SAYFALAR

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Bizim büyük milli romantizm sevdamız

"Milli tarih telâkkisinin romantik devrini, Türk nasyonalizmi de tabiatiyle görmüştür. Avrupa tarihçiliğinin Türkler hakkında hiçbir ilmî esasa dayanmıyan çok haksız menfî telâkkileri karşısında, bizim romantik tarihçiliğimizin aksülameli de ister istemez çok müfrit ve mübalağalı oldu."
- M. Fuad Köprülü, 1940

Tanzimat'tan itibaren hem siyasî hem de edebî olarak müthiş malzeme üretti Türk politik kültürü. El'an üretmeye de devam ediyor. Nâmık Kemal'den Cemil Meriç'e kadar çalışmaları yeniden incelenmesi gereken birçok isim, aynı zamanda romantizmin kalemlerini, seslerini oluşturuyor. Yalnız kitaplarda değil, halk masallarında, efsanelerde, fıkralarda ve elbette mitlerde derin bir romantizm tütüyor. Türk Muhafazakârlığı ile söylenmeyen gizemleri koca bir tepside okuyucuya sunan Hasan Aksakal, eylül 2015'te İletişim Yayınları tarafından neşredilen Türk Politik Kültüründe Romantizm'de; milliyetçi, muhafazakâr, İslâmî tarafı ağır basan bir yolculuğa çıkıyor. 312 sayfalık bu yolculuğun sol şeridinde Kemalist, halkçı, devrimci romantikleri de okumak mümkün.

Romantizm öyle büyük bir soru işareti ki Friedrich Schlegel, 1793 yılında kardeşi Wilhelm’e gönderdiği mektupta “Sana en az 125 sayfa tutacağı için romantik kelimesine dair açıklamamı gönderemiyorum” diye yazmış. Aksakal, kitabın girişinde romantizmi tanımlamanın "karmaşık doğası gereği, en başından itibaren daima sorun"lu olduğunu söylüyor ve kitabının tabiri caizse nasıl bir yükün altına girdiğini şöyle ifade ediyor: "Sistematik bir birlikten ziyade başına buyruk sanatçı ve düşünürlerin şekillendirdiği bir hareket, bir yaklaşım, bir felsefe, bir dünya görüşü olarak Romantizm, Kartezyen düşünce geleneğine karşı bir tepki olarak doğdu ve birkaç on yıl içinde tek bir tanıma sığdırılamayacak kadar farklı çehrelere sahip oldu. Bugün bile Romantizm, aradan geçen 250 yıla rağmen belirsiz sınırları ve çözümlenemez karmaşıklığı nedeniyle hâlâ bir “muamma”dır."

Aksakal, beş bölüme ayırdığı eserinin ilk bölümünde modernleşmenin çelişkileri içinde Türk romantiklerini masaya yatırıyor. Türk romantizminin ne olduğu, Nâmık Kemal kültü, romantiklerin sürgün hayatı, trajik acıları ve erken ölümlerini anlatıyor. Gençlik, ortaçağ, Rousseaucu toplumsal düzen tasavvuru, tercüme, melankoli, mâzi, rüya, antikapitalist tavır eksikliği; Türk romantizminin ana temaları olarak irdeleniyor. Yazara göre Türk düşüncesini romantikleştiren sorunlar da bu bölümde yer alıyor: Entelektüel pusulasızlık, aydınlanma eksikliği, çelişkili modernleşme. Bölümün sonunda ise şarkiyatçılığa karşı tutulan garbiyatçılık aynasının, yani batıya karşı tutturulmuş üstünlük türküsünün garabeti, tuhaflığı, anlaşılamaz inatçılığı yorumlanıyor: "Son yüz elli yıllık tarihe bakıldığında, Romantik akımın, belli ölçüde değişim ve dönüşüme uğramakla birlikte, dâhil olduğu Türk sanat ve fikir dünyasında kendisine merkezî bir yer bulduğu anlaşılıyor. Bu noktada Türk aydınlanmasının ne ölçüde Aydınlanma'nın temel değer ve ilkelerini sahiplendiğine  dair yapılacak bir değerlendirme, Türk Romantizminin de ne ölçüde Avrupa Romantizmine sadık kaldığını gösterecektir." [sf. 80]

İkinci bölüm, "Volksgeist: Herder'den Bu Ülke'nin Ruhuna" başlığını taşıyor. Kanaatimce kitabın en kritik bölümü. İlk defa Gottfried Herder'in kullandığı ve "halk ruhu", "milli karakter", "ortak kültürel doğa", "müşterek mensubiyet" gibi anlamları karşılayan volksgeist, Türk edebiyatında cumhuriyetin kuruluşundan Cemil Meriç'in Bu Ülke'sine kadar hiç vazgeçil(e)memiş bir kavram. Yazarlar, şairler, tarihçiler ve çoklukla yönetici sınıf sık sık 'muhteşem mazi'den bahsederken karşı tarafın başvurduğu kavramlar ise daha çok taşra romantizmi, folklor, köycülük ve pastoral değerler oluyor. Bu bölümde çok net biçimde görülen bir şey var ki romantizmin sağ kanadına forsa kazandıran ruh, elbete 'milli' ruh: "1772 tarihli "Dilin Kökeni Üzerine" başlıklı meşhur makalesinde Herder, "Bir şair çevresinde bir ulus yaratır, insanlara görülecek bir dünya verir ve onların ruhunu bu dünyaya yönlendirmek üzere elinde tutar" diye yazmıştı. Bu anlamda, İskoçların milli ruhunu şair Scott'un hikayelerinin, Almanların milli ruhunu şair Goethe'nin Faust'unun, Türklerin milli ruhunu Vatan şairi Nâmık Kemal'in üflediğinin sıkça söylenmesi, bu birikimde üzerinden yeniden yorumlandığında görüleceği gibi, tesadüf değildi. Kemal, ruh-u milli'yi bulmak adına, Celâleddin Harzemşah'ın önsözünde "konuların tarihten seçilmesi, milli hayatın köklerinin oradan çıkarılması, halka iniş, büyük kütlenin diliyle temas" gibi ifadelere başvurarak, Türk romantizminin 'beyanname'sini yazıyordu." [sf. 93]

Kitabın sol romantizm ağırlıklı bölümü, üçüncü bölüm; Romantizmin Taşrası: Folklor, Popülizm ve Köycülük. Burada masalsı bir anlatı olarak memleket romantizasyonu, Jön Türklerin folkloru keşfi, erken cumhuriyet dönemindeki folk kültür araştırmaları, Anadoluculuk ve memleketçilik, sol romantizm, büyülü gerçekçilik, popülizm, milli devletin temsilcisi olarak öğretmen, Demokrat Parti etkisi, devrimci romantizm, köyün ve çobanıl değerlerin görünürlüğü konuları irdeleniyor. Bu bölümde, "Bizim Köy" adlı, bir dönemin gizemli kitabı üzerine Aksakal'ın çok önemli değerlendirmeleri mevcut. Öte yandan yine Bizim Köy'le birlikte coşkulu bir biçimde artan köy romantizmi ve köy edebiyatı da önemli bir konu. Sabahattin Ali, Mehmet Başaran, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Necati Cumalı gibi isimlerin özellikle belli eserleri üzerine Aksakal şu yorumda bulunuyor: "Tüm bunlar toplumcu-gerçekçi olarak nitelense de, esasen duygularıyla, duyarlılıklarıyla, geri kalmışlığın melankolisiyle, vicdanî bir sorumlulukla kaleme alınmış ve iyilerin hepten iyi kötülerin hepten kötü olduğu alışılageldik romantik kasvete boğulmuş eserlerdi. Hemen hepsi popülizme yakın bir kanalda ilerlemekte; hepsi mevcut toprak sorunundan kaynaklanan "bozuk düzen"e, isyankâr bir ses ve umutsuzca bir arayışla yaklaşmaktaydı." [sf. 160]

Tarihimizin romantik sayfaları oldukça ironik örneklerle dolu. Bunlardan bazılarını Hasan Aksakal'ın zengin dipnotlarından birinden çekip aktarıyorum: "1850'lerde, Kırım Savaşı'nda Osmanlı askerine destek olmak üzere İstanbul'da konuşlanan İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin kahramanlıkları, Şeyhülislâm fetvasında "şehitlik" payesiyle mükâfatlandırılmalarına dek varmış, Müslüman halk, kâfirlikten şehitliğe terfi eden Avrupalı Hıristiyan askerler için gıyabî cenaze namazları kılmıştır. İstiklâl Savaşı sırasında Bolşevik liderler, Anadolu'daki Kuva-yı Milliye birliklerine verdikleri destek sebebiyle Allah'ın rızasına kavuşmaları yönünde dualarla anılmış; 1990'larda bir çocuk olarak benim de katıldığım bir Cuma namazında, vaizin el açıp "Bosna'daki Amerikan askerlerine sen yardım eyle Allah'ım" dualarına bütün cemaat tarafından "âmin" diye karşılık verilmiştir. Dinin Makyavelci bir yaklaşımla ilişkilendirilmesi, politik iradenin elinde işte bu denli etkilidir." [sf. 181]

Romantik devlet ve vatan mitolojisi başlığı, dördüncü bölümün içeriğini tamamıyla karşılıyor. Burada mitolojisinin sihirli dünyası, politik mitoloji ve romantikler, devlet mitosu ve Türk politik mitolojisi, Türk devletine dair bazı mitolojik vasıflar gibi konular yer alıyor. Hem Çanakkale Savaşları'nı hem İstiklâl Harbi'ni kuşatan bir devirden bahsediyor Aksakal. 'Politik sözlüğümüz'de hâlâ sık sık vurgulanan "nizâm-ı âlem" mitinden Ziya Gökalp'e atfedilen "cumhuriyetin akıl hocası" olma durumu yeniden sorgulanıyor. Altını çizdiğim şu paragrafa dikkat: "Devlet mitolojisi zaman ve mekân mefhumlarını yırtıp atarak, insanları insan-üstü varlıklarla muhatap kılar. Ölüleri canlılarla sürekli olarak konuşturur; büstlerle, heykellerle, marşlarla ve şiirlerle sürekli bir ayin hâlindedir. Bu derece büyük bir teslimiyet isteyen dogmatik ilkeler bütünü olan Devlet'in modern zamanların Tanrısı olduğunu söyleyen genişçe bir literatürün varlığından söz edilebilir. Muhtemelen bu yüzden Devlet mitolojisi, alabildiğine ilahiyatçı bir dil kurgulayarak kendini ifade eder. Böylece, ona ilişkin yapılan her faaliyet, sarf edilen her söz, sevap ve günah gibi kavramlarla da açıklanabilir hâle gelir." [sf. 226]

Son bölümde romantik tarihyazımı ve Türkiye'de tarihi romantizm ele alınıyor yazar tarafından. Özellikle edebiyatçılar için harikulade bir metin zenginliği ve yeni yazılar yazdırabilecek materyaller var. Aksakal'ın dipnotları ve kitabın sonundaki kaynakça da bu yönde bir kullanım imkânı sunuyor. Bu bölüm aynı zamanda yazarın 'uzmanlık' alanını konuşturduğu bir bölüm. Batı'da ve Türkiye'de tarihyazımı, edebî romantizmde tarih merakının doğuşu ve yükselişi, Türkiye'de romantik tarih anlayışı ile Türk edebiyatında tarihin romantikleştirilmesi ve romantik tarih görüşünün edebileştirilmesi gibi alt başlıklar var. Özellikle Türkiye'de romantik tarih anlayışı bölümü, zenginliği itibariyle öne çıkıyor. Burada Nâmık Kemal ve döneminin romantik tarihçiliğini, Türkçülüğün yükselişi ve romantik tarihçiliği, erken cumhuriyet döneminde tarih ve romantizmi kronolojik boyuta yakın bir biçimde okumak mümkün. Ömer Seyfettin'den Ahmet Hamdi Tanpınar'a, Yahya Kemal'den Abdülhak Şinasi Hisar'a, Samiha Ayverdi'den Cemil Meriç'e Türk romantiklerinin inişli-çıkışlı metinlerini gözden geçirmek, okuyucuya yeniden sorgulama imkânı sağlıyor. "Tıpkı Abdülhak Şinasi Hisar'daki gibi Ayverdi'de de, Çamlıca romantizmi, Boğaz'ın güzelliği ve Bostancı'dan ötesiyle pek alâkadar olmayan -olması da gerekmeyen- eski İstanbulluluğun ayrıcalıklı günlerine duyulan eğreti bir nostalji göze çarpar. Bu da onu politik-ekonomik-toplumsal gerçeklik yönü bulunmayan bir tür estetik eleştiriyle sınırlandırır" diyen Aksakal, bir nesli 'yetiştiren' kitapları Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor ile Nihal Atsız'ın Jacop M. Landau'ya göre İskoç romantizminin kurucusu babası sayılan Walter Scott'un kahramanlık romanlarını anımsattığını ve onun Alman romantizminden etkilendiğini belirtiyor. Aksakal'ın bölüm sonu değerlendirmesinden bir paragraf ise şöyle: "Türkiye'deki romantik tarih anlayışının milliyetçiliğin doğuş, gelişim ve evriminde her daim başat unsur olduğu aşikârdır. Çok milletli ve çok sesli bir İmparatorluktan "kaynaşmış bir kitle" var etmeye çalışılacak olan ulus-devlete geçişe çoğu kez mübalağalı, yer yer irrasyonel, kimi zamansa fantastik tarihsel değerlendirmelerde bulunulduğu da kolayca görülebilir. Üstelik bu çarpıtmayı yapmakta herhangi bir beis görülmediği de bellidir." [sf. 280]

Netice-i kelam, Hasan Aksakal üç evreye ayırdığı Türk romantizmini (1860-1910, 1910-1960, 1960'lardan günümüze) Türk politik kültürü çerçevesinde analiz ederken, önemli bir yükün altına girse de bundan alnının akıyla çıkıyor. Birçok ismin ve eserin yeniden yorumlanmasının, hem onları daha anlaşılabilir kılacağı hem de bazı sayfaların artık kapatılması gerektiği bariz biçimde ortaya çıkıyor. Geriye, artarak devam eden bu romantizm rüzgârından sağ salim çıkabilmenin umudu kalıyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder