SAYFALAR

26 Eylül 2016 Pazartesi

İstanbullu olmak bu şehrin tarihini bilmekle başlar

Şehirler medeniyetlerin neşvünema buldukları yerlerdir. Medeniyetsiz şehirler olabilir, ama şehirsiz medeniyetler tasavvur edilemez. Nasıl ki medeniyetin kalbini şehir oluşturuyorsa şehrin merkezini de dini mekânlar oluşturur. Şehir bu dini mekanlar etrafında gelişir. Cemiyet hayatının farklı özellikleri bunun etrafında yayılır (iktisadi ilişkiler, tedrisat vb.). Yukarıda söylediklerimizi tabii ki delillendirmemiz gerekir. Hz. Peygamberin hicretinden evvel Medine şehrine Yesrib denmekteydi. ‘Medine’ kelimesiyle ‘din’ kelimesi aynı köke sahiptir. Medeniyet kelimesinin de Medine’den türetildiği düşünülürse yukarıda söylediklerimizin etimolojik olarak birbiriyle alakası görülebilir. Tabii ki etimolojik yakınlık sadece durumun bir veçhesini açıklamaktadır. Antik ve klasik çağda dini mekânların şehrin merkezi olduğunu söylemiştik. Viyana için konuşursak eğer kentin kalbini Stephansdom Kilisesi oluşturmaktadır. Bu kilise, Osmanlıların kuşatması esnasında kurtuluş ayininin yapıldığı merkezi bir yerdir. Bu merkezilik hem fiziki hem de manevi anlamdadır. Dini yapıların ana eksen oluşturduğu şehirlerden biri de İstanbul’dur. Roma döneminde de, sonrası dönemde de bu özellik sürmüştür. Roma döneminde Ayasofya kilisesi merkezli gelişme Osmanlı döneminde Ayasofya-Sultanahmet-Süleymaniye camilerinin etrafında devam etmiştir. Bu merkezilik 20. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür.

Diğer tarafta dini merkezli şehirleşmeye bir diğer misal ise Osmanlı dönemindeki kolonizatör dervişlerin mamur ettiği şehirlerde görülür. Bunlar, Orta Asya ve Anadolu’dan çıkarak Osmanlı fütuhatının gerçekleştiği Balkanlara gelmişlerdir. Kurdukları zaviyeler dini ve iktisadi açıdan bölgelerin şenlendirilmesine vasıta olmuştur. Dervişlerin şenlendirmesi sonrasında insanlar için bu yerler bir cazibe merkezi olmuştur. Osmanlı döneminde Balkanların tekrar mamûr edilmesi ve Türkleştirilmesi bu vasıtayla gerçekleşmiştir.

Yukarıda söylediğimiz gibi İstanbul, cami merkezli bir yapılanma arz etmektedir. Eski İstanbul için konuşursak her sokak başında bir mescide yahut camiye rastlamamak mümkün değildir. Küçük camilerin birer ilkokul vasıtası görmesi, mahalle halkının bir araya geldiği bir yer olması; büyük camilerin etrafında yer alan medreselerde yüksek eğitim verilmesi bu durumun tabiliğini açıklar niteliktedir. Her bir caminin ayrı bir banisinin, mimarının olması ve bu camilerin en azından kitabelerinden ne yazdığını merak etmemek söz konu dahi edilemez. Her gün işe giderken yahut okuldan çıktığınızda önünüze çıkan caminin tarihini merak etmemek bu binalara yapılmış bir haksızlık olur zannımızca. Bizim gibi düşünenler için önereceğimiz bir kitap mevcut. Ayvansarayi Hüseyin Efendi’nin kaleme aldığı Hadikatü’l Cevami [Camiler Bahçesi] adlı eseri yukarıda bahsettiğimiz anlayışa hizmet edecek şekilde hazırlanmış bir kitap. 18. yüzyılda yaşamış olan Ayvansarayi Hüseyin Efendi, bu eserini 1768 yılına dek İstanbul’da yapılmış olan 821 cami ve mescidi tek tek dolaşıp her birinde bir veya daha ziyade vakit namazını kılarak gerçekleştirdiği tetkikler neticesinde vücude getirmiştir. Eserin yazılmasından 53 yıl sonra Ali Sâtı Efendi esere bir zeyl yazmıştır. Ali Sâtı Efendi’den 40 yıl sonra da Süleyman Besim Efendi, aynı usûlle esere bir zeyl daha eklemiştir. Her ne kadar kitabın ismi Camiler Bahçesi olsa da eserde diğer mimari yapılardan da bahsedilmektedir. Eserde camiler harf sırasına göre incelenmiş; banisi, mimarı hakkında bilgi verilmiştir. Kitabelerinde eğer ebced hesabıyla tarih düşürme varsa bunlara da değinilmiştir.

Son zamanlarda ‘İstanbullu olmak’ deyimi çokça kullanılmaktadır. İstanbullu olmak amatör düzeyde de olsa bu şehrin tarihini bilmekle başlar. İçinde yaşadığımız bu şehrin tarihi yaklaşık olarak 2700 yılı bulmaktadır. Daha iyi mukayese etmemiz için şunu söyleyebiliriz. New York şehrinin kurulması en fazla 400 yılı bulur. New York’un daha önce ismini taşıdığı Amsterdam ise yine aynı dönemlerde bir kasaba büyüklüğündeydi. 16. yüzyılın İstanbul’u ise yarım milyona yaklaşan bir nüfusa sahipti. Bu coğrafyanın tarihi bizim mirasımız olduğuna göre onun bilgisini edinmek de bizim vazifemiz olması gerekir.

Ozan Sağsöz
twitter.com/terraincognitae

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder