SAYFALAR

20 Şubat 2019 Çarşamba

Belki derdimize çare bir öykü

Emin Gürdamur’un bizi kendine hayran bakan üslubuyla kaleme aldığı “Atları Uçuruma Sürmek” adlı kitabından sonra ikinci öykü kitabı “Herkesten Sonra Gelen” şubat ayında Ketebe’den çıktı. Toplamda on beş öyküden oluşan eser bir nefeste okunacak lezzette hikâyelerden oluşuyor.

Kitap okuma serüvenimin Muzaffer İzgü’nün bir gün okulumuza gelip kitaplarını imzalamasıyla başladığımı düşünürsem, okuma yolculuğum hikâyeyle başladı diyebilirim ve sadece beşinci sınıf öğrencisiydim. O gün bugündür kitabın ve öykünün peşindeyim. Bende öykünün niteliğiyle ilgili en başat kıstas hayatın içinden olmaklığıdır. Öykü eğer okuyucuyu yakalayacaksa buradan yakalayabilir bana kalırsa. Biçim ve kurmaca daha sonra gelir. Eğer bir dil başarısı söz konusuysa biçim ve kuram kısmı bile yazarı hiç ilgilendirmeyebilir. O iş biraz da edebiyat tarihçilerinin işidir gibi geliyor bana.

Emin Gürdamur öykülerini cazip kılan karakterlerinin tıpkı sokakta ya da aynada gördüğümüz kadar gerçek ve acı çeken insanlar olması. Ayfer Tunç’tan mülhem söylemek gerekirse toplumumuzdaki en büyük problemlerden birisi kendi meselelerimizle yüzleşemememiz. Bu öykülerde de karakterler genelde kendi gerçekliklerinden kaçan ya da bir boşlukta asılı yaşamayı tercih eden ama anlatıcı sayesinde bu hakikatle yüz yüze gelmek durumunda kalan kişiler. “Burhan” adlı öyküsünü okurken kendimi Freud’un koltuğunda oturmuş gibi hissettim çünkü itiraf ediyorum beni anlatıyordu. Öykü biterken nasıl oluyor da bir başka kişi benim meselemi benden daha iyi biliyor dedim ve içimdeki buz tutmuş göl, mahir bir kalem tarafında kırılmış oldu. İşte iyi öykü bunu yaptırmalı diye düşünüyorum.

Burhan'dan bir kesit: "Her şey ne kadar birbirine benziyor. Evden dışarı adım attığında apartmanları görüyorsun, bütün evler birbirine hizalanıyor. Doğrularla yanlışlar omuz omuza veriyor. Bir isim hatırlamaya çalışıyor sonra. Kimdi unuttum, diyor. Savaşan iki ordu uzaktan intihar eden tek bir ordu gibi görünür, demişti. Başını iki yana sallıyor. Eksik demiş. Daha uzağa gidince onun bir ordu değil, bir yalan olduğunu görürsün. Daha uzağa gidince yalan da anlamını yitirir."

Dersini şiirden almış öyküler yazıyor Emin Gürdamur. Tahminim o ki şiir seven ve yazmadan önce bolca şiir okuyan bir yazardan bahsediyorum. Esasında bu lirik dil eğer dozunu tutturamazsak çok da mayınlı bir arazidir ama Emin Gürdamur bu araziden neredeyse yara almadan çıkabiliyor.

Malum, insan derin bir varlık. En saklı yanlarımız da derinlerimizde. O derinliğe inemiyoruz çoğu zaman. Sevdiğimiz yazarlar ise o derinliklerde gezinip bizim bilinçaltımıza ötelediğimiz ruhumuzu ensesinden tutup gün yüzüne çıkartıyor. Böylece zavallı ruhlarımız fazlalıklarından arınıyor.

Herkesten Sonra Gelen'deki öyküler de ilk kitabındaki gibi genelde muğlak bir karakter üzerinden durum öyküleri tarzında giderken bu kitapta klasik Emin Gürdamur çizgisinin biraz dışında, karakterlerin daha ete kemiğe büründükleri, hacmen de daha uzun ve daha da derinlikli dört öyküyü (Yıkım İşleri A.Ş. , Şair ve Sinek, Burhan ve Cazu) burada mimlemek istiyorum. Zaten bana bu yazıyı yazdıran da o muhteşem dört öykü. Bana kalırsa kitabın adı bu dört öyküden biri olmalıydı. Yıkım İşleri A.Ş. özellikle çok yakışırdı diye düşünüyorum. Klasik çizgisinin dışında diyorum çünkü Emin Gürdamur öyküsüne getirebileceğim tek negatif eleştiri de anlatımdaki puslu havanın yer yer uzun sürmesi. Hem karakterde bir muğlaklık hem de anlatımda puslu hava olunca okuyucu hikâyeden kopacak gibi oluyor. Durum öykülerini bekleyen bir tehlike bu. Ancak yukarda isimlerini zikrettiğim dört öykü bu kusurdan tamamen arındırılmış, tadından yenmeyecek öyküler.

Burhan öyküsünden biraz bahsetmiştim. Burhan gözü yolda bir güvenlik görevlisi. Ona kalsa tazminatını alıp yerleşecek bir köy evine. Ama prangaları var, aynı zamanda da ölesi. O prangaları ve ölmeyi isteyişini o kadar ustalıkla anlatışı var ki yazarın “işte derdimize çare bir öykü” dedim içimden. Bir tutunamayan Burhan. Ama diyor anlatıcı o kadar da kötü değil. Ona bir doğum günü pastası hazırlıyor nöbet kulübesinin önündeki seyyar masada. Ama gelmiyor Burhan. Burhan’a ne olduğunu bilmiyoruz. Hayatımızdaki boşlukların mahir yazarı bu sefer bize bir boşluk bırakıyor. Adını Burhan koyduğu buhranlı karakteri üzerinden bize bir kaçış öyküsü anlatıyor Emin Gürdamur. Hep böyle değil midir zaten? Çoğunluk kaçmak ister. Kaçtığını sanar ama kaçamaz ya da aslında kaybolmuştur kaçarken.

Hem dil başarısı, hem de insanı ustalıkla masaya yatıran bir ruhbilimci edasıyla, okurken bir hazdan fazlasını vadediyor Emin Gürdamur. Yaralarımızı sağaltmaya, onlarla yüzleştirmeye çalışıyor. İkinci kitabıyla birlikte Türk öyküsündeki yerini böylece perçinlemiş oluyor zira ilk kitabını okuduğumda çıtayı çok yükselttiğini düşünmüştüm. Ne mutlu Türk öyküsüne ve biz okuyuculara.

Kenan Yusuf Taşkın
twitter.com/knnysf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder