SAYFALAR

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Yazılan şeyin gerçekliğini hissetmek

Dünya Edebiyatı’nda olduğu gibi Türk Edebiyatı’nda da hakkının yendiğini düşündüğüm bazı yazarlar vardır. Fikrime göre bunların başında Kemal Tahir gelir. Bazıları için Kemal Tahir, hakkı yenen bir romancı değil, henüz keşfedilmemiş bir romancıdır. Bu fikre saygı duymakla birlikte, Kemal Tahir’in aslında iyi bilindiğini fakat görmezden gelindiğini düşünüyorum. Kemal Tahir’in yanına bile yaklaşamayacak seviyede romanları olmasına rağmen ondan daha fazla itibar gören yazarların varlığı, Tahir’e yapılan bir ayıptan ziyade Türk Edebiyatı’na karşı yapılmış bir yanlıştır. Kendi döneminin entelektüelleri tarafından dışlanan ve bu dışlanma süreci bugünlere kadar gelen yazarın niçin dışlandığını politik nedenler dışında aramak, sonuçsuz kalmaya gebe bir durum. Solcu olmayı devlet ve millet karşıtlığıyla eş değer gören, Osmanlı’yı düşman belleyen (eleştirmek veya övmek ayrı) kişilerin Kemal Tahir’i de yok saymasını garipsemememiz gerekir aslında.

Kemal Tahir Osmanlı’yı ve Osmanlı nezdinde ‘devlet’ mefhumunu ‘kerim’ olarak addeden bir yazar. Fakat nerede yazdığı belli olmayan kurallarla solculuk oynayanlar, Tahir’in bu tutumuna karşı onu eleştirmekten geri durmamışlardır. Bu tür düşüncelerinden ötürü adını bildiğimiz ünlü yazar ve şairlerden de tepki almıştır. Marksist düşünceye sahip olmasına rağmen, komünizmin dışarıdan alınan tezlerle değil, yerel işleyişlerle ön plana çıkmasını isteyen ve bu şekilde ülkeye faydalı olacağını savunan yazarı dışlamak için ‘yerel’ kelimesini kullanması yeterli olmuştur.

Yaşadığım hayat boyunca, rahatsız olduğum en büyük konu eleştirdiği kişi veya konular hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan insanlardır. Şu anda siyasette bunu daha çok görsek de edebiyat alanında bunların olması gerçekten üzüntü verici. Baktığımız pencere ‘eser’ penceresi olsa aslında bir sorun kalmayacak ama biz kendi ideolojilerimizin penceresinden bakınca, ortaya sorunlar çıkması kaçınılmaz oluyor. Ortalık yıllarca Nazım Hikmet’e küfreden ‘sağcılar’ ve Necip Fazıl’a demediğini bırakmayan ‘solcularla’ doldu. Hâlbuki durumu, bu iki insanın yazdıkları penceresinden değerlendirseydik çözülmemiş birçok şeyi çözebilirdik. Kemal Tahir de maalesef bu zamanlara kadar çok görülmedi. Yoksa "İnce Memed"i yoldan geçen herhangi birinin bile bilmesine rağmen, "Rahmet Yolları Kesti"yi bilmemek başka türlü nasıl izah edilebilir? Rahmet Yolları Kesti, İnce Memed’ten daha mı kötü bir eser? Hiç sanmıyorum. (Asla, İnce Memed ve Yaşar Kemal kötüdür demiyorum.)

Bence Türk romancısının ana ödevi, imparatorluk kurmak gücüne sahip Türk insanının geleceği kurtaracak cevherini, bu cevherin tarih boyu taşıdığı insancıl birikimini, bu birikimin gelecekte işe yarar yönünü bulup açıklamaktır.” diyor Tahir. Ve ekliyor. "Biz, Batı'yla er geç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız! Bunu gerçekten yapmadıkça, Batı'ya hizmet teklif etmekle belâyı başımızdan def edemeyiz!”.  Bu sözleri bile, bir Türk romancısıyla karşı karşıya olduğumuzu bize ispat ediyor. Tabii, kendi içimizdeki entelektüellerimizce dışlanmasının sebebini de.

Fakat her ne kadar inkâr edilmeye çalışılsa da ortada "Devlet Ana" gibi bir başyapıt duruyor ve Kemal Tahir dimdik ayakta kalmaya devam ediyor: “Ben niye 1966 yılında ‘Devlet Ana’ yayınlandığı zaman çok ferahladım? Çünkü ‘Oh, roman yazmayacağım artık!’ dedim. Ama benim ferahlığımın devam edebilmesi için Kemal Tahir’i takip eden birinin çıkması lazımdı. Çıkmadı. ‘Türkiye’de Türk romanı olmalıdır’ diyen bir romancı çıkmadı.” diyor İsmet Özel. En büyük Türk şairlerinden olan birinin, böyle bir şey söylediği romancının yıllarca dışlanmasını benim aklım almıyor.

Sadece Devlet Ana değil, hemen her romanıyla Türk Edebiyatı’na sağlam bir katkı yapmış biri Kemal Tahir. Ve belki de en az bilinen eserlerinden olan "Namuscular", yazarın ölümünden sonra bulunup yayımlanıyor. Belki de az bilinmesinin sebeplerinden biri de budur. İlk baskısı 1974’te Bilgi Yayınevi’nden gerçekleşiyor. Daha sonra bir iki yayınevi daha basıyor ancak günümüzde yeni baskısı şu anda yok. En son İthaki Yayınları 2008 yılında bu eseri basmış. Fakat birçok sahafta çok ucuza bulunabilen bir eser Namuscular. İçinden Malatya geçen, hapishane geçen, devlet geçen, Dersim İsyanı geçen, toplum geçen ve Kemal Tahir’in kendisi de geçen bir eser. Kitaptaki İstanbullu Murat karakteri Kemal Tahir’in ta kendisidir. Donanma davası sebebiyle mahkûm olduğu 12 yıllık esaretin Malatya bölümündeki notlarından oluşuyor eser. Dört bölüme ayrılmış: Namuscular, Malatya Notları, Telgrafçı Abdürrahim ve Şeyh Süleyman Efendi.

Kemal Tahir bu eserinde, namus meselesi yüzünden cezaevine düşmüş mahkûmların hayatlarından yola çıkarak toplumu, siyasi hayatı ve insan ilişkilerini gözden geçiriyor. Namus kavramını ciddi bir şekilde irdeliyor ve bu kavramı ülkenin siyasi ve sosyal hayatıyla bağdaştırarak ortaya ilginç düşünceler koyuyor. Aynı zamanda din olgusu üzerinden de sorgulamalara girişen yazarın en büyük başarısı kanaatimce dili kullanma şeklinden geliyor. Daha karmaşık anlatılabilecek meseleleri, oldukça akıcı bir şekilde ve bir şeylerin arkasına saklanmadan anlatan yazar direkt halka hitap ediyor. Halktanmış gibi görünüp halk hakkında hiçbir şey bilmeyen yazarlarla karşılaştırırsak önemli bir şey bu. Üstelik kullandığı üslûp ve anlatım yönünden aralarla serpilen mizahi unsurlar okuru kitapta tutmak için yetiyor.

Kemal Tahir’in diğer eserleriyle karşılaştırdığımızda burada da göze çarpan bir diğer önemli nokta, karakter kullanmadaki cömertliği. Birçok karakterle romanını oluşturan yazarda gördüğüm en başarılı noktalardan biri, oluşturduğu karakterlerin psikolojik alt yapısını ve romana girmeden önceki geçmişini detaylı bir şekilde okura aktarabilmesi. Ve bunlara ek olarak, diyalogu olan her karakterin, hemen hemen her sözüyle kendini roman içinde belli etmesi. Konuşmalar akarken kim kimdir diye düşünmüyoruz. Üstelik Tahir’in romanlarını elimizden bırakıp uzun günler sonra tekrar kaldığımız yerden başladığımızda, kim kimdi, en son ne olmuştu diye düşünmememizin de sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Son derece başarılı betimlemelerle kitabı okurun kafasına neredeyse kazıyor yazar.

Cezaevleri farklı yerlerdir. Dışarıdan bakıldığında içini doğru bir şekilde tarif edemeyiz. Kemal Tahir direkt cezaevinin içinden yazdığı için kitap bu derece kendini hissettiriyor. Romanı okurken Mazmanoğlu ile ya da İstanbullu ile pencere kenarında muhabbet ediyormuş hissini bize başarılı bir şekilde aktarıyor yazar. Zaten romanlarda en önemli şeylerden biri değil midir, yazılan şeyin gerçekliğini hissettirmek?

Namuscular, Tahir’in birçok konuyu ortaya açtığı, konuşturduğu, bazen havada bıraktığı, bazen de net ifadelerle sonuca ulaştırdığı bir eser. Kalemini çekinmeden kullanmış yazar. O zamanlarda bu şekilde cesur yazmak çok değerli bir şey. Ve Kemal Tahir’de bu cesaret fazlasıyla mevcut.

Yazdığı her satırı okumayı kendime görev bellediğim üç Türk yazardandır Kemal Tahir. Hak ettiği değer henüz verilmese de, Kemal Tahir en iyi Türk romancılardan biridir.

Kitaptan bazı alıntılar:
- Dışarıda akşam olmaktaydı. İstasyon caddesinden ameleler geçiyor, boz mintanlı erkekler, boz entarili kadınlar, işten çıkanlar da, işe gidenler de aynı süratle yürüyorlardı. Amele aileleri… Önde baba… İki adım arkada ana… Sonra sekiz yaşından on üç yaşına kadar kızlar ve oğlanlar… İşten gelenlerin de, işe gelenlerin de üzerlerinde, başlarında pamuk kırıntıları… Berikiler on iki saat ayakta durmaktan, ötekiler gündüz ölü gibi uyumaktan yorgun… Bu da bir çeşit mahpusluk… Affı, beraatı, şahsî veya nakdî kefaletle tahliyesi kabil olmayan bir mahpusluk… Biraz daha büyücek tabiî… Biraz daha genişçe…
- İnsanları aldatmanın en doğru yolu, en kestirme yolu, sözlerini tasdik etmektir.
- Geçenlerde de ‘iktisadî’ dediniz. Her şeyi iktisada getiriyorsunuz. Bundan başka, insanları idare eden bir kuvvet yok mu?
Mesela nasıl bir kuvvet?
Manevî bir kuvvet.
Yani Allah mı?
Evet.
Sadık bey, gecelik entarisiyle bıyık takmış bir kadına benziyordu. Ona bakarken, İstanbullu, deminden beri derdini bol bol döktüğü için duymaya başladığı ferahlığı birden bire kaybetti. Tekrar öfkelendi:
Yani, Memet’in kızını öldürmesi Allah’tan mı?
Tabiî… Takdiri ilâhi.
Kezban’ın orospu olması da mı Allah’tan?
Elbette.
Öyleyse… Siz Allah’a pek acayip bir iş gördürüyorsunuz… Kirli bir iş…
- Dünya tersine dönmüş. İyi adam bile iyiliği fenalıkla beraber yapıyor. Galiba bir gün gelecek, hepimiz yalnız iyilik yapmaktan hem korkacağız, hem utanacağız.
- Malatyalının ikisi az, üçü çoktur. Üç Malatyalı birbirlerini öperek içmeye başlar, sonunda birbirlerini vururlar.”
- Hatır için laf söyleseydim, mahpus olacağıma Mebus olurdum. Kızmalarına gelince: İsterlerse bana kızsınlar. Kızsınlar da… Bizim millete en evvel kızmayı öğreteceğiz. Korku yüreğimize işlemiş de hepimiz kızmayı unutmuşuz.
- İnsanları birbirine dost veya düşman eden kâr ve zarar meselesiydi. Ötekiler hep vesileden ibaretti.
- Bu fâni dünyada şimdilik galip gelenler haklı görünüyor.

Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder