eserlerin içeriğine kronolojik olarak bakıldığında yukarıda belirtilen serüvenin izleğini görmek mümkün.

Cemil Meriç’in en belirgin özelliği sanırım okumaktır. Bu yolda gözlerini kaybetmesine rağmen durmamıştır. Ayırt etmeksizin her düşünceyi okumayı görev addetmiştir adeta. Kendi deyimiyle “her düşünceye saygı” ilkesiyle hareket eden Cemil Meriç’in eserlerinde bazı tarihi şahsiyetleri biraz daha öne çıkardığı görülür. Adem İnce çalışmasında Cemil Meriç’in düşünce dünyasına etki eden bu isimlere değinmekle kalmamış küçük de olsa müstakil bir bölüm hazırlamış. İbn Haldun, Tunuslu Hayreddin Paşa, Âli Paşa, Mehmet Akif Ersoy, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Honore de Balzac, Karl Marx bunlardan öne çıkanlar. İsimlere bakıldığında sosyolojiden dine, ekonomiden edebiyata kadar geniş bir düşünsel yelpaze dikkat çekiyor. Örneğin Karl Marx’ın Cemil Meriç’in hayatında çok önemli bir yeri vardır. Meriç kendisini (bağnaz olmayan) bir Marksist ve dolayısıyla sosyalist olarak tanımlıyor. Bu anlamda Marksizm hayatı boyunca bir referans noktası olmuştur. İbn Haldun’u sosyolojinin kurucusu ve keşfedilmemiş bir hazine, Tunuslu Hayreddin Paşa’yı Avrupa’yı ve İslam coğrafyasını çok iyi bilen bir devlet adamı olarak değerlendiriyor. Cemil Meriç’in Kemal Tahir’le ortak noktası Marksizm’e yelken açtıktan bir süre sonra Osmanlı’nın sularına demir atmalarıdır. İlgili bölümde ele alınan diğer isimlerin Meriç’in düşünce dünyasındaki yansımalara değinmiş Adem İnce.

Cemil Meriç çok yönlü bir ‘entelektüel’. Öğretici kimliğinin yanında mütercim ve münekkit kimliğinden de bahsetmek gerekiyor. Özellikle dil konusundaki hassasiyeti ve titizliği takdire şayan hasletlerinden ikisi diyebiliriz. Kitabı okurken yazım üslubuna karakterinin yansıdığını anlıyoruz. Aceleci, sert, bilgiç tavırları yazılarında açığa çıkıyor. Aydın ve entelektüel kavramlarıyla ilgili hırçın üslubu, dil ve çeviri konularındaki hakarete varan söylemleri bunu açıkça gösteriyor. Yalnız kitabın satır aralarındaki detaylar Cemil Meriç’in yüz yüze ilişkilerindeki üslubunun yazı üslubunundaki kader sert olmadığını söylüyor.

Okur, kitabın son sayfalarına geldiğinde Cemil Meriç’in düşünce dünyasının omurgası hakkında bilgi sahibi oluyor. Bu omurgayı oluşturan kavramsal çerçevenin içinde Batıcılık, Doğu düşüncesi, İslam, çağdaşlaşma, medeniyet, uygarlık, ümran, irfan, kültür, aydın, entelektüel gibi kavramlar yer alıyor. Müellifin “özet” çalışmasını oldukça başarılı hazırladığından olsa gerek, Cemil Meriç’in hangi kavramı nereye ve neden yerleştirdiği konusunda az çok bilgi sahibi olunuyor. Ayrıca evrensel karşılıklarıyla hiçbir alakası olmayan Türkiye’deki sağ-sol çatışmasının nasıl bir dogmatizmle sürdürüldüğüne ve Doğu-Batı tartışmasının sömürgeci-oryantalist söylem içerisinde gerçekleştiğine dikkat çekiliyor.

Cemil Meriç kendisini bir yere ait görmüyordu. Evvela okumayı sonra düşünmeyi ve yazmayı hayatı hâline getirmişti. Ardından bıraktıkları da bu düşünceye hizmet edecek nitelikte zaten. Bizler, bırakalım onun gibi okumayı, onun okuyup damıtarak elde ettiği eserlerini okumaktan beriyiz. Adem İnce, Cemil Meriç’e dair bazı özel gayretler olsa da dişe dokunur bir biyografik çalışma dahi olmadığını belirtiyor. Farkında bile değiliz. Çok okumamız gerekiyor, daha çok.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder