SAYFALAR

25 Ekim 2016 Salı

Masalların sakladıkları: Bir toplumsal cinsiyet tartışması

“Ormanda iki yol belirdi önümde ve ben
Daha az yürünmüş olanını seçtim.
Bütün fark buradaydı işte.”
- Paulo Coelho

Dünyada yaşayan onlarca insanın büyüme dönemleri ile ilgili birçok şey söyleyebiliriz. Ancak beni en çok heyecanlandıran, hepimizin çocukluğuna şahitlik eden, ortak noktamız masallar. Zenginler, fakirler, sağlık problemi olanlar, turp gibi olanlar, yaramazlar, uslular, tek çocuklar ya da kalabalık bir ailede büyüyenler; birbirimizi tanımasak da bir arada olduğumuz, ilk duygularımızı yaşama fırsatı bulduğumuz, güldüren, öğreten, korkutan masallar, yüzyıllardır bu koca evrende bizlerin ortak yuvası oldu ve olmaya da devam ediyor.

Masal, insanın zihninde çeşitli algılar oluşmasını sağlamak, insanların davranış biçimlerini ve hayata bakışlarını biçimlendirmek için en temel ve en kestirme yollardan biri. Son dönemde masalların potansiyelleri, bilişsel psikoterapi yöntemlerine de yansıdı. Masal, insanların kendilerine zarar veren kalıplaşmış algılarının değiştirilmesi ve sağlıklı bir hale getirilmesinde bir tür tedavi yöntemine de dönüşmüş durumda. Her ne kadar sevimli görünseler de masallar, barındırdıkları “algı yönetme” potansiyelleriyle, yanlış ellerde sonu çok da tatlı olmayan yerlere varmamıza neden olabilir, hatta hepimizin bildiği birçok masalın, toplumsal algı yönetimleri için incelikle kurgulandığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, masallar, yalnızca çocukların evreninde etkiye sahip değil, biz “büyükler”in dünyasında da masalın izlerini takip etmek mümkün oluyor.

Masallar ve Toplumsal Cinsiyet, masalların barındırdığı algı yönetimi politikalarını ve dünya çocukları olarak paylaştığımız ortak anlam yuvamızın tehlikeleriyle ilgili daha önce pek de dikkat etmediğimiz bilgilerden bahsetmesi nedeniyle çok önemli bir kitap. Kitabın yazarı ve masalla ilgili bu önemli araştırmanın sahibi Melek Özlem Sezer, kitabın önsözünde kendi masal tanımını paylaşarak okura “Merhaba!” diyor: “Masal, bir hayal disiplinidir.”.  Yazar, bu kitap aracılığıyla çok önemli ve birçoğumuzun gözden kaçırdığı çeşitli sorulara yanıt arıyor: Ölü bir prensesin, basit bir öpücükle hayata dönmesi bizi neden şaşırtmaz? Birçok masalda, kadınların sahip olduğu bir eşyanın cam olmasının ya da Pamuk Prenses’in tabutunun camdan olmasının altında yatan mesaj ne? Bir felaket habercisi gibi, masallardaki kadın karakterleri etkileyen nesnelerin kırmızı olmasının anlamı ne? Kırmızı kodu, masallar aracılığıyla zihnimizde hangi algıları yerleştirmeyi amaçlıyor?

Kitabın giriş bölümü “Bir Varmış Bir Yokmuş…”, masalların barındırdığı toplumsal cinsiyet ve iktidar simgeleriyle ilgili, okuyucuyu kitaba hazırlayan bir bölüm olarak kurgulanmış. Bu bölümde, masalların barındırdığı ve çocukların da yetişkinlerin de pek önemsemediği simgelerin bilinçaltımıza yerleşen gizli anlamlarıyla tanışıyoruz. Masalların diğer türlerinden farklılaştığı yönlere dikkat çeken Melek Özlem Sezer, dilden dile ve kültürden kültüre yaygınlaşmış masalların bu başarılarının altındaki nedeni şöyle açıklıyor: “…farklı ideolojilerdeki masalların popülerleşme oranlarını karşılaştırmak, ortalama kültürün neleri bünyesine alıp nerede direnç gösterdiğini izleme olanağı verir. İktidarı sorgulayan değil, ona destek olan, fon ne kadar fantastik olursa olsun aşk ve aile ilişkilerinde bir kalıbı sağlamlaştırmanın ötesine geçmeyen, cinsiyetçi masallar daha fazla yayılmış ve kemikleşmiştir.

Masallar ve Toplumsal Cinsiyet’in her bölümünde, masalların derine işleyen kavramlarla, alışılmışın dışında anlamlar yüklenmiş simgelerle ve bunların açıklamalarıyla karşılaşıyoruz. Öpüşme ve erginlenme törenlerinin bağlantısının detayları hayli ilginç: Öpüşmenin masallarda simgelediği şey, ilksel kabilelerin erginlenme ritüelleri. Pamuk Prenses’i bir anda dirilten öpücüğün aslında erotik bir anlam barındırdığını ve camdan tabutun bir bekâret mesajı içerdiğini öğrenmek, beni şaşırtıyor. Uyuyan ve kurtarılmayı bekleyen kadın -ki minik bir çocukken birçoğumuzun en sevdiği masal kahramanlarından bahsediyoruz-, genç erkeklere sorun çıkarmaması ve onlara kahraman olma fırsatı sunması nedeniyle, birçok kültürdeki “ideal genç kadın” dışa vurumu gibi görünüyor.

Kitapta tartışmaya açılan bir diğer konu, ideal bir dünya tasvirinde kadın ve güzelliğinin ayrı düşünülemeyecek kavramlar olmasıdır. Genç kadın bir femme fatale (cazibesiyle felaket getiren kadın) değilse, güzelliği her daim umut vadeden bir geleceğin anahtarı konumundadır. Aslında femme fatale de uzun uzadıya tartışılması gereken, erkin egemen olduğu dünyada kadınların güzelliğe, cazibeye ve güce sahip olmasına tahammül edilemediğinin en açık ifadelerinden biri olarak okunmalıdır. Kadının cinselliğini güce dönüştürmesi suçtur, kabul edilemez. “…acı olan kadının cinselliğini kullanması bu kadar ağır bir suçken, herkesin onun cinselliğini kullanmaya çalışmasının hiçbir suçlamaya maruz kalmamasıdır.

Masallar, evliliği kutsar ve güzel günlerin başlangıcı için evliliği bir önkoşul olarak sunar. Hastalıklardan, kötü üvey annelerden, çirkinlikten, kara büyüden ve diğer birçok kötü şeyden kurtulmanın yolu genç ve güzel bir kadın ile kahramanlığını kanıtlamış bir adamın evlenmesidir. Kadının evlilikteki en büyük kusurları her şeye söylenmesi, sadakatsizliği, talepkâr ve açgözlü oluşudur. Bugün, gündüz kuşağında ya da prime time’da yayınlanan ve çok izlenen dizilere baktığımızda, bu kötücül kusurlara sahip en az bir kadın karakterle karşılaşmamız, size de şaşırtıcı gelmiyor mu?

Kitabın en güzel yanlarından biri, kitapta adı geçen masalların kitabın sonunda okuyucuya sunulması olmuş. Kitabı bitirdikten sonra, yıllardır dinlediğimiz, anlattığımız, aktardığımız masallarla yeniden karşılaşmak, kitapta dikkat çekilen yerlerin farkına vararak masalı yapısöküme uğratmak ve anlam dünyamızda masalla ilgili yeni bir anlam dünyası inşa etme ihtiyacı hissediyoruz. Bir hayal disiplini olan masalların ardına saklanmış olan kuyulardan uzakta, başkalarının öpücüğüne muhtaç olmadan kendimizi var edebilmek umuduyla...

Özge Uysal
twitter.com/ozgelerinuysal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder