SAYFALAR

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Kalbin rahlesinden düşenler

“Vefâ bazen unutmaktır.”
- Haydar Ergülen

Bir kitabın kapağı, kitabı okurken belirleyici unsurumuz olmasa da ilk kez okuyacağımız yazarlar için az çok fikir verebiliyor bize. Aslında, Unuttum Yalnız’ın kapağını görmekten ziyade, Senem Gezeroğlu’nun kitabın kapağıyla ilgili açıklaması benim daha çok ilgimi çekmişti. Senem Gezeroğlu, bir söyleşisinde kendisine sorulan “En sevdiğiniz kalp, taştan ve ortasından mor çiçekler çıkan kalp mi?” sorusuna şu cümlelerle cevap veriyor: “En sevdiğim kalp, bir başkasının kalbiydi. Ama sevmeyi unutmuştu. Unutmak o kalbi o kadar taşlaştırmıştı ki içinden taşan unutmabeni çiçekleri bile bazı güzellikleri hatırlatmaya yetmedi. Bu da bana kapak oldu. Şimdi dönüp o kapağa baktığımda taşlaşmış kalbin de çiçeklerin de bana ait olduğunu görüyorum. Cennet de cehennem de, hayâl de gerçek de benim içimde.”. Bu açıklamadan sonra benim içimdeki ‘taşlar’ da yerine oturuyor ve geriye kitabı okuyup yazarın ‘derdine’ ortak olmak kalıyor.

Unutmak benim için, ezbere bildiğim sokakları gözüm kapalı yürürken içime oturan kaybolma hissi gibi bazen. Bazen ise aksine, unuttuktan sonra kendimi buluyorum, kendimi biliyorum, kendimle yüzleşebiliyorum.

Unuttum Yalnız, unutmak üzerine yazılmış on dört öyküden oluşuyor. Yazar ilk öyküsünde “Her şeyi unutan birinin karşısında en ağır yaranın her şeyi hatırlamak olduğunu bildiğim hâlde, neden diyorum neden sadece kendim hatırlamayı diledim de senin de hafızanı yanıma almayı akıl edemedim?” diye soruyor ve ekliyor: “Çok konuştum, çok yoruldum, haydi hatırla. Öyle bomboş bakma bana.”. Bazen böyledir, biz hatırlatmak için dilimizi ne kadar yorsak da bir şeyleri değiştiremeyiz. Çünkü bazılarının vefâsı eksiktir. Burada hiç unutmayan tarafa düşen ise unutmanın da bazen bir vefâ ve dahi şifâ olabileceğini hatırlamak ve sonra yine unutmaktır.

Bir de unutmak isteyip de hep yeniden aklımıza düşenler ve hatta aklımızdan çıkmayanlar var. Burada ise devreye “Katil kim?” adlı üçüncü öyküdeki şu cümleler giriyor: “Hatırlamak beyninden vurulmuşa dönmenin ve beyninden vuruldukça ölmemenin bir diğer adıdır çünkü.”. Yine de ‘unutamamak’ bizim için bir isyan sebebi değil, nisyan için dua vesilesi olmalı. Bu bağlamda ilk öyküye dönecek olursak şöyle demişti Senem Gezeroğlu: “İçimden dediğim şeyleri bile bir bilen olduğunu bilemedim, evet. O, kalplerin içindekini de bilir, evet.”. Aslında elest bezminde verdiğimiz sözü unuttuk biz, tüm yorgunluğumuz bundan.

Kitapta beni en çok etkileyen öykü ise “İstanbul’da Yalnızca Bir Semt Adı” öyküsü oldu. 1999 senesinde yaşayan ve eşini çok seven, “Allah var sesi kötüydü ama sabaha onun sesiyle uyanmaktan daha güzel bir nimet yoktu benim için.” diyecek kadar çok seven bir amcanın öyküsü. Aynı amca şöyle diyerek sevgisindeki samimiyeti bir kere daha bize hissettiriyor: “Dünya cehennemdi ama cennet bizim evdeydi.” Böyle cümleleri okuyunca ‘güzel sevmek’ diyorum, ne büyük nimet. Her şeye rağmen güzel sevmeli; insanı, hayvanı, kitabı, doğayı… Güzel sevmeli…

İstanbul’da Yalnızca Bir Semt Adı” öyküsünün devamında ise 2099 yılında evliliği 'eşler arası uyum sözleşmesi’ olarak tanımlayan, vefâ duygusuna bir hastalık olarak bakan bir çifte rastlıyoruz. “İnsan unutmadan nasıl yaşar ki? Nasıl yaşamış ki? Dayanılır gibi değil.” diyen bu insanlar, ‘anısal bellek temizleyici’ ilaçlar kullanıyorlar ve vefânın İstanbul’daki semtten başka bir anlamını bilmeden yaşayıp gidiyorlar. Güzel seven o amcanın öyküsünü ise ‘gerçeküstü bir hikâye’ diye yorumluyorlar.

Bir mucize olsun diye beklerken bir mucize oluyor ve sen geliyorsun… Bir kış günü baharım oluyorsun…” gibi cümlelerle başlayan bir sonraki “Gönül Dağı” öyküsü ise “Seni an be an, tekrar ve tekrar sevmek ağır işçilikten başka bir şey değil… Madem şekeri zehir ediyorum, madem seni unutmaya başlıyorum, en başa dönelim mi, bitsin bu ağrı.” cümleleriyle sona yaklaşıyor. İyi ya da kötü başımıza gelen her şeyin bir sonunun olması kaçınılmaz bir gerçek. Fakat keşke böyle buruk bir son yerine, hatırladıkça gülümseyebileceğimiz güzellikte eskitebilsek her şeyi. Keşke…

Bir sonraki “Çok İçli Bir Yıl İçinde” öyküsünde ise yazar, Türkiye’de 2016 ve 2017 yılında yaşanan ve yüreklerimizi dağlayan bazı olaylardan bahsetmiş. “İçin yangın yeri değil için yangının ta kendisi.” demiş ve eklemiş: “Aşkına bak, Sığın Allah’a. Arşına bak. Sarıl duaya. Marşına bak. Asla ama asla. “Korkma!

Son öyküde ise Senem Gezeroğlu ‘bir acayip başlangıç’ yapmış ve “Bu aralar nefes almak çok zor. Bana bir son hediye etsen, ben de sana teşekkür etsem, belki de bu zorluğun üstesinden geleceğim. Lütfen beni kalbimin ve aklımın savaşında ortada bırakma.” diyerek bu son öyküyü tamamlamamış. Devamını okurun hayâline bırakmış.

Nur Özyörük
twitter.com/nurozyoruk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder