SAYFALAR

2 Aralık 2016 Cuma

Sanatçı kimdir, sanat nedir?

Her İnsan Bir Sanatçıdır” kitabı, Coomaraswamy'nin "Sanatçı özel tür bir insan değil, her insan bir sanatçıdır" sözüyle başlıyor. Bir seçki olarak da görebileceğimiz kitap, geleneksel medeniyetlerde üretilen sanatın anlaşılması adına yazılmış makalelerden oluşuyor. Kitaba yazdığı önsözde, Seyyid Hüseyn Nasr da, eserin bu yönüyle birlikte, insan olmanın gerçek doğasının anlaşılması ve insan olmanın ne demek olduğunun bilinmesi bakımından da büyük öneme sahip olduğunu söylüyor.

Hüseyn Nasr ve gelenekselci ekole göre insan olmak, dünyada ilahî sureti yansıtmaktır. İnsan, insan olmak marifetiyle yapar ve yaratır, kendi aslî tabiatına sadık kalmak suretiyle de geleneksel sanat üretir. Geleneksel sanat ise yeryüzünde İlahi Sanatçı'nın yani bir güzel ismi de Sâni olan Allah'ın hikmet ve cemalini yansıtır. Geleneksel sanatçı, tabiat olarak hakikatlere batınen açık bir varlıktır. Geleneksel ekole göre sanat, belli bir türe ait faaliyet değildir. Gelenekselciler, dünyada her şeyin kendisine ait bir sanatının olduğunu ve sanatın geleneksel kurallara göre yaşanan hayatın ta kendisi olduğunu savunur.

Seyyid Abdülkadir Geylânî Hazretleri de Fethu'r Rabbanî isimli vaazlarının toplandığı kitapta, kulluğun bir sanat olduğunu ifade eder. Bu ifade gelenekselci ekolün dayanaklarının daha çok İslam dininin tasavvufi yorumunda bulunduğunu gösteriyor. İki ifade de kelimeler farklı olsa da mana bakımından paralellik gösteriyor. Zira kulluk hayatın tüm alanlarını kapsar.

"İnsan yeryüzü hayatında manevi olan tabiatını ve her şeyin manevi tabiatını gerçekleştirme misyonu ile görevlendirilmiştir" diyor kitabı derleyen Brian Keeble. Ona göre bu misyon sadece uzmanlaşmış bir seçkinler grubunun malı olmayıp, tam manası ile insan olmanın alametidir. Sanat işçiliğin kurallılığı ve mükemmelliği anlamına gelir. Gerçek sanat Keeble'a ve gelenekselci ekole göre, insanların gerçekliğin kutsal tabiatı ile olan asli ve olmazsa olmaz münasebetlerini, uygun bir geçimin gereklilikleri vasıtasıyla gerçekleştirdikleri araçsal vesileler olarak ifade edilir.

Brian Keeble, bu şekilde ifade ettiği sanatın git gide bambaşka bir boyuta taşındığına işaret ederek, modern dünyada sanat olarak sunulanların, çoğunluk tarafından anlaşılmaması ve yaratıcısının istisnai (!) şahsiyetinin tanıtım ve reklamını yapmaktan öte bir amaca hizmet etmediğini ve bunun yanı sıra çoğu insanın herhangi bir sanata etkili bir iştirakten de dışlandığını vurgularken, böylesi bir ortamda sanatın tabii olarak tanımının da imkânsızlaştığını ifade ediyor.

Bu ifadeler Brian Keeble'ın kitap için yazdığı giriş bölümünde anlattıkları. Kitabın devamındaki makalelerde bu husus pek zikredilmiyor. Bendeniz zamanımızın sanat anlayışına doğrudan bir eleştiri olduğu için kitabın bu kısmını ele aldım. Keeble, geleneksel felsefede sanatın zihnin bir erdemi veya alışkanlığı olarak anlaşıldığı, fakat durumun Rönesans’la birlikte değişime uğrayarak, yerini seçme bir "şeyler kategorisine" işaret eden anlayışa bıraktığından yakınır. Yavaş yavaş zihinlerde yerleşen bu düşünceye göre, kendisine sanatçı denilen kişiler, istisnai bir mizaç ve yaratılışa sahip insanlar olarak lanse edilir.

Bu durumun Keeble'ın ifade etmediği ilerleyen sürecinde ise sanatçı olarak kabul edilen ve el üstünde tutulan kişi, kendisinin istisnai bir şahsiyet olduğunu çok sürmeden kabul eder ve kibrin doruklarına yaptığı köşke yerleşir. Bundan sonra kendisinin yekta bir kişi olduğunu kendi ağzından duymaya başlarız. Kimisi "dağdaki çobanla benim oyum bir mi?" diye sorarak, kimi de insanların kendisini anlamadığını, toplumun bir ahmaklar yığını olduğunu gerek açık açık söyleyerek, gerekse ima ederek istisnai şahsiyetlerini (!) takdis ederler.

Geçtiğimiz günlerde bu sitede yayınlanan Ali Saran'ın kaleme aldığı, "Bugünün Yıldız Algısına Neler Sebep Oldu?" isimli yazısı da sanatçı olarak kabul edilen kişinin hem istisnai, hem de imtiyazlı bir şahsiyete dönüşmesinin hikâyesini anlatıyordu. Orada, daha önce hanendeler ve sazendeler bir arada oturarak sanat icra ederken, sonraki zamanlarda hanende ayağa kaldırılarak bir kaç adım ileri çıkartıldığından bahsediliyordu. Bu bir kaç adım ileri çıkmak hanendenin sanatın daha üst düzeyini icra ettiğini mi gösterir? Sazendeler fotoğrafın arka fonu mu? Ya da resimden misal verirsek, hanende ressamın fırçasından çıkanken, sazendeler tuval mi? Eğer böyleyse "Hangisi üstündür?" sorusu baş gösterecektir.

Yakın zamanlarda çekilen bir filmde de şarkı söyleyen üç sincap konu ediliyordu. Bu sincapların menejeri içlerinden birini bir adım öne çıkarıyordu. Öne çıkarılanı, o güne kadar normal bir sincapken, daha sonra kendini bir yıldız olarak görmeye başlıyor ve diğer iki sincaba karşı kibirli tavırlar takınıyordu. Hiç şüphesiz bu sincabın tavrının bugünün sanatçıları olarak gösterilen insanların tavırlarıyla birebir aynı olduğunu müşahede edebiliriz.

Modern sanat, bir şeyin sanat olarak kabul edilebilmesi için, ortaya konan şeyin 'acayip' zaman zaman da 'absürt' bir şey olmasını tabir-i caizse şart koşuyor. Mesela Marcel Duchamp bir pisuvara "R. Mutt 1917" yazarak, onu bir sanat eseri olarak insanların önüne sürebiliyor. Yine modern zamanlarda Hattat Hasan Çelebi'ye cumhurbaşkanlığı tarafından kültür ödülü verildiğinde, kendisinin bir sanatçı, hattın ise sanat olup olmadığı tartışılmıştı. Bütün bunların arasında sanatın ne olduğu hiç bir zaman bilinemeyecek gibi duruyor. Bir şair için hiç bir zaman iyi şiir yazmak yetmiyor. Bunun yanı sıra iyi bir pazarlamacı da olması gerekiyor. Aksi halde kitabını bastıracak yayınevi bulamıyor. Artistlikle ve kibirle desteklenmeyen sanat ne yazık ki modern zamanda kabul görmüyor. Bütün bunlardan sonra kitaba dönersek, Rene Guenon'un "İnisiyasyon ve Zanaatlar" ismiyle kaleme aldığı yazı, sanatın bir süluk, bir ruhu terfi ettirme aracı olduğunu işlediği yazı, geleneksel sanatın insana bulunduğu halden daha yüce bir insanlığa taşınabilme imkânı bahşettiğini ifade ediyor. Günümüz sanatının yapıcıları bu inisiyeden maalesef mahrumdurlar. Zira ortaya koydukları ruhlarının karanlığını izhar ettikleri ürünler olarak karşımıza çıkıyorlar.

Roman okuyucularının büyük kısmının baş tacı ettikleri William Faulkner bütün modern sanatçılar adına bunu bir röportajında açık açık ifade ediyor: "Sanatçı, kötü ruhların yönlendirdiği bir yaratıktır. Neden onu seçtiklerini bilmez ve genellikle de bunu merak etmek için fazla meşguldür. Yapıtını ortaya çıkarabilmek için herkesi ya da her şeyi soyacak, onlardan ödünç alacak, dilenecek ya da çalacak kadar ahlaksızdır."

Kötü ruhların yönlendirmediği sanatçıların ve sanatın ne olduğu hakkında malumat edinebilmek, kimseyi soymadan ve çalmadan nasıl sanat yapılabileceği ve geleneksel sanatın ne olup, ne olmadığı bilgisini farklı isimlerden öğrenebileceğimiz bir eser olarak önerebiliriz "Her İnsan Bir Sanatçıdır" isimli derlemeyi.

Ahmed Sadreddin
twitter.com/ahmedsadreddin
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder