SAYFALAR

11 Mayıs 2017 Perşembe

Yüzyıllar boyunca büyüyen, referans metin

Magna Carta Libertatum ya da Özgürlüklerin Büyük Sözleşmesi, Windsor yakınlarındaki Runnymede’de 15 Haziran 1215’te İngiltere Kralı Yurtsuz John ve onunla gergin ilişkiler içindeki baronlar tarafından imzalandı.

O gün orada bulunan hiç kimse, bu imzalanan metnin sonraki yüzyıllarda gittikçe büyüyen bir öneme sahip olabileceğini muhtemelen bir an bile düşünmemiştir. Zaten kilise haklarını güvence altına almak, meşru olmayan feodal vergilerin toplanmaması gibi vaatlerin üzerine kraliyet mührü basıldıktan hemen sonra tarafların sözleşmeye riayetsizliği ve patlak veren Birinci Baronlar Savaşı gibi gelişmeler, o günlerde, söz konusu belgeyi önemsizleştirmek için yeteri kadar sebepleri ortaya koyuyordu.

Ancak sevimsiz bir tiran olan Yurtsuz John’un 1216’daki ölümü, biraderi Aslan Yürekli Richard’dan borçlu devralıp daha da büyük bir borç içinde bıraktığı tahtın akıbetini zora soktu. John’un vârisi olarak taç giyen III. Henry başa geçerken aynı taahhütleri tekrarladı. Bu olaylar belgeyi diğer pek çok sözleşme gibi unutulmaya terk edecekken, tarihin eşik noktalarından birine dönüştüren yolu açtı. 13. yüzyılının Haçlı Seferleri yorgunu İngiliz kraliyetinin yerel ve günlük hayat sorunlarını çözmeye dönük vaatleri, zamanla bir zihniyet devriminin referansı oldu. Aslında keyfi idareye ve zorbalığa karşı yurttaşların hak ve özgürlüklerini dile getirmekte olan bu belge, “hukukun, kraldan daha üstün olduğu”nu ifade eden büyük bir anıt olarak yorumlandı. Her yeni monarkla tazelenen sözler, zamanla İngiltere’nin parlamentolarının temel prensiplerini belirledi. Habeas Corpus, birçok bakımdan, Assize of Clarendon ile beraber Magna Carta’nın dört yüzyıl sonraki görüntüsü, tadil edilmiş bir yansıması idi. 17. yüzyılda diğer tüm Hıristiyan ülkelerde neredeyse sorgusuz kabul gören “Kralın Kutsal Hakkı” teamülünü İngiltere’de tartışmaya açan referans da yüzlerce yıldır bir hukuk geleneği oluşturmuş olan Magna Carta’ydı. Görkemli Devrim’in (1688) de, kralın başını gövdesinden ayıran İngiliz aristokrasisinin iktidar ortaklığının da sebepleri arasında hukukun kraldan üstün olduğunu hatırlatan Magna Carta efsanesiydi…

Magna Carta, birkaç maddesi dışında neredeyse hiçbir şey söylemediği, hiçbir hak tanımadığı sıradan insanlar için bile mitolojik, ikonik bir değerler kümesi yarattı. En azından despotluğa, zalimliğe karşı savunulan temel değerler için bu böyleydi. Bu maddeler kabaca ifade edecek olursak miras bırakma hakkı, mülkiyet dokunulmazlığı ve güvenilir tanıklar olmadan adli muamele yapmama taahhüdüdür. “Bundan böyle” der taraflar,

herhangi bir Adliye Görevlisi güvenilir tanıklıklar sunmaksızın asılsız şikâyetlerine dayandırarak hiç kimse hakkında soruşturma açamaz. Özgür bir kimse, kendi zümresinin yasal kararı olmadan veya ülkenin ilgili yasalarına göre muhakeme edilmeden tutuklanamaz ya da hapse atılamaz; malına el konulamaz ya da yasal haklarından mahrum bırakılamaz; sürgün edilemez ya da herhangi bir şekilde zarara uğratılamaz (…) Hakkı ya da adaleti hiç kimseye satmayacağız, hiç kimseyi bundan mahrum etmeyeceğiz ya da bunu sağlamakta gecikmeyeceğiz." (Madde 38-40)

Tekrara belki lüzum vardır diyerek belirtelim; bu sözler 2015’lerin değil, 1215’lerin dünyasına aittir.

Aslında ağır bir Latinceyle ve tek parça halinde yazılmış olan Magna Carta sonraki zamanlarda 63 madde olarak düzenlenmiştir. 61. madde de bütün bu 63 içindeki en önemli beyan olarak kabul edilir. Zira kraliyetin keyfi idaresi, hükümetin iktidarını kötüye kullanımı ve askeri yahut hukuki herhangi bir kamu görevlisinin yapacağı hukuksuzluk, barış ve güvenliği bozacak herhangi eylem veya işlem karşısında kraliyet, tüm ülke halklarının temsilcileri olarak baronlara ve onların oluşturacağı Yirmi Beşler Meclisi’ne, kraliyet ailesi dahil haksızlığa, hukuksuzluğa yol açan herkesi yargılama ve hakça karşılığını verme imkânı tanımıştır.

Sözü Türkiye’ye bağlayarak toparlayalım: Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de anayasal gelişmelere dair bir milat olarak atıf yapılan Magna Carta’yı hemen hemen hiçbirimiz okumadık. Ankara Siyasal’dan Prof. Dr. Sina Akşin ve İstanbul Hukuk’tan Bülent Tanör’ün 1808’deki Sened-i İttifak’ın Türk anayasacılığına etkisini ortaya koymak adına yaptığı Magna Carta kıyaslamalarına rağmen, Özgürlükler Sözleşmesi’nin Türkçeleştirilmesine hiçbir dönemde nedense gerek duyulmadı. Ta ki Humanitas-Veritas çeviri dizisini yaklaşık on yıldır büyük bir sabır ve titizlikle sürdüren Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken’in metni Türkçeye kazandırmasına kadar… Çiğdem Hanımın diğer birçok klasik metin gibi Latince orijinaliyle birlikte yayımladığı bu hacimce küçücük ama içerik itibarıyla abidevi büyüklükteki eser, Dürüşken’in genç meslektaşı Dr. Eyüp Çoraklı’nın da açıklayıcı notlarla zenginleştirdiği iyi bir editörlükten sonra Alfa Yayınları’nca okurların ilgisine sunulmuş bulunuyor.

Bu hâliyle Magna Carta çevirisi, Çiğdem Dürüşken’in iyi bir çerçeve oluşturan sunuş yazısıyla birlikte her nitelikli okurun kütüphanesinde yer almayı hak ettiği gibi, her Siyasal Bilgiler, her Hukuk öğrencisinin de okuması gereken bir referans metin. Sadece 2015’lerden 1215’lere değil, 1215’lerden de 2015’lere bakarak temel hak ve özgürlüklere, hukukun üstünlüğüne ve yöneten-yönetilen ilişkilerine dair çokça düşünmek için...

Hasan Aksakal
twitter.com/haksakal34
* Bu yazı daha evvel mesele121.org'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder