SAYFALAR

20 Ocak 2018 Cumartesi

Yaşam bir savaş alanıdır ve yaşamak savaşmaktır

"Uyku dinlendirmezmiş bizi meğer, nesnelerin karaltılarıyla, yaptıklarımızın kalıntılarıyla, arzularımızın ölü nüveleriyle, işte böyle hayaletlerle doluymuş, hayat denen kazanın enkazıymış bunlar."
- Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı

Gördüğümüz düşler, insan olma hâlinin, yani biricikliğimizin hikâyeleri değil midir aslında? Bu yüzden her düş, özellikle de bazıları bizim nezdimizde açıklanmaya muhtaçtır. Bir açıklama bekleriz, bir yorum. Neden gördük bu düşü deriz. Uykunun, yani o "yarı ölüm" denen eylemin bize sunduğu en karanlık ama bazen de en aydınlık zenginliğidir bu. Karanlığın zenginliği mi olur diye soracak olursanız da Feryal Tilmaç'ın kitabı belki bir cevap olabilir. Tilmaç on dokuz öyküsü boyunca özellikle hayatın rutin dengesinde göremediğimiz insan hikâyelerini anlatmış. "Mevt: Tek Hecelik Uyku", 2007 yılında Okuyan Us Yayınları'ndan çıkmış bir kitap. İthaki Yayınları bu kitabı yeniden basarak edebiyatımıza önemli bir katkı yapmış.

Her hayatın ama öyle ama böyle bir yerinden muhakkak kırılacağı, kitabın ilk uyarısı. Zaten biz de hikâyeler boyunca bu kırgınlığın etrafında dönen insan hâllerini izliyoruz. "Ah be canım!" diyoruz, "Sen hiç böyle şey duydun mu be Muharrem?" sorusuna arka fon oluyoruz, itiraflara şahit tutuluyoruz, bulantı yaşıyoruz, toplumdaki düşene dair izlenimleri yazarın büyüteciyle didik didik ediyoruz, gariplere ve çapaçulluklara yorum arıyoruz. En ağırı da, ölümün ve ölünün ardından yazılmış bir mektupla yola devam etmek belki: "Düşünebiliyor musunuz? Bir, üç, beş, sonunda dayanamayıp düpedüz düşünebiliyorum diyor doktor. Bir sen misin sanki! Başkalarının acıları kendimizinkini katlanır kılmaya yetmiyor kimi zaman diye karşı çıkıyorum. Bana değil ona anlat diyor. Nasıl diye soruyorum, yaz diyor. Otur yaz! Bunları sana yazmaya öylece başlıyorum. Kızgınlığım yavaş yavaş geçiyor. Yaşım seninkine yaklaşıyor. Ölüme geç kalınmazmış anlıyorum. Çocuğum beni bağışla diyorsun anlıyorum. Anladığım da bu kadar işte. Hepsi hepsi bu kadar. Babam... güzelim, bir mendil niye kanar? Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Mendilimde kan sesleri."

Hayatımızda hiç cinayet gördük mü? Yani cinayet anını yaşadık mı? Uzaktan ya da yakından. Sorusu bile ne kadar korkunç. Peki diyelim ki o anın içindeyiz, ne yaparız? Buna dair bir hikâye var kitapta, Hurma Ağacı Cinayeti. Soluk almadan okunuyor, bilhassa bu hikâyede Feryal Tilmaç görsel bir şova davet ediyor okuyucuyu. Muazzam bir anlatım, çok sert düşünceler var: "O anda dalların arasından göz göze geldik. Oydu. Neredeyse her gün kahvede gördüğüm garson. Oydu eminim. Saniyeler içinde sırtındaki ceketi bile tanıdım. Nasıl korktum anlatamam, dünyalar kadar üşüdüm. Toparlanıp deliler gibi kaçtı. Cesedi ertesi gün bahçede oynayan çocuklar bulmuşlar. Ben korkudan çıldırdığımdan, ne olursa olsun daha güvenli olur diye düşünüp işe gitmiştim. Polisler gelmiş, mahalle birbirine girmiş. Sonradan hiçbir görgü tanığı çıkmadı. Ben sustum, gördüğümü görüldüğümü unutmalıydım, unuttum."

Sözlük adlı hikâyede, bazı kelimelerin hikâyelerde nasıl yer aldığına dair bir metin okuyoruz. Hikâye yazmak isteyenler için bir atölye metni olabilir, o kadar sade ve etkileyici. Kelimeler şöyle: Teselli, meyve, düzen, duman. Hepsi birbirinden uzak ama Tilmaç'ın hikâyesinde yakınlaşabiliyor.

Benmişim adlı hikâye ise bir kişilik bilançosu. Nereden nereye gelmek gibi değil, daha çok kaderin içinde bir seçim de vardır der gibi. Bilince işaret ediyor sanki biraz bu hikâye. Daha çok da kapılıp gitmemeye, uyanık olmaya. Yoksa son, efkârlı oluyor: "Yapraklarıma ayrılıp tüm yenilgimi boşalmışım. İçimde gökler gürlemiş, soluksuz yığılmışım. Benmişim Ayşenmişim. Sanki dünya benmişim. Yorgun, bitkin ama hepmişim. Kadınlığımdan sızan kanın sıcaklığında uyuyakalmışım."

Feryal Tilmaç, babasına ithaf ettiği kitabının her bir hikâyesinde bizden karakterini saklıyor. Bazen cinsiyetini belli etmekten uzak bir üslup tutturuyor, bu da hikâyenin akıcılığını ve şaşırtıcılığını kuvvetlendiriyor. Katil olan kadın mı? Âşık olan erkek mi? Bu sorular önemsiz değil çünkü beynimiz bu topraklarda maalesef böyle çalışıyor. Çocuklarımıza oyuncak alırken bile öyle değil mi? Oysa hikâyeler bizi bu karanlıktan çıkartır. Çocuklarımızı daha bebekken bile sakinleştiren, uyumalarını kolaylaştıran, yetişkin olduklarında uyanmalarını sağlayan şey değil miydi hikâyeler.

Tilmaç kitabın bütününe bakıldığında uyku ve ölüm arasındaki yaşamın karanlık taraflarından keşfettiği aydınlık ifadelerle, bir tutam ışık yani umut tutuyor gözlerimize. Yine de şunu hep hatırlatıyor: yaşam bir savaş alanıdır ve yaşamak savaşmaktır.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder