SAYFALAR

11 Nisan 2018 Çarşamba

Babalar, oğullar ve kapanmayan hesaplar

"Yazdıklarım seninle ilgiliydi, orada senin göğsünde yakınamadıklarımdan yakınıyordum yalnızca."
- Franz Kafka, Babaya Mektup

Übermensch, yani ilkel baba, Freud'a göre hükmedici bir karaktere sahiptir. Dolayısıyla da narsisistiktir. Nietzsche'nin 'gelecekte beklediği' baba figürü ise çocuklarının hayatına en az müdahele edecek bir yerde duran, onay beklemeyen ve hem kendisine hem de çevresine özgürlük aşılayan bir figürdür. O baba gelmiş midir bilemeyiz, muhakkak gelmiştir, ancak her toplumun ortaya çıkardığı yalın bir 'baba' mevcuttur. Bizim toplumumuzda bu baba, Freud'un bahsettiği 'ilkel baba'ya çok benzer. Özellikle erkek çocuklar ile babaları arasındaki iletişimde ya da iletişimsizlikte bu baba figürünün kusurlarını, etkilerini ve meydana çıkan sorunları görürüz.

Gaye Boralıoğlu'nun son romanı Dünyadan Aşağı, Hilmi Aydın karakterinin eşliğinde bize işte bu 'asırlık problemi' yaşatıyor. Kitabın, Özge Dirik'e ait epigrafı çok şey söylüyor: "Bir çocuğu kemiren ya bir babadır ya da yokluğu."

Hilmi Aydın, bildiğimiz otoriter baba figürünü reddediyor. Ergenliğinden itibaren başlayan bu reddedişin kökeninde babasının yol arkadaşı değil barikat oluşu var, tıpkı Kafka'nın babasına yazdığı mektuplardan birinde söylediği gibi: "Tek ihtiyacım olan şey ufak bir cesaretlendirme, arkadaşlık, biraz yoldaşlıktı. Sense her zaman yoluma engeller koydun.". Babasına itaat etmeyen Hilmi, kendine başka bir yol çizse de, türlü zevklerinin ve zaman zaman 'uçkuru'nun peşinden gitse de döner dolaşır ve babasından 'intikam' almanın yolu olarak onun silahını bulur: Babasının yıllarca işlettiği meşhur lokantayı yeniden ayağa kaldırmak. 'Öteki taraf'a çoktan gitmiş babasını kıskandıracak, delirtecek kadar. Bunu yaparken kimsenin okumadığı, basılmamış bir kitap yardım eder ona: Sırlar. Bu kitap, Hilmi Aydın'ın babasının yazdığı bir kitaptır. Yaptığı birçok yemeğin sırlarıyla birlikte mahremini de yazmıştır sayfalar boyunca. Çok eski bir Rum yemeğini kıvama getirirken, oğlunun bir türlü istediği kıvama gelemeyişindne dem vurur çokça. Hilmi intikam peşinde ya, her tarife küçücük bir ekleme yapıp tamamen o tarifi sahiplenmek ve böylece babasının tarifini tarihe gömmeyi arzu ediyordu. Böylece çevresindeki herkesin kendi istediği gibi yaşamasını ve her şeyin kendi istediği gibi olmasını istediği babasına sağlam bir cevap verecekti. Hesap kabarıktı: "Babamın sevdiği bir yemeği yaparken gösterdiği itinayı hatırlıyorum. Sebzeleri okşar gibi tutar, neredeyse canları acımasın diye yumuşacık hareketlerle soyar, sanat yapıyormuş gibi pişirmeye hazırlardı. Tencereye bir şeyler dizerken, yemeği karıştırırken, küçük bir kaşıkla üfleye üfleye tadına bakarken dikkati bütünüyle yaptığı işin üzerindeydi. Oysa bana bakarken hep aklı başka yerdeydi. Kafasının gerisinde bir olması gerekenler zinciri vardı ve daima o zincirin hangi halkasına tutunduğumu test ederdi."

Nihan, Hilmi'nin büyük sevdası. Evlenmiş, boşanmış çünkü onu Mine'yle aldatmış. Hilmi'ye göre bu aldatış erkek aklının ve gönlünün bir neticesi. Erkek aklına her şey girebilir, erkek gönlü her şeye kayabilir. Türlü türlü denemelerle yeniden Nihan'ın kalbini çalmak istiyor Hilmi. Denemeleri tam bir yere gelecekken ansızın kopuveriyor. Çünkü tıpkı babası gibi patavatsız, kibirli ve her zaman kendini haklı buluyor. Aslında babasıyla yaşadığı problemler sebebiyle saygı duyulmaya, varlığını hem ekonomik hem de sosyal manada ispat etmeye çok ihtiyacı var. Bu ihtiyaçlar giderilmeyince, bir de üstüne Hilmi'nin cinsel arzuları tetiklenince Nihan ve Mine dışında birkaç kadın daha giriyor Hilmi'nin hayatına. Aslında buna girmek de denilmez, uğruyorlar sadece.

Fazıl Hoca, Hilmi'nin manevi arayışında tabiri caizse bir rehber. Kimi zaman rahatlatıcı kimi zaman sarsıcı. Hilmi artık bu 'boş' hayatını bir hâli yoluna koyup hakikat yolunun yolcusu olmak istese de nefsi peşini bırakmıyor. Tam bir şeyleri yoluna koyacakken arzuları ve istekleri yakasından düşmüyor. Buna rağmen Hilmi de vazgeçmiyor. Fazıl Hoca sevap-günah matematiğini etkileyecek misaller aktarıyor: "Kimi sevaba on katı, kimi sevaba yüz, kimine yedi yüz katı rahmet verir. Kişiye, niyete, vaziyete bağlıdır. Nitekim sevap ve günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıkları ve ahiretteki zamanları ve dünyanın yaradılışını ve mahlukların sayısını bildiren rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarların çokluğunu anlatmak içindir. Kuyuya inerek susuz bir köpeğe ayakkabısıyla su veren fahişe bir kadının cennete, evinde bir kediyi aç bırakıp ölümüne sebep olan kadının da cehenneme gittiğini beyan buyuran hadisler vardır."

Gaye Boralıoğlu roman boyunca psikolojik atıflarda bulunuyor ve bu atıflar bir baba-oğul ilişkisinin en kritik boyutlarına işaret ediyor. Kurgunun akıcılığı ve romanın sonuna yaklaştıkça her şeyin berraklaşmak yerine sürprize dönüşmesi, okuyucuyu fazlasıyla tatmin edecektir. Edebiyatın 'hayata katlanabilme' direnci vermesine dair bir metin var bu romanda. Yazar, roman karakteri üzerinden "eğer bu dünyaya tutunabildiysem, bir ölçüde kibrim ve çokça yazma yeteneğim sayesindedir" derken kendi tavrını ortaya koyuyor. Kaygısı yok, hiddeti var: "Edebiyatın gerçekle işi yoktur. İçinde gerçeği barındırsa bile edebiyat bir dünya tasavvurudur ve her tasavvur gibi özneldir."

Dünyadan Aşağı; psikolojik tarafıyla baba-oğul ilişkisini tüm gerçekçiliğiyle ortaya sererken bizlere çok özgün bir kurgu dersi de veriyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder