SAYFALAR

18 Ocak 2019 Cuma

Savaşın cephe gerisinde açtığı yaralar

“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıktan yiyen, kemiren yaralar…”
- Sâdık Hidâyet

İkinci Dünya Savaşı, dünya tarihinin gördüğü en büyük savaşlardan biridir. Belki de en büyüğü diyebiliriz. Sadece toplumları değil; romanları, şiirleri kısaca bütün edebi türleri etkilemiş ve her şeye şekil vermiştir. Dünya edebiyatında da İkinci Dünya Savaşı’nı konu edinen birçok eser vardır. Bunların bir kısmı, direkt olarak cepheden, cephenin içinden aktarır bize savaşı. Bazılarında ise cephe gerisini görürüz, savaşın etkilerini, yıkımlarını, götürdüklerini… Örneğin Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok bize savaşın içinden bir bakış sunarken, büyük yazar Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana'sı savaşın etkilerinin işlendiği bir romandır. Ayaz Ğıylecev’in Yara adlı kitabını da Toprak Ana grubuna dâhil edebiliriz.

Ayaz Ğıylecev, Tataristan’ın ve Tatar Milleti’nin en büyük yazarıdır diyebiliriz. Fatih Kutlu’nun oldukça başarılı çevirisiyle, Palto Yayınevi’nden geçtiğimiz şubat ayında bizlere sunulan Yara, yazarın dilimizdeki ilk kitabı değildir aslında. Daha önce de Bir Avuç Toprak ve Cuma Günü, Akşam kitapları yayımlansa da şu anda kitapçılarda ve kitap satış sitelerinde bulmak pek mümkün değil. Sahaflarda aramak lazım. Yara ise hâlâ satışta okurlarını bekliyor.

160 sayfadan oluşan roman on bölümden oluşuyor. Bu on bölümde Ğıylecev, kitaptaki olaylara bölümün adını verdiği ismin gözüyle bakıyor. Şekûr, Mahmut, Süleyman, Züleyha, Zeytüne kitabın bölüm isimlerinden bazıları. Yazar aynı olaya farklı bakış açıları sunmuyor. Olayları bazen geriden başlatsa da kronolojiyi bozmuyor, devam ettiriyor, ancak her bölümde farklı karakterin bakışıyla.

Devir, İkinci Dünya Savaşı devridir. Kitap için 1941-1947 yıllarını kapsıyor diyebiliriz. Rus-Alman harbinde pek tabii Tatar Milleti de oğullarını feda ediyor Ruslar adına. Bunlardan biri de Yukarı Baş Köyü’nden Süleyman İhtiyar’la Zeliha’nın oğulları Ğabdullah. Savaşa gidiyor ve bir daha haber alınamıyor Ğabdullah’tan. Roman, Ğabdullah’tan haber bekleyen ailesinin umuduyla umutsuzluğu arasında mekik dokuyor.

Yeşilçam’dan acıklı bir film seyreder gibi okuyoruz Yara'yı. Daha isminden tebessüm edemeyeceğimizi haber veriyor kitap. Çocuklarından yana pek şansı olmayan bir ailenin umut ile umutsuzluk arasında gidip gelmesini takip ediyoruz satırlarda. Bekleyiş, umut, umutsuzluk, tekrar umut… Bu duygular arasında okuyoruz romanı. Gidenler dönüyor fakat Ğabdullah dönmüyor. Baba Süleyman, pek ibadet etmese de Müslüman biri fakat eski Şaman adetlerine bile sığınıyor, bir çare bulabilmek için. Zaman zaman sitemkâr olsa da seccadesini yayıp Yumru Taş’a dua etmeye devam ediyor Süleyman:

Hurafelere, boş inançlara inanmayan, iki defa yalvardığı halde Yumru Taş’tan umduğunu bulamayan dürüst Süleyman neden yeniden oraya gidiyordu? Yalvarmaya mı? Yoksa sitemle Yumru Taş’a lanet etmeye mi niyetliydi?

Duasını hiçbir zaman eksik etmeyen Süleyman, yeri geliyor seccadesinin üzerinde Allah’a dua ediyor, yeri geliyor Pınar Ana’sına dua ediyor; fakat oğlu dönmüyor.

Cengiz Aytmatov’un eseri Selvi Boylum Al Yazmalım'ın sinemaya uyarlandığını herkes bilir ve birçok kişi de bu filmi seyretmiştir. Zeytüne; köyün en güzel kızlarından biri, savaşa gitmeden önce Ğabdullah’la birbirlerine söz veriyorlar dönüşte kavuşmak için. Türkan Şoray’ın filmde kocasını beklediği gibi o da Ğabdullah’ı bekliyor. Zeytüne’nin bekleyişinin satırlarını okuduğumda aklıma bu film geldi bir anda. Yazar da kitabın en başarılı bekleyiş cümlelerini Zeytüne için yazmış zaten:

Ğabdullah’ı mı bekliyordu? Beklemedi değil, bekledi. Ağlamadı. Mahzun dolaşmadı. Sızlanmadı. İçini ele açmadı. Gönlünün iniltilerini kimselere duyurmadı. Hüznünü, hicranını kimseyle paylaşmadı. Ser verip sır vermedi. İçin için yandı. Yalnız yaşanan hicran acısı hem daha derin hem daha kıymetlidir. Yalnız yanabilen yürekler, değerlerini daha iyi bilirler. Yalnız yaşanan acı, dağılıp küçülmez, kolay kolay unutulmaz."

Arka planda bir ailenin yaşam serüvenini, ilk planda yaşanmamış bir aşkı ve aynı zamanda savaşın götürdüklerini oldukça etkileyici anlatmış Ğıylecev. Karakterleri çok sahici, zamanı ve mekânı işlemesi çok başarılı ve en önemlisi okur her anlamda kitabın içine giriyor. Öyle inandırıcı.

Kitapta sürpriz bir son var fakat bu sonu bazı okurlar tahmin edebilir. Tatar Milleti’nin adetlerinin, gelenek ve göreneklerinin bol bol yer aldığı kitapta yazar bir de konuyla bağlantılı bir deneme sıkıştırıyor araya; fakat bu durum hiç sırıtmıyor. Ğıylecev’in nasıl usta bir yazar olduğunu daha net anlayabiliriz bu bölümle. Okura soluk aldırıyor aynı zamanda.

Yara, son zamanlarda okuduğum en başarılı romanlardan biri. Diğer kitaplarının da bir an önce okurla buluşması dileğiyle…

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder