SAYFALAR

15 Nisan 2019 Pazartesi

Madene doğru: bir arayış hikâyesi

İçinde bulunduğu ruh halini veya olayları başarılı bir şekilde, realizmden sapmadan veya romantizmin sınırlarında dolaşarak anlatan/anlatabilen yazarlar, çok uzun yıllardan sonra bile hâlâ hayranlıkla okunabilmektedir. Bu durumun Türk ve Dünya Edebiyatı’nda birçok örneği mevcuttur. Fakat bir de, yazdığı olaylarla ilgili, eserinde kurguladığı şeyin uzağından bile geçmemiş olsa bile, bu durumu satırlara sanki yaşamış gibi aktarabilen yazarlar vardır. Bu iki grup arasında tercih yapmak zorunda değiliz. Önemli olanın ortaya çıkan eser olduğu muhakkak. Ancak ikinci grubun yaptığı şeyin daha çetrefilli olduğunu düşünüyorum. Çünkü hayal gücünü zorlayarak salt bir kurgu, bir olay, bir mekân ortaya çıkarmak, birebir yaşanılan bir şeyi kitaba dönüştürmekten daha zor kanaatimce. Tıpkı, Natsume Soseki’nin Madenci kitabında olduğu gibi.

Dilimizde yeni yayımlanan bir kitaptır Madenci. Oysaki yazılışı ve asıl dilinde yayımlanışı 1907 ve 1908 yılına dayanır. Jaguar Kitap’tan neşredilen kitap, 213 sayfayı ihtiva eder fakat bunun son 15 sayfası, Haruki Murakami’nin sonsöz niyetine yazdığı, hem yazarın edebî hayatı hem de mezkûr kitap hakkındaki bilgilerden oluşur. Bu kısım, dikkat çekici ve geniş bir değerlendirme olmuş.

Kitap kısaca; isimsiz bir anlatıcının, bütün refahını, zenginliğini, tembel hayatını geride bırakarak, 19 yaşında evi terk etmesini ve bir maden ocağına gidip orada yaklaşık beş ay geçirmesini konu eder. Tabii bir roman mıdır bu? Tartışılır. Ben anlatı demeyi daha uygun görüyorum. Zaten yazar da sık sık araya girip bunun bir roman olmadığını/olamayacağını belirten cümleler kurar okura. Hatta kitabını, işte madencilik tecrübelerim bundan ibaret. Ayrıca söylediğim her şey doğru, zaten bunu kitabımın bir romana dönüşemediği gerçeğinden pekâlâ anlayabilirsiniz şeklinde bitirir.

Madenci, bir arayış hikâyesidir. Başkarakterine Dostoyevski’nin herhangi bir romanında rastlayabilirsiniz. Soseki’nin, Rus yazardan oldukça fazla etkilendiğini düşünüyorum. Bunu, karakterin iç konuşmalarından net bir şekilde anlıyoruz. Zaten kitap tek bir konu üzerinden iki damar halinde akar. Biri karakterin iç dünyası, öbürü dış/çevresel dünya.

Madenci’de ölüm veya intihar kavramlarıyla (hatta başarısız intihar denemeleriyle) haşır neşir olan anlatıcının evden kaçtıktan sonra, Çozo adındaki adamla tanışıp madene gitmeyi kabul etmesi detaylıca işlenir. Çozo’yu bir ‘madenci pezevengi’ olarak tanımlar anlatıcı. Tabii bu işi kabul etmesinde karakterin çelişkili ruh halinin rolü büyük rol oynar: Bir taraftan ölmek isterken diğer taraftan hayata tutunacak dallar arar. Çozo da tam bu anda imdadına yetişir:

Ne tuhaftır ki insanın ruhu sonsuzluğa sürüklenmeye hazır da olsa, biri seslenince hâlâ bir yerlere bağlı olduğunu fark ediveriyor.

Hatta bir taraftan ölmeyi isterken öbür taraftan yaşama tutunmaya öyle çaba gösterir ki, dünyada çok türlü amelelik işi vardı ama bana kalırsa madencilik bunların arasında en adisi ve en hor görüleniydi şeklinde gördüğü madenciliğe tutunmak zorunda kalır. (Tabii bu tutunmasının bir nevi ‘kaçış’ olduğunu da söyleyebiliriz). Kitabın ismi Madenci olsa da, kitap aslında bir gencin madene gitme yolunda yaşadıklarını anlatır. Örneğin 80. sayfaya kadar kitapta herhangi bir maden göremeyiz mekân olarak. Anlatıcının iç çelişkileri ve düşünceleriyle beraber, zaman zaman anlatılan bir geçmiş görürüz. Hatta madene vardıklarında da, önce, anlatıcının madende geçirdiği iki günlük sürede neler yaptığı anlatılır. (Madeni tanımak için detaylı bir gezi, madencilerle tanışma vb.) Yani yine ‘iş’ olarak bir madencilik yoktur ortada. (Zaten anlatıcı da, kitabın ismi her ne kadar Madenci olsa da, bazı sebeplerden ötürü madencilik yapamaz, muhasebeci olur). Fakat bu kısımlar okura aktarılmaz, karanlık bırakılmıştır yazar tarafından. Daha doğrusu hikâye bitmiştir.

Murakami’nin sonsözde yazdığına göre, Soseki hiçbir zaman bir madene girmemiştir; hatta bir madenin yanından bile geçmemiştir. Fakat madenciliğin koşullarını, madenin fiziki yapısını betimleyebilmesi yönünden bu derece realist olabilmesi, Soseki’nin niye ‘Modern Japon Edebiyatı’nın en önemli yazarı’ olduğunun kanıtıdır bence. Soseki bir madene hiç gitmemiştir fakat bu hikâyeyi, anlattığı madende bir süre çalışan birinden dinlemiştir. Madenci, Soseki’ye bir aşk hikâyesi anlatmış ancak Soseki’nin dikkatini aşk hikâyesinden ziyade maden ve madenciler çekmiştir. O yüzden böyle bir hikâye çıkmıştır ortaya.

Değişik bir anlatımı vardır kitabın. Yazar hikâyeyi sık sık kesip olaylara müdahale eder. Kitap ya da hayat hakkındaki fikirlerini sunar okura. Bu tür bir anlatım yolunu seçen yazarlar bizim edebiyatımızda d var olmuştur. Son zamanlarda ise Mustafa Kutlu’da gördüğümü hatırlıyorum. Bunun ne kadar sağlıklı olduğunu okur kitabı okuyunca karar verecektir fakat bu durumun abartıldığı zamanlarda kitaptan uzaklaşan okurlar olacaktır. Kitaba bir romandan ziyade didaktik bir eser görünümü verir çünkü bu anlatım tarzı. Örneğin şu pasajı gösterebiliriz bu anlatımı açıklayabilmek için:

…Böyle giderse bu kitaptan bir roman çıkmaz. Dünya sanki bir zaman yerli yerine oturacak gibi görünen ama asla oturmayan, tabiri caizse beş para etmez romanlardan alınmış olaylarla dolu.

Kitap hakkında düşündüğüm bazı şeyleri sonsözde Murakami’nin kaleminden okumak sevindiriciydi. Mesela Murakami kitabı, gerçeklerden esinlenerek yazılmış bir kurmaca olarak tanımlar ki katılmamak elde değil. Hatta kitabı tek cümlede özetliyor diyebiliriz. Bana göre de en doğru tanımdır bu: Bu kitap etten kemikten bir insanın iç dünyasının işleyişine dairdir.

Fakat Murakami’nin bazı görüşlerine katılmıyorum. Murakami, bu kitabın Soseki külliyatı içinde ayrıksı bir yerde durduğunu düşünür. Ne önceki ne de daha sonraki eserlerine benzemediğini, yazarın tamamen deneysel bir şeyler yapmaya çalıştığını, sonucundan kendisinin de çok mutlu olmadığını söyler. Kitabı en çok da kurgu ögesinin eksikliği yönüyle eleştirir. Evet, Soseki bu kitaptan çok memnun olmayabilir, kitabın içinde de bazı kanıtlar var yazarın kitabından çok da memnun olmadığına dair; fakat bu kitap, kanaatimce sadece Japon Edebiyatı için değil dünya edebiyatı için de önemli bir kanadı temsil eder. Kurgudan yana eksik olması kitabın öneminden ve değerinden bir şey götürmez çünkü Soseki’nin de amacı zaten kurgu değildir bana göre. Eğer salt bir kurgu eser yazmak isteseydi, tanıştığı gencin madende olanları anlattığı kısımları edebî hâle getirmez, gencin anlattığı aşk hikâyesine yönelirdi. Yine de Murakami yazısının devamında Madenci’nin hakkını vermeye çalışır. Anladığıma göre, Murakami’nin kafası epey karışık, bu eseri nereye konumlandıracağı konusunda.

Soseki’nin kitapta anlattığı mekân gerçektir. Bu mekân, Tokyo’ya 110 km mesafede bulunan Aşio Bakır Madeni’dir ve çalışma koşullarının ağırlığıyla bilinir. Murakami, yazısında bu madenin tarihçesini kısaca özetleyerek okura bir iyilik yapmıştır. Hikâyeye katkısı olan bir bilgilendirmedir bu.

Her ne kadar Soseki’nin de zaman zaman memnuniyetsizliğini bildirdiği bir eser olsa da Madenci; Dostoyevski ve onun tarzıyla yazılan eserlere eklemlenebilecek çok önemli bir kitaptır. Realist anlatım yönünden başarılı, diyalogları sahicidir. Çeviri de son derece başarılıdır. Ve Soseki, özellikle anlatıcı rolünü verdiği başkarakter başta olmak üzere tüm karakterlerini somut bir hâle büründürmüş, onların fiziksel ve ruhsal durumlarını, ruhsal katmanlarının açılımlarını çok başarılı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu kitap bence tek başına bile bir yazarı ‘usta’ yapabilecek seviyededir.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder