SAYFALAR

21 Eylül 2016 Çarşamba

Şehir neydi, mekân nasıldı, meydan nerede?

"Zonklayan bir şehir, zonklayan başlar ve ruhlar demektir."
- Kemal Sayar

"Şehrin dokusu yüzlerdeki çizgiler, vücut hatları ve hatta alışılmış davranışlar gibi, o şehri kuranlar ve o şehirde yaşayanlar hakkında ipuçları verir."
- Sadettin Ökten

Bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül etmiş müşterek bir hayatı şehir olarak nitelendirmiş Ahmet Hamdi Tanpınar. Merhum bilge mimar Turgut Cansever'e göre şehir hem fizikî, hem iktisadî, hem de sosyal ve kültürel bir olay. Tüm bunların hepsi şehir oluşumunu tetikliyor ve sonrası hakkında şehrin dönüşümüne ışık tutuyor.

Lewis Mumford şehri tüm insanlık tarihinin en büyük keşfi olarak görürken, şehrin aynı zamanda kralların dinsel ve ekonomik güçleri bir arada toplayabilmesine de imkân sağladığının üzerinde durmuş. Aldo Rossi'ye göre ise şehir, tarihtir. Tarihin başladığı yerde mutlaka şehir ve onun işaretleri de yer alacaktır.

Şehir üzerine yorumlarla başladım bu kitabın tanıtımına çünkü bugün şehir, mekân ve meydan üzerine konuşurken yaşanan en büyük eksiklik kavramları henüz yerine oturtamamak diye düşünüyorum. Yola kavramsız çıkıldığında varılan yer nostaljik, romantik, klasik bir geçmiş yorumu olmaktan öteye varmıyor. Siyah beyaz fotoğraflarla şehir, mahalle ve ev üzerine konuşmak ne yazık ki bizi bir yere götüremediği gibi asıl konuşulması gerekenleri de saf dışı bırakıyor diye düşünüyorum.

Kaknüs Yayınları son yıllarda şehir ve mimarlık konularında çok önemli kitapları okuyucularla buluşturuyor. Bu kitapları sıkı biçimde takip ederken en memnun edici şey olarak; metinlerin mimarlık öğrencilerinden evvel şehir sakinlerini, şehir meraklılarını ilgilendirdiğini yakaladım. Bu yüzden okumalar yaparken yepyeni kaynaklar keşfetmek mümkün. Zaman zaman fotoğraflarla ve haritalarla zenginleştirilmiş kitaplar şüphesiz okuyanın görsel dünyasında da şablonları sağlam kılıyor. İşte Hasan Taşçı'nın "Bir Hayat Tarzı Olarak: Şehir, Mekân, Meydan" adlı kitabı da yola kavramları belirginleştirerek çıkmayı teklif edenlerden. 2012 yılında "Kent Meydanı Kent Kimliği İlişkisi; Üsküdar Meydanı Örneği" adlı tezle doktora derecesini almış olan yazar, İlim Yayma Cemiyeti'nde yöneticilik ve Esenler Belediyesi'nde Kütüphane Müdürlüğü yapmış. Halen Esenler Şehir Düşünce Merkezi tarafından çıkarılan ve alanının en ciddi dergilerinden Şehir ve Düşünce'de editörlük yapmakta. Bu dergiyi tüm şehir tutkunlarına, şehrine sahip çıkmak isteyenlere hususiyetle takip etmelerini öneririm.

Uzunca ve okuyucuyu kitaba hazırlar nitelikteki giriş yazısından sonra kitabın iki bölüme ayrıldığı görülüyor. İlk bölümde birinci kısım şehir kavramını irdeliyor: Tarihsel, coğrafi, ekonomik, idare hukuku, sosyolojik, kültürel açıdan incelenen şehir son olarak bilimsel bilgi alanın dışındaki şehir yazısıyla son buluyor. İkinci kısım mekân yazılarından oluşuyor. Morfolojik, ontolojik, kentsel, toplumsal, kamusal açıdan yorumlanan mekân, son olarak kentli mekânının incelenmesiyle bitiyor. Bu bölümdeki sıralamayı oldukça yerinde bulduğumu söyleyebilirim. Önce şehir ve ardından mekanın gelmesi, okuyucunun kafasındaki soru işaretlerini kademe kademe karşılıyor. Günümüz şehir anlayışının yok olmasındaki etkenlere sıklıkla değinen yazar "Bir yaşam biçimi olarak şehir, aynı zamanda içinde yaşanılan zaman diliminin değer yargılarını da anlatan imgelere sahiptir. İslâm inancının bireysel ve toplumsal hayatın düsturlarını belirlediği zaman diliminde ölüm telakkisi hayatla iç içe olduğundan mezarlıklar şehrin içinde yer alırken, günümüz seküler dünyasında ölümü unutturma/unutma çabasındaki toplumun mezarlıkları şehrin dışında ve ulaşım açısından zor yerlerdedir" yorumunu yapıyor ve akıllara hemen Yahya Kemal'in Koca Mustapaşa şiirini getiriyor: "Burada bir adım atıldığında geçilebilecek bir başka dünyadan bahseder şair. Ölüm hayatın hemen yanındadır, ince bir perdenin hemen arkasında. Şehir her yanıyla simgelerle doludur. Bilimsel bilginin kavrayamadığı, kavrayamayınca çareyi reddetmekte bulduğu simgeler dinlerin kutsal saydığı şehirlerde ve çoğu şehirlerde yer alan mekânlarda da mevcuttur. Müslümanlar için Mekke şehirlerin anası sayılırken Medine ise ideal şehir olarak karşımıza çıkmaktadır. Müslüman olmayanların girmesinin yasak olduğu anlamında "Harameyn" olarak adlandırılan bu iki şehirden sonra Kudüs de bir diğer önemli şehirdir. Kaldı ki Kudüs Hıristiyanlık ve Yahudilik için de önemli bir şehir statüsündedir.". Son olarak bu şehirleri önemli kılan faktörü Italo Calvino'nun şu yorumuyla canlandırıyor yazar: Şehirler ne yedi ne yetmiş yedi karikası ne de mükemmel dizaynlarıyla kentsel mekânlar değildir. Şehirler onlara atfedilen kutsallıklarla şehirdirler.

Kitabın ikinci bölümünde meydan konusu irdeleniyor. Batı şehrinde; eski Yunan, eski Roma, Ortaçağ, Rönesans, sanayi devrimi, Amerikan şehir meydanlarından sonra batı dışı toplumlarda; Çin ve Hint, İslâm şehir geleneği, Selçuklular ve Osmanlılar, Cumhuriyet Türkiye'si meydanları ve kapanışta postmodern bir yaklaşım olarak alışveriş merkezleri ve internetin oluşturduğu sanal meydan gibi oldukça ilginç bir metin yer alıyor. İkinci bölümün ikinci kısmında ise meydan çeşitleri yer alıyor: Kapalı, dominant, merkezî, grup, amorf, çok fonksiyonlu merkezî, pazar kurulan ticarî işlevli, röprezantif, dîni yapılardan oluşan, istasyon, iskele, gösteri alanı, sanatsal ve kültürel ağırlıklı meydan çeşitleri; okuyucunun ilgisini çekecek ve her gördüğü açıklığa meydan demesini engelleyecek hiç şüphesiz. İkinci kısımda meydanların temel fonksiyonlarıyla birlikte kentsel yaşamdaki rolü de masaya yatırılıyor. Dünyanın en ünlü meydanları da Hasan Taşçı'nın yorumlarından nasibini alıyor: Kızıl Meydan, Tiananmen, Concorde, Trafalgar, Mayo, Tahrir, Rabia, Özgürlük, Taksim, Beyazıt... Bu kısımda fotoğraflardan yararlanmak da mümkün.

"Kent zaman içinde oluşur. Kentin yaşam ritmi insanlardan ve kuşaklardan daha ağırdır. Onun için büyük kentler tarihlerini, hatta biyolojik bir benzetme ile embriyolarını kendi içlerinde taşırlar. Bunlar bazen fiziksel bir görüntü olarak, bazen efsaneler olarak yaşarlar... Tarih oradaki insanları onlar farkına varmadan etkilemeye ve yönlendirmeye devam eder. Bu tarihin, her zaman göz önüne getirilebilen bir imgesi vardır. Bunu topografyasıyla, büyük anıtları, yol ve meydanları ile yapar." der Doğan Kuban, kent meydanının tarihi nasıl anlattığını belirtirken. Hasan Taşçı, meydanı, fertleri bir araya getiren ve böylelikle hem toplum yapan hem de toplumla kentsel kimlik arasında iletişimi sağlayan bir mekân olarak tanımlar. Turgut Cansever'in Ev ve Şehir Üzerine Düşünceler'inde ise meydan şöyle yorumlanmaktadır: "Birbirinden ayrı kişileri bir araya getirmek, her kişi kendi ayrı yolundan gelse bile, yalnızca kendi gayesine yönelmiş bile olsa, onları bir arada tutmak toplum hayatının doğuşunu sağlamaktır. Dolayısıyla meydan, yolların ve insanların karşılaştığı yer olarak toplumun ve şehrin çekirdeği, kaçınılmaz temeli ve en ferdiyetçi bir anlayış içinde bile hayatımız için kaçınılmaz bir  çerçevedir."

Şüphesiz birbirimize karşılaşmaya olduğu kadar merhameti bol şehirlerde yaşamak da hepimizin birer hakkı. Ülkemizin kıymetli şair ve düşünür hekimlerinden biri olan Kemal Sayar, merhametli şehir başlıklı yazısında "Şehirlerimiz onulmaz bir hızla modernleşiyor ve birer hafıza mekânı olmaktan uzaklaşıyor. Yeni inşa edilen mahalle, alış veriş merkezi ve yollar, yenilenen sokaklar aşinalık hissini tahrip ederek geçmişle bir bağ kurmamızı zorlaştırıyor. ‘Kör kazma’nın değmediği bir yer bulmak giderek zorlaşıyor. Kalkınmacı bir modernlik anlayışı daha çok beton ve asfalt dökerek son tabiat adacıklarını da yok ediyor ve hem şehrin mazisiyle hem de tabiatla organik bir ilişki kurma imkânımızı elimizden alıyor. Bu da bizi ‘şehrin insanı’ olarak daha gergin, tükenmiş ve umutsuz kılıyor." demişti. Ülkemizde nefs psikolojisi üzerine ciddi çalışmalar yürüten Dr. Mustafa Merter ise Dokuz Yüz Katlı İnsan adlı kitabında şunları yazmıştır: "Çevreye veya zamana bağlı koşulların psikoterapi süreci öncesinde ve esnasında değerlendirilmesi gerekir. İçinde bulunduğumuz çağ, tarihte görülmemiş bazı özel durumlara sahne olmaktadır. Tüketim toplumunun empoze ettiği hayat tarzı yüzünden, insanla eşya, insanla insan arasındaki diyalog kopmaya yüz tutmuştur. Eşyanın hakikatinden uzaklaşan insan, giderek insanı da eşya haline dönüştürmüştür."

Hasan Taşçı'nın doktora tezinden ortaya çıkan bu kitap; şehirlere, mekânlara, meydanlara doğru bir gözle ve en önemlisi de doğru kavramlarla, tarihi süreçlerle bakmamızı sağlayabilir. Kitabın tek eksikliği belki bir son söze yer vermemesi olabilir. Esasen şehir, mekân ve meydan için son sözü vicdanlar söyleyecektir.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder