SAYFALAR

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Yol ayrımı değil, bir dönemeç

Tarık Buğra, Türk Edebiyatı’nın tamamına baktığımızda, tüm eserleri göz önüne alındığında en yetkin yazarlarımızdan biridir. Deneme, öykü, roman gibi birçok alanda eser veren yazar, Türk okurlarca iki romanıyla bilinir daha çok: Küçük Ağa ve Osmancık. Liselerde dahi bu iki roman dışında pek tanıtılmaz öğrencilere. Ancak her eseri birbirinden kıymetlidir ve okura bir şeyler öğretir, en azından bir bakış açısı kazandırır mutlaka. Bunlardan biri, diğer romanlarına göre daha az bilinen kitabı Dönemeçte’dir.

Bir misyon kitabı diyebiliriz Dönemeçte’ye. Bir görev duygusuyla yazılmıştır. Tarık Buğra Türk insanına, tek parti döneminden çok partili hayata geçiş dönemini Anadolu’nun küçük bir kasabasından bakış açısı sunmuştur. Bu tür kitaplar edebiyatımızda mevcuttur. Daha önce ‘Esir Şehir’ üçlemesinin üçüncü kitabı Yol Ayrımı’nda Kemal Tahir, Serbest Fırka'nın kurulma hikâyesini kendine göre yazmıştır. Bu kitap ise daha sonraki bir süreci, bu kez akamete uğramayan bir süreci konu edinir: Demokrat Parti’nin kuruluş aşamasıdır bu. Fakat Yol Ayrımı romanıyla şu açıdan farklılık gösterir: Yol Ayrımı’nda asıl konu particilik ve bunun etrafında dönen olaylardır. Ayrıca Yol Ayrımı’nın esas kahramanları siyasetin içinde olan kişilerdir. Dönemeçte’de ise, demokrasiye geçiş, küçük bir Anadolu kasabasından ve bu tür particilik ve siyaset işlerine uzaktan bakan kasaba halkı ve bu küçük kasabanın bazı memurları üzerinden kurgulanır. Ayrıca Dönemeçte romanında, asıl konu olan Demokrat Parti’yle beraber demokrasiye geçişten başka bir de bir aşk hikâyesi konu edilir. Hatta diyebilirim ki asıl konu bu aşk hikâyesi olmasa da bu konu, diğerinden çok daha fazla işlenmiştir. Kitap hâkim akış açısıyla yazılmıştır. Kitabın asıl kahramanı ‘hökumat’ doktoru Şerif’tir. Bundan başka Doktor Cevdet, Cevdet’in kızı Handan, kasabaya yeni atanan genç savcı yardımcısı Orhan, Eczacı Celal, kasabanın yerlisi, terzilik yapan, herhangi bir eğitimi olmayan ama oldukça bilgili ve açık fikirli Fakir Halid ve Kahveci Şükrü romanın asıl kahramanlarıdır ve okuyucunun gözünde başarılı bir şekilde somutlaştırılmışlardır.

Dönemeçte üç bölümden oluşur: Her İnsana Bir Başka Sabah, Hep Aynî Şarkılarla ve Kader Olandır. 271 sayfalık eserin ilk 100 sayfası ilk iki bölümü ihtiva ederken son 170 sayfa civarı üçüncü ve son bölüme ayrılmıştır.

"Tan yeri nerdeyse ağaracaktı" cümlesiyle birlikte ilk bölümünün temellerini atan yazar, her ana kahramanın aynı sabahına ışık tutar. Bu, hem kahramanların kim olduklarını okura etraflıca tanıtır hem de onların birbirleriyle olan ilişkilerini aydınlatır. Aynı günün aynı sabahına bütün kahramanlar nasıl başlamış bunu da öğrenmiş oluruz. Başlangıçta Handan ve Doktor Şerif arasındaki eski aşk hikâyesini de öğreniriz (yazar detayları ileriki bölümlerde açıklar), genç savcı yardımcısının kasaba treninden inişini de. Ancak kitabın asıl yazılma sebebi olan politik unsurlar yoktur. Hatta bu politik unsurlar kitabın içine diyaloglar veya iç monologlar yardımıyla serpiştirilse de ta kitabın sonlarında asıl yoğunluğuna kavuşur. Hatta bazı okurlara göre esas konunun aşk hikâyesi olduğu bile söylenebilir ancak değildir. Dönemeçte’de bu aşk ve demokrasiye geçiş konusunun dışında en net işlenen konu, kasabada bulunan Şehir Kulübü baz alınarak kurgulanan ve tek parti döneminin tipik bir özelliği olan aydın-halk kopukluğudur. Bu konu da oldukça detaylı işlenmiştir Tarık Buğra tarafından. Doktor Şerif ve Fakir Halid bu kopukluğun farkındadır ancak çaresizdirler, doktor kendini alkolle avutur, Halid ise işiyle. Şerif’in en yakın arkadaşı Operatör Doktor Cevdet de bu durumdan rahatsız olanlardandır ancak poker masasından ve dolayısıyla hiçbir şeyi umursamayan, halktan kopuk memur takımından kopamaz. Doktor Şerif de bu tür konulara dert ortağı olarak kendi gibi olan Fakir Halid ve bazen de kahveci Şükrü’yü seçer. Fakir Halid için de durum farklı değildir:

Sezişti ama sadece. Konuyu bu işleri iyice bilen, aklı eren biriyle, meselâ Doktor Şerif ile konuşmak isterdi. Ama onlar kendi âlemlerine dalıp gitmişlerdi. Şehir Kulübü etrafı kalelerle, aşılmaz surlar ve hendeklerle çevrili bir derebeyi konağına benzerdi. Girilemezdi oraya. İçindekiler dışarıya çıktıkları zaman da zırhlara bürünmüş gibiydiler; atlarını mahmuzlayıp dört nala geçer gibiydiler. Bu yüzden de, kendisine değilse bile, halka kala kala Karcı Yusuf’lar kalıyordu.

İsmet Özel 1946 seçimleri için “Türk Milleti’nin başında olmasını istediklerini değil, olmasını istemediklerini seçtiği seçimdir” der. Buna göre Türk Milleti Halk Partisini değil Demokrat Parti’yi seçmiştir. Demokrat Parti’nin kuruluşunu ve halk nezdinde bir karşılık bulma çabalarını Tarık Buğra yerel kahramanların rolleri üzerinden okura aktarır. Aslında bu kitap Tarık Buğra’nın taraf tuttuğu bir kitap değildir. Demokrat Parti’nin daha işe başlarken Halk Partisi’nin yanlışlarını benimseyerek başlamasını eleştirir ve dini siyasete alet etmekten basını sansürlemeye, örnekler üzerinden gider. “Haşâ sümme haşâ, Allah’ı bile fırkacı yapıp çıktık işte” ve “Siyasî haklar, bu arada da basın hürriyeti Demokrat Parti’nin, aşağı yukarı kuruluş sebeplerinin en önemlisi idi; buna karşılık bu partinin, kurucularında gördüğü bu sansür titizliği insanda hangi umudu bırakırdı” gibi cümleler bu konulara getirilen tipik örneklerdir.

Yazar kitabına Dönemeçte ismini vermiştir. Bu hem Türkiye’nin politik manadaki dönemecidir hem de Doktor Şerif’in özel hayatındaki dönemeçtir. Fakat doktorun özel hayatındaki dönemeç de particilikten ayrı tutulamaz ve kendisine verilen siyasi görevi bir nevi kabul etmek zorunda kalır Şerif. Türkiye’nin siyasi manadaki dönemecini ise Kemal Tahir’e belki de ‘taş atarak’ açıklar Tarık Buğra:

Ve düşünüyordu ki, dönemeç yalnız kendisinin değil, bütünüyle Türkiye’nin, Türkiye insanlarının önünde idi.. üstelik bir yol ayrımı söz konusu değildi: Yol mutlaka bu dönemeçten geçecekti.

Devlet konusunda, demokrasi konusunda kişisel fikirlerini satır aralarına yerleştiren Tarık Buğra’nın bu romanda yaptığı en önemli işlerden biri Anadolu insanının ya da Türk insanının güç karşısındaki duruşudur. 1940’larda da bu durum böyleydi, 1840’larda da, muhtemelen 2040’da da böyle olacak. Çünkü tek taraflı ve birbirini yok etmek üzerine kurulu siyaset her zaman vardı. Tarık Buğra’nın bunu görmesi olağan bir durumdur ve bu durumu da romanında kullanmaktan geri durmamıştır. Çünkü eğer bu Türkiye’nin dönemeciyse, aynı zamanda halkın da ‘dönmesi’dir belki de. Ve tabiî ki son dönemlerin moda tabiriyle kamplaşma da:

Dün Millî Şef’i övmeyi bir şan, şeref yarışı ve yurtseverlik gereği sayan bu insanlar; bugün ayni yüceliği ona sövüp saymakta, onun yönetimini ve onu şaşırtıcı, hattâ korkutucu bir hırsla kötülemekte görüyorlardı. Bu yeni faziletin kâşifleri ile eski inançta direnenler arasında kanlı bir savaş çıkıverecekmiş gibiydi. Doktora öyle geliyordu. Ve doktor bu milletin Yunan’a, Moskof’a veya Bulgar’a bile artık bu kadar düşmanlık duymaz olduğunu düşünüyordu.

Buraya kadar genelde, romanın Türk siyasi hayatının bir dönemine bakan tarafından söz ettim ancak Handan-Orhan-Doktor Şerif ve bunlara ekleyebileceğimiz Eczacı Celal arasındaki evlilik, karşılıklı aşk ve karşılıksız aşk türünden ilişkiler de daha önce dediğim gibi oldukça fazla yer kaplıyor. Ancak benim okuma sebebim ‘dönemeç’i öğrenmekti. Fakat bu aşk teması da romana oldukça iyi yedirilmiş. Karakterlerin insani yönünü betimleme açısından gerekliydi bile diyebilirim.

Önemli bir döneme, başarılı bir kurguyla ışık tutuyor Tarık Buğra. Osmancık ve Küçük Ağa’dan başka da bir Tarık Buğra var. Hiç eskimeyecek bir kitap ve hiç eskimeyecek bir yazar. Kemal Tahir ve Yakup Kadri’yle beraber milli edebiyat diyebileceğim kavramı oluşturan -bana göre- üçgenin üçüncü ayağı. Bu romanı da iyi romanlarından biri. Es geçilmemeli diyorum.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder