SAYFALAR

19 Mart 2019 Salı

Zor olan çocuk değildir, 'gerçekten yanında olmak'tır

"Bir birey, yaşamının başından beri münferittir. Yaşam tarzı, köklerinde yapılan hataları anlamadan değiştirilemez."
- Alfred Adler, Bireysel Psikoloji Üzerine

İnsanın dünyaya gelişiyle birlikte geçirdiği ilk beş yılı tarifsiz bir öneme sahiptir. Her ne kadar tarifsiz desek de mutlaka tarif edilmesi gereken zamanları içerir. Çocukların davranışları işte bu ilk beş yılda belirgin bir nitelik kazanır, diğer bir tabirle otomatikleşir. Çocuğun karakteri ve üslubu beşinci yaşla birlikte net biçimde ortadadır artık. Bu süreci anlaşılabilir kılmak için birçok psikoloji kuramı insanlara yardımcı olmaya çalışsa da Alfred Adler'in (1870-1937) kurucusu olduğu bireysel psikoloji, özellikle kuramlardan ziyade anlaşılabilir olmaya önem vererek çok ayrı bir yerde konumlanmıştır.

Bireysel psikoloji, kısaca insanla onun hayatı arasındaki ilişkiyi temel alır. Bu ilişki yaşama üslubu olarak adlandırılır. Kişinin ne kadar toplumsal olduğu, yani toplumla ilişkilerinde ne gibi tavırlar aldığı, nasıl iletişim kurduğu gibi sorulara cevaplar aranır. Her bir cevap, kişinin çocukluğuna atılmış ok gibidir. Bu oklar değişimleri ve dönüşümleri hedef alır. Bir insanda, özellikle de çocukta görülen sert değişim ne zaman başlamıştır? Hangi olaydan sonra çocuk hayata küsmüştür, kırılgan olmuştur, öfkeli bir hâle bürünmüştür? Adler, soruların önemi üzerinde sıklıkla durur. Çok basit örneklerle, bireysel psikolojinin hep öncelediği gibi en anlaşılır biçimde analiz eder durumu. Örneğin bir çocuk birinci ve üçüncü sınıf arasında gayet normal bir gelişim seyrederken üçüncü sınıftan sonra neden çok sinirli, gergin bir yapıya bürünür? Adler burada hemen çocuğun toplumla ilişkisindeki kırılım anlarına yöneltir soruları: Üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçerken ne oldu? Cevaplar şaşırtıcı biçimde Adler'i haklı çıkartır çünkü genellikle toplumsal kırılmalar çocuktaki değişime sebep olmuştur. Anneyle babanın ayrılması, çocukla ilgilenen bir kimsenin ölümü, alışılan ve sevilen güleryüzlü öğretmen yerine sınıfa sert mizaçlı bir öğretmenin atanması, aileye yeni bir çocuğun katılması...

Adler bireysel psikolojiyi tanımlarken, insan yaşamında süregelen yanlış bir kalıbın ilk 4 ya da 5 yılda oluştuğunu söyler. Bu kalıp öfke gibi bir duygu da olabilir, sürekli yalnız kalma gibi fiziksel bir tavır da. Çoğunlukla sebep şunlardır: Kusurlu organlara sahip çocuklar, aşırı derece ilgilenilmiş ve şımartılmış çocuklar, sevgiden mahrum edilmiş çocuklar. Adler, bu yanlış kalıbın değişmesi için iki yol sunar: çocuğun bu süregelen hatalar hakkında ikna edilmesi ve/veya hayatının ileri safhalarında çocuğun toplumla olan irtibatına bakılarak müdahale edilmesi. Her iki yolda da okulların bilhassa sosyal gelişim konusunda eğitici olması gerekiyor, bunun için de önce okulların eğitilmesi gerekiyor. Okul bu noktada oldukça önemli çünkü ne kadar erken müdahale, o kadar net sonuç; her şeyde olduğu gibi. "Hayatın ileri safhalarında iş daha da zorlaşır ve kişinin nasıl ikna edileceği nasıl değişeceği hususunda bireysel tedavi zorunlu hale gelir" der Adler. Bireysel psikolojinin burada anahtar görevi göreceğini ekleyerek öteki metotlara kıyasla çocuklukta yapılan hatanın ne olduğunu ve nasıl düzeltileceğini tahmin etmede daha iyi olduklarını belirtir.

Güç Eğitilebilir Çocuklar, 2019 yılı içinde Say Yayınları etiketiyle neşredildi. Alfred Adler'in çocuk gelişimi üzerine verdiği konferansların derlenmesinden oluşuyor. Yayınevi kitabın başında küçük bir uyarı yaparak kitabın içindeki görüş, tanı ve tedavi yöntemlerinin günümüz bilimsel gerkçeklerini yansıtmayabileceğini ve bu nedenle hem ebeveynler hem de öğretmenler için çağdaş bir rehber olmayabileceğini belirtiyor. Bu uyarıyı gereksiz bulduğumu söylemek zorundayım. Zira sadece Adler'in değil; Freud (1856-1939), Jung (1875-1961), Fromm (1900-1980) gibi birçok ismin 20. yüzyılın başında geliştirdiği yöntemlerin her biri kullanılabilir ya da kullanılmayabilir. Her biri rehber niteliğinde olabileceği gibi hiçbiri de rehber olmayabilir. Dolayısıyla saydığım isimlerin hemen hemen tüm eserlerini titizlikle neşreden bir yayınevinin bu ikazı yapması bana biraz tuhaf geldi. Böyle bir ikaz yapılıyorsa, arka kapak metninde neden "çağının ötesinde bilgiler veren bir kaynak" cümlesi geçiyor mesela? Kitap okundukça görülecektir ki Adler zaten bir çocuğun aile hikâyesi bilinmeden, ona doğru sorular sorulmadan ve eğitim ile toplum hayatı göz önünde bulundurulmadan bireysel psikolojinin verimli ilerleyemeyeceğini belirtiyor... Diğer yandan kitabın içindeki metinlerin sıralamasının çok yerinde olduğunu da söylemem gerekiyor. Birbirini tamamlayan ve sürekli derinleşen konular, kitabın sonunda Adler'in anlattığı dört vakayla neticeleniyor. Özellikle bu dört vaka, kitabın içindeki tüm teorileri ve bireysel psikoloji yaklaşımını pekiştiriyor.

Adler, sadece güç eğitilebilir çocuklar için değil tüm çocuklar için annenin mutlaka üzerine vazife olan iki ödevinden bahsediyor. Birincisi çocuğun sevgisini kazanıp ilgisini kendi üzerine öekmek, bir hemcins olarak çocuğun gözü önünde bulunmak. İkincisiyse çocuğun ilgisini başkaları üzerine açıp yaymak, yani toplumsallaşmasına imkân sağlamak, hemcins olarak babasını da çocuğun karşısına çıkarmak. Babanın dış dünyayı temsil etmesi, çocuğun onla yaşayacağı çatışmaların önemini yeniden hatırlatıyor. Bundan sonra Adler, hem bireysel psikoloji kuramı hem de güç eğitilebilir çocuklar üzerine şu en önemli uyarısını yapıyor: "Her ödev, toplumsal bir sorundur. Çocuk konuşarak başkalarıyla nasıl ilişki kurmaktadır? Toplumsallık duyguları yeterince gelişmemiş çocuklarda sık olarak konuşma güçlüklerine rastlarız. Kendimi topluma nasıl yararlı kılabilirim? Başkalarını düşünme, başkalarıyla ilgilenme, arkadaşlık, dostluk, insanlığa karşı ilgi gösterme, dinsel ya da siyasal bir görüşe sahip olma, evlilik, sevgi; bunların hepsi de toplumsal sorunlardır."

Peki kimdir bu güç eğitilebilir çocuklar? Onlar; başkalarının rahatlığı ve esenliğiyle ilgilenmeyen, toplumsallık duyguları yetersiz, iyimserlik ve cesaretleri istenen düzeyde olmayan çocuklardır. Onların özellikle beş yaş öncesi durumlarına dair genelde şu cümleler duyulur ebeveynlerinden, öğretmenlerinden ya da onlarla ilgilenen yakın kimselerden:

- Aşırı derecede aktif bir çocuk...
- Eline geçirdiği şeyleri kırmaktan hoşlanıyor...
- Bazen öfke nöbetlerine kapılıyor...
- Annesi çocuğun sağlıklı ve yaşam dolu olduğunu söylüyor...
- Pis ayakkabılarıyla en güzel masanın üzerine tırmanıyor.
- Annesinin o anda başka bir işle uğraştığını gördü mü hemen lambaya koşuyor, lambayla oynamaya bayılıyor...
- Lambayla oynamak için annesinin tam piyano çalmaya ya da kitap okumaya başladığı zamanı kolluyor... Dur durak bilmiyor, sofrada kıpırdanıyor sürekli, hep kendisiyle ilgilenilsin istiyor...
- Babasına durmadan yumrukla saldırıyor, kendisiyle oynamasını istiyor...
- Elini daldırıp ağzını pastayla doldurmak gibi bir alışkanlığı var...
- Annesine bir misafir gelse, onu oturduğu sandalyeden itip uzaklaştırıyor, kendisi çıkıp oturuyor sandalyeye...
- Baktı ki annesi ve babası piyano çalıp birlikte şarkı söylüyorlar, ben bu şarkıyı sevmiyorum diye bağırıyor...
- Bir şey istedi de istediği şey verilmedi mi, öfkesinden kuduruyor...
- Anne ve babası soluksuz kalıyor, oğlana gelince yorulmak nedir bilmiyor...
- Dikkatini bir konu üzerinde toplayamıyor...
- Yuvaya gitmekten nefret ediyor...
- Yuvaya hiç gitmiyor, gitmek istemiyor...

Tüm bu yorumların analizini yapıyor Adler. Çocuğun neden yerinde duramadığını, öfkeli olduğunu, ilgiyi sürekli kendi arzuladığı zaman ve yine kendinde bulmak istediğini, niçin saldırgan bir tutum gösterdiğini, ortamdaki neşeyi neden bozmak istediğini, hangi durumlarda aşırı davranışlar gösterdiğini nokta atışı tespitlerle ve bireysel psikolojinin başından beri savunulan 'herkesin anlayabileceği şekilde' izah ediyor. Unutmadan söylemek gerekir ki güç eğitilebilir çocuklarda bu yorumların hepsi aynı anda görülmez. Ancak belirli zaman aralıklarında (toplumsal değişim - dönüşüm evrelerinde) her biri tabiri caizse hortlayabilir. Bireysel psikoloji kuramının bu tip çocuklar karşısında ilk ilgilendikleri şey çocuğun başarısızlıklarıdır. Ödevleriyle, yapması gerekenlerle yakınlık ve uzaklık derecesidir. Burada istem ve eylem ayrımını yapıyor Adler. İstemenin yapmakla aynı değerlendirilmesinin büyük bir hata olduğunu, tek gerçeğin o istenen şeyin eyleme dönüşüp dönüşmediği olduğunu söylüyor: "Çocuğun iyi niyet gösterisinde bulunduğu süre hiçbir eylemin gerçekleşmeyeceğini kesinlikle söyleyebiliriz. Kurtuluşlarının bedeli olarak karşısındakilere iyi niyetlerini buyur eden çocuklarla ikide bir karşılaşırız. Böylesi çocuklarda bir değişiklik görülmez, yaşamsal üslupları otomatikleşmiş ve istemleri bütüne uyacak gibi söz konusu üslup içine yerleştirilmiştir."

Dikkatleri sürekli 'toplumsal ilgi'de tutuyor Adler kitap boyunca. Toplumsal ilginin doğru ve yeterli ölçüde verilmediği çocukların sorunlu olarak kalacaklarını ve davranışlarındaki otomatikleşme sebebiyle yaşamlarında sürekli bu sorunlarla baş başa kalacaklarını belirtiyor. Toplumsal ilginin yetersizliği aslında bir sonuç. Güç eğitilebilir çocuklarda görülen bir sonuç; toplumla kopuk ilişki. Peki bu sorun, güç eğitilebilir çocuklar dışında kimlerde görülüyor? Adler'e göre nevrotiklerde, psikozlu kimselerde, suçlularda, intihar meyillilerde, ayyaşlarda. Toplumsal ilginin yetersizliğinin yanı sıra cesaret, anlayış ve toplumsal sorunların çözümüne karşı doğru bir eğitim eksikliği de yine bu tiplerde görülen sorunlar.

Yaşam üslubu, Adler'in güç eğitilebilir çocuklara dair geliştirdiği çözümler üzerinde büyük rol oynar. O üslubu keşfetmek her şeydir: "Bir çocuktan ya da bir erişkinden başını çevirip yaşamının en geride kalmış dönemine bir göz atmasını ve anımsayabildiğini herhangi bir şeyi bize söylemesini istedik mi, yaşam üslubundan bir parçayı ele geçirmiş oluruz; çünkü söz konusu çocuk başını çevirip geriye baktı mı, kendisi için alabildiğine önem taşıyan, ama şimdiki durumunda büyük bölümüyle akıl erdiremediği bir nesneyi ötekiler arasından seçip bize buyur eder. Bizim köprübaşı olarak yararlanacağımız bu nesneler, otomatikleşmiş yaşam üslubuna düşülen kayıtlardır. Karşımızda bir makine vardır, aktif ve yaratıcıdır, önünde yalnız bir yol uzanır, bu da kendi yoludur onun, ancak bu yolda ilerleyebilir."

Çocuğun aile içinde cesaretlendirilmesinin öneminin çok büyük olduğunu söylüyor Adler. Doğru biçimde cesaretlendirilmeyen çocukların gelecek yaşamlarında sinik, sönük, içine kapanık, her fırsatta kaçmaya ve gizlenmeye yani yalnız kalmaya meraklı insanlara dönüşmesinin çok doğal olduğunu söylüyor. Burada tek çocuk olmanın ayrı, çok çocuk içinde bir çocuk olmak ayrı öneme sahip. "Bize düşen, çocuğu ve hatasını bir melodi bütünü içinden bir nota gibi çıkarıp incelemek değil, onu daha geniş bir ilişkiler örgüsü içinde ele almaktır" diyor Adler. Çünkü: "Bizler 'bütün'ün bir parçasıyız, toplumla çözülmez gördüğü bir bağ içindeyiz; dolayısıyla ideallerimiz de toplumun öngördüğü doğrultuda geliştirilmiştir... Bireysel psikolojinin ödevi derinlerde saklı yatan ilişkileri ele geçirerek toplumsallığın anlamına götürecek yolu bireylere göstermektir."

Güç eğitilebilir çocuklarda anılar ve düşler de önemli bir yerde duruyor. Kitabın hemen hemen yarısı bu tip çocukların anıları ve düşlerini yorumlama üzerine eğiliyor. Adler burada Schubert'in düş yaşamının insanın kişiliğini yansıtan bir ayna olduğu sözünü hatırlatarak Goethe'nin çağdaşı olan Lichtenberg'in düşlerden yola koyularak bir insanın karakterini davranışlarından daha iyi belirleyebileceğimizi ileri sürüşünü hatırlatıyor. Düş yaşamının önemsenmesi ve daha iyi anlaşılması konusunda Freud'un katkısı ise şüphesiz dev boyuttadır. Ancak Adler, Freud'un düşe dair görüşlerindeki tutarsızlıklara da vurgu yapıyor ve özellikle bütün düşlerin çocukluktaki cinsel istekleri doyuma kavuşturma çabasından kaynaklandığı fikrine bütünüyle itiraz ediyor. Zaten Adler de Freud'un fikirlerinden sıyrılıp kendi kuramını inşa etmesiyle psikoloji tarihinde çok önemli bir yer tutuyor.

İnsanların gördükleri düşlere önem vermediğini çünkü nasıl davranacaklarını bilmediklerini belirten Adler'e göre bireysel psikoloji bu bilmeceyi çözmüş, düş yaşamının anlaşılmasında son derece önemli bir adım atmıştır: "Düşün amacı anlaşılmak değil, düşü görende onun ellerinden kurtaramayacağı bir takım ruh durumları ve duyguları uyandırmaktır. Ruh durumları ve duygular kaybolmadan kalır; bu gerçeği göz önünde tuttuk mu düş görmemizin nedenini anlarız. İlgili neden de, düşle içimizde belli bir duyguyu uyandırıp belli bir ruh durumunu yaratacak mantık engelini aşmak ve gerçekleştiremediğimiz bir isteği bu yoldan gerçekleştirmeye çalışmaktır."

Adler'e göre en çok düş gören insanlar, hayatlarında akıllarıyla kalpleri en fazla çelişen insanlardır. Dolayısıyla kaygının ve korkunun düş görmeye en çok kapı aralayan duygular, haller olduğunu söylemek mümkün. Yaşamı bütünüyle otomatikleşmiş birinin düş görme olasılığını çok düşük gören Adler, kitapta birçok çocuğun anılarını ve düşlerini yorumluyor. Çıkan sonuçların çarpıcılığı yüksek boyutta. İnsan ruhuna mantığın değil duyguların kılavuzluk edebileceğini düşünen Adler'e hak vermemek güç, zira anılarımızı ve düşlerimizi bize hatırlatan mantığımız değil duygularımız olur, düşünce dünyamız, yani yaşama üslubumuz. Neyi çekip çıkarıyorsak geçmişten, orada bize dair en hakiki şeyler vardır.

Kitap hem bir baba hem de psikolojiye meraklı bir okur olarak yeni ödevler çıkarmamı, yeni keşifler yapmamı sağladı. Özellikle düş ve anı mevzularına dair merakım yeniden alevlendi. Ama bir gerçek var ki o da toplumla insan arasındaki ilişkinin köklerde başladığı. Güç Eğitilebilir Çocuklar, işte bu köklerdeki sorunları, hataları bulup çıkarıyor. Yalnızca tespit yapmıyor, fazlasıyla çözüm sunuyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder