SAYFALAR

28 Aralık 2018 Cuma

Tanzimat'tan II. Meşrutiyet'e taşradaki Osmanlı

Kemal Tahir’in külliyatına baktığımızda birçok iki veya üç kitaptan oluşmuş seriler görmek mümkündür. Bunların en önemlisi elbette Esir Şehir Üçlemesi dediğimiz Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu ve Yol Ayrımı’dır. Fakat bu üç kitaba baktığımızda hepsinin kendi başına kült birer eser olduğunu görebiliriz. Yani tek tek de bu eserleri okusak, birçok şey alabiliriz bu kitaplardan. Özellikle Yol Ayrımı tek başına, çok partili hayata geçiş denemelerini anlama açısından önemlidir ve serinin ilk iki cildini okumadan da bu kitap okunabilir. Fakat Yediçınar Yaylası, serinin diğer kitaplarını okumadan tek başına çok da bir anlam ifade etmez. Daha doğrusu mânâsı eksik kalır. Köyün Kamburu ve Büyük Mal ile beraber okuyup tek bir değerlendirme yapmak daha doğru olabilirdi ancak ayrı ayrı değerlendirmeyi tercih ettim.

1958 yılında ilk baskısını yapan Yediçınar Yaylası Tanzimat Fermanı’ndan II. Meşrutiyet’in ilanından üç yıl sonrasına uzanıyor. Bu üçleme ise Atatürk’ün ölümüne kadar uzanıyor. Fakat 1911 yılında sonlanan Yediçınar Yaylası’yla devam etmek bu değerlendirmeyi biraz daha kapsamlı hâle getirecektir.

Mülkiyet kavramının yanlış yönü, toprak ağalığı, eşkıyalık gibi toplumsal sorunlar işleniyor Yediçınar Yaylası’nda. Kemal Tahir, nasıl ki mütareke dönemi romanlarında içinde bulunulan sosyal ve siyasal hayatı şehir içinden şehirli karakterlerle okura yansıttıysa, Yediçınar Yaylası’nda Osmanlı Devleti’nin son zamanlarını, bazı kritik olayları (Tanzimat Fermanı’nın ilânı, İkinci Meşrutiyet’in ilânı vb.) Çorum ilinden ve dolaylarından ve orada yaşayan karakterlerin gözünden okura yansıtıyor. Yani kırsaldan payitahta bakıyor.

Toplam beş bölümden oluşur Yediçınar Yaylası. “Başlangıç” bölümüyle okur için ön bir okuma sunan Kemal Tahir, birinci bölümün ismini “Ağalık Vermekle…”, ikinci bölümün ismini “…yiğitlik vurmakla…” koymuş. Üçüncü ve dördüncü bölümleri isimsiz bırakmış. Zaten son iki bölüm oldukça kısa. En uzun bölümü ise ikinci bölüm oluşturuyor. Başlangıç bölümü, Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği tarihlerde başlar. En kestirmeden gidecek olursak, Başıbozuk Ağası, Çorum Âyanı Dilâver Ağa ile Çakır Kâhyaların Hüseyin Efendi arasındaki çekişmeleri konu ediyor demek mümkündür. Uzun sayılabilecek bir zaman diliminde geçen Başlangıç bölümünde, dikkat çeken bir diğer karakter Kambur Kadı’dır. Kitabın sadece bu bölümünde bulunan Kambur Kadı’nın kitabın ilerleyişine etkisi vardır. Dilâver Ağa’nın nasıl âyan olduğundan, Hüseyin Efendi’nin bunu içine sindirememesinden ve aralarındaki düşmanlığın boyutlarından bahsedilir bu bölümde. Çakır Kâhyalar bu bölümden sonra da kitapta ana karakterlerin bulunduğu ailedir. Önce Hüseyin Ağa’nın oğlu Ömer, daha sonra da Ömer Ağa’nın oğlu Kenan kitaptaki asli karakterleri oluşturur.

Evet, vaktin birinde, Çakır Kâhyalardan Halil Efendi’nin Ömer oğlan, Başıbozuk paşası Dilâver Ağa’yı katiyen adam hesabına almayıp, herifin kahpesini güpegündüz atına hoplatarak Yediçınar Yaylası’na çıkarmıştı da, dünyanın yüzüne ‘yiğit-erkek’ diye nam salmıştı.” şeklinde başlayan roman aslında geriye yönelik bir süreci takip eder. Yani, Ömer’in, Dilâver Ağa’nın Cemile’sini kaçırmasına hangi olaylar sonucu varıldığı anlatılır. Bir köy kahvesinde etrafına topladığı insanlara halk hikâyesi anlatır şeklinde yazılmıştır bu bölüm. Kemal Tahir bu olaydan yola çıkarak birçok olayın iç yüzünü anlatmayı sürdürür. Âyanlık müessesi, Kambur Kadı’nın alicengiz oyunları, Çorum ve çevre insanlarının sosyal hayatı bu süreçte işlenirken aynı zamanda Osmanlı’nın son dönemleri de satırlara yansıtılır. Tanzimat Fermanı’nın ilanına Çorum ahalisi şöyle bakar örneğin:

…Durmaya kalmadı, koca Sultan Mahmut bu işleri kibrine yediremedi de dertlenip öldü. Yerine büyük oğlu, Sultan Mecit geçip oturdu. Aklı erenler, ‘Eh, belki bunda bir uğur vardır,’ dediler.

Millet soluğunu kesip beklerken, yeni padişahın, gündüz gözüne ortaya çıkıp bir ferman okuduğu duyuldu. Bu fermana göre, bildiğimiz gâvur tayfası hâşa sümme hâşa Müslümanla bir oluyor. Sanki âhir zaman peygamberi hiç gelmemiş de Müslümanlık bunca zamandır dünyayı tutmamış gibisine…

Hey oğul! ‘Gayrı, gâvura domuz gâvur, Yahudiye, rezil çıfıt, Ermeniye din düşmanı diye bağırmak yok! diyeyim de sen anla!

Kişileri başarılı ve net işlemiştir Kemal Tahir. Kim kimdir, kitap kimin üzerinden dönecek, fark edilir. Örneğin Dilâver Ağa kötüdür. Biraz da İnce Memed’deki Abdi Ağa’yı anımsatır bize. Fark şudur; Tahir, somut bir zulüm göstermez okura Dilâver Ağa tarafından gerçekleştirilen. Fakat Çorum halkına âyanlığının verdiği güçle bir tahakküm kurduğunu da hissettirir. Dilâver Ağa’nın ölüp Ömer’in soluğunu Cemile’nin yanında almasıyla başlangıç bölümü sona erer. Ağalık, mülkiyet, eşkıyalık, Osmanlı son dönem siyasi ve sosyal düzeni kısa kısa işlenir kitapta. Adı gibi kitaba bir başlangıç olmuştur.

Birinci ve ikinci bölümleri, yani asıl hikâyeyi tütün kaçakçısı Gâvur Ali’nin, Avukat Celal ve Cöntürk sürgünü Seyfettin’e, Celal’in bahçesindeki anlatımından takip ediyoruz. (Cöntürk sürgünü Seyfettin bu bölümde aktif değildir ancak kitabın sonlarına doğru, yani İkinci Meşrutiyet ilan edilince aktif bir kahraman hâline gelir fakat ilk kitabın sonuna gelinmiştir.)

Gâvur Ali’nin sofrada Avukat Celal’e ve Cöntürk sürgünü Seyfettin Bey’e geçmişi anlattığı zaman, meşrutiyetten iki ay öncesine dayanır. Fakat anlattığı tarihler yaklaşık 1898, 1900 yıllarıdır. Çoban Abuzer (daha sonra Abuzer Ağa olacak) üzerinden anlatılır bu bölüm. Ana karakterler Çakır Kâhyaların Ömer, oğlu Kenan, Abuzer ve genç karısı Emey’dir. Özellikle Emey ve Kenan ön plana çıkar bu bölümde. Öncesinde Abuzer’in ailesiyle birlikte Çorum’a nasıl geldiği, insanları dil bilmediği gerekçesiyle nasıl aldatma planları yaptığı, birinci karısı Fati ile birlikte Emey’i kullanarak nasıl güç ve para elde etmeye çalıştıkları işlenir. Bu bölümde diyaloglar çok fazladır. Yazarın hapishane romanlarını okuyanlar bu bölümün diyaloglarına yabancı kalmayacaktır; çünkü Tahir’in hapishane romanları da bu çevrelerde geçer. (Namuscular, Kelleci Memet, Karılar Koğuşu).

Birinci ve ikinci bölümde Çorum çevresinden çok uzaklaşmamış yazar, yani Osmanlı’ya ve son dönemlerine çok değinmemiş. Fakat Çorumlu olan Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın adı arada karakterler tarafından kullanılır. Tıpkı şimdiki gibi, devlet kademesinde bir hemşehrileri olduğu için her zaman gurur duyar Çorumlular. (Ve devlette önemli bir tanıdıkları olduğu için de devlet Çorum’a pek karışmaz.)

Birinci ve ikinci bölümlerde Kemal Tahir cinselliği çok fazla ön plana çıkarır. Hatta okurken bir ara düşündüm, siyasi olaylara ne zaman değinecek diye. Kemal Tahir asıl işlemesi gereken konuları kitabın sonlarına bırakır ve bize ikinci kitabı da merak ettirir. Fakat Kenan ve Emey üzerinden, daha doğrusu Kenan’ın Emey’i elde etmek istemesi ve bütün Çorumlu erkeklerin Emey hakkındaki düşünceleri üzerinden cinselliğin bu kadar öne çıkarılmasını gereksiz buldum. Çünkü bende beklenti farklıydı. Evet, sürükleyiciydi fakat taşradan Osmanlı’yı görmek istediğim için bu bölümler bana ‘nereye bağlanacak acaba’ sorusunu sordurdu. Ancak Kemal Tahir gerçekten önemli bir yere bağladı.

Üçüncü bölümde de anlatılan yıl ve olayın gerçekleştiği yıl, birinci ve ikinci bölümlerle aynı fakat mekân farklıdır: Çorum Zaptiye Dairesi. Gâvur Ali’nin burada gerçek görevi ortaya çıkar ve okur bir ters köşe olur. Dördüncü bölümde ise artık İkinci Meşrutiyet ilan edilmiştir ve zaman olarak da 1911 yılına gelinmiştir. Biraz hızlı bir geçiş olduğunu söylemek lazım.

Kemal Tahir tıpkı hapishane romanlarındaki gibi ahlâk kavramını detaylı bir şekilde ancak okurun gözüne sokmadan işlemiştir. Kenan’ın Emey’i elde etmek istemesi üzerinden ahlâki hassasiyetin nerelere kadar düşeceğini Kenan’ın dilinden ve düşüncelerinden net şekilde ortaya koyar Kemal Tahir:

’Herifin karısına gideceğiz. Hacı Hasan Paşa gibi sopayı çekip bizi kötületir mi?’ Tabancasını yokladı. ‘Karnına dayarım da gümletirim! Yabanın dil bilmez garibi kendi evimizde kafamızı mı ezecek?’ Silah sesine bütün Çorum’un toplanacağı aklına geldi. ‘Kısrağa hırsız geldi sandım da körlemeden korkutmaya çıktım’, derim! diye dişlerini göstererek sırtardı.

Yediçınar Yaylası bize bir serinin ilk kitabı olduğunu çok net şekilde gösteriyor. Kemal Tahir bence bu seriyi zaten baştan planlamış çünkü hem ikinci kitap hemen bir sonraki yıl basılıyor hem de bu kitabın bir devamı olacak şekilde bazı olaylar ayrıntılı inceleniyor. İnsanların acımasızlığı, taşranın sosyal hayatı, kadın-erkek ilişkileri kitabın büyük bölümünü oluştururken, Tahir olayları Osmanlı’nın yıkılışına yaklaştırarak romanı tamamlıyor. Üçlemenin ilk ayağının olması hasebiyle önemli bir yer edinir kitap, Türk Edebiyatı’nda.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder