SAYFALAR

4 Ağustos 2016 Perşembe

Karanlık çağa aydınlık masallar anlatan şiirler

Ayşe Sevim’in ikinci şiir kitabı İşlenmemiş Suç, Ekim 2013’te (Merdiven yay.) okurla buluştu. Kitap 33 şiirden oluşuyor. Şiirlerin geneli bir sayfayı aşmayan hacimde “minor poetry” diye adlandırabileceğimiz bir yapıda. Şiirlerin isimleri de genellikle tek kelimeden oluşuyor.

Evden dünyaya, içeriden dışarıya doğru bir şiir yazıyor Ayşe Sevim. Evin tekdüze alışkanlıklarından bunaldıkça masalsı bir dünyanın içine dalarak orada nefes alan bir kadın&anne gibi.

Louise A. Hitchcock, Helene Cixous hakkında “Yazmak ona bir “sözcükler ülkesi”, evden uzakta bir ev yaratma imkânı sunar* der; aynı cümleyi Ayşe Sevim için kurabiliyoruz. İlk bakışta görünmeyen dünyanın ardını görebileceksek eğer, Ayşe Sevim bize onu çağırmaktadır.

Sevim şiirinde ikamet eden unsurlar belirttiğimiz gibi içten dışa imge üretimi ile çeşitleniyor. Kurduğu anlam bağlantıları gerçeklik duygusundan uzaklaşıyor ama karmaşa ve kaostan uzak bir dili var. Ve sıklıkla masalsı düzlemini güncel öğelerle tamamlayan şairin öznesi her şeyi nesneye dönüştürebiliyor:

Hem üç poşet çocuk sesi almıştım bakkaldan (mutlu son, s.20)

O gün sevgilim bir aşk gibi siyahtın (fotoğraftaki mezar, s.48)

Salonun ortası kocaman bir yara izi (işlenmemiş suç, s.50)

Sanatta gerçekçiliğin esas alındığı Hegelyen görüş ile Ece Ayhan’ın kurgusallığı şart koşan bakışı arasında Ayşe Sevim kurgusalın yanında. Ürettiği şiir gerçeğin anlamını yırtıp altından çıkan parçayı malzeme yaparak kuruluyor. Şiirinin dilini radikal biçimde gündelik dilden ayırıyor. Belirli konuşma biçimleri kullanmıyor. Kendi hakikatini dile getirirken özgürlüğünü ön plana alıyor.

Özne-nesne arasındaki ilişkide “ben” sürekli yeniden üretiliyor İşlenmemiş Suç’ta. Aynı zamanda nesneleri de imge ile gerçeklik arasında bir yerde yeniden adlandırma göze çarpıyor. Dilin şiirsel imkânlarıyla, gerçeklik algısını belirli sınırlardan kurtarıp şiirde gerçeğe dair çokboyutluluk katılıyor.

İmge ile gerçek arasındaki ilişkisi icatlar üzerinden yürüyor Sevim’in. İcatlar, Derrida’nın deyimiyle biraz şansla biraz araştırmayla üretilen şeylerdir.**

Bir kedi hop deyip atlamıştı ruhumuza
Matematik defterleri gibi kare kare miyavlıyordu (böcek ilacı, s.30)

Ağrı kesici tabletinden bir hadis çıkarıp çayla içtik (böcek ilacı, s.31)

Bu mısralardaki imge, kurgusallık maddi dünyamıza hızla sokuluvermiş bir etkiye, anlamsal zenginliğe sahip. Bizim için ulaşılabilir olan şiirde gerçeğin temsili yerine geçen imgeler… Ayşe Sevim şiirini bütünüyle bu gözle okuyabiliriz. Şiirde yeniden tanımladığı haliyle şair artık dizginlenip biçimlendirilmiş bir benliğe de işaret ediyor. Hürriyet, İsyan gibi kelimeler geçmişin içinde kalıvermiştir artık. Kayıtsız kalamadığı şeyler, şiirinin amacını besliyormuş gibidir. Hayati talepler, zorunluluklar, aşırılıklar şairin kendince bir düzeye yerleştirdiği biçimiyle yeniden şekil alıyor. Hür adlı şiirinde (s.37)bir tür biyografik hesaplaşma, maruz kalınan, dayatılan yaşamsal kalıplara teslim olma vurgusu var:

halbuki ben otuzumdan önce
dünyanın üzerine sprey boyayla “isyan” yazacaktım

sonra bir şey oldu
kırışık giderici kremleri hayatıma sürüp
dümdüz bir yaşamı sımsıkı giydirdiler
emniyet kemerleriyle boğmaya çalıştılar beni
bağırdım
ocağın altını kısar gibi sesime dokundular

işkence izlerime bak: taksitler ve krem rengi koltuk takımı

Dizginlenip biçimlendirilen ben’in isyan duygusundan çözülüşünün şiirinde aşılmış ve sonra yeniden içine düşülmüş bir düşünce gibi umutsuzluk, insani korkularla bütünleşmiş tedirginlik ve pes etme görüyoruz. Modern hayat kazanır ve şair kaybının farkındadır.

Ayşe Sevim’in aslında çözümsüzlükten, güçsüz kalmaktan şikâyet etmeyen, bunları kabullenen bir şiiri var. Alışılagelmiş olanla hesaplaşmasını dervişane yapıyor. Yaşanılan her şeye karşı belli bir anlam ve hakikat arayışı içinde olmayı bırakmıyor. Sloganlar yok, daha derine ait bir güven içinde edilmiş sözler var:

ben bilmiyor muyum gidecek başka Allah yok (ayraç, s.47)

halbuki sevgili
savaşta vurulduğunda
yanına gelen Tanrı değil mi? (sözlük, s.45)

Sevim, şiirlerinde bomba, gam, depresan, siyah güneş, özür gibi isimler kullanırken yüzü hiç karartmayan şiirsel içerik mevcut. Yazmaya başlarken içinde biriken, yığılmış olay, karakter ve olağanüstülükler şiirde silinmemek için var olmuş gibi. Başkalarının buzlu cam arkasından seyrettiği şeyleri, donuk ve insana uzak ne varsa atmosfer değişikliğine sokuyor sanki.

başörtülü kıza
filmlerdeki Türkçe altyazılar gibi yaşamadığı için
ertesi güne giden otobüste de yer vermediler

başörtülü kızsa –ne yapsın- ürettiği fikirleri
mutfak çekmecesindeki bıçakların yanına dizdi
keki çırparken kabartma tozunu bulamayınca
iki A4’lük cv’sini ekledi (cv, s.59)

Cv şiiri bir devrin; yaşamın merkezinden itilmiş, iş ve eğitim hakkından mahrum edilmiş başörtülü kızına yazılmıştır. Başörtüsü sebebiyle hor görülen kadınların şiiri azdır. Başörtülü kadının yeniden hayata karışmasını memnuniyetle karşıladığımız bu günlerde, o yasaklı günlerin bedelini ödemiş kadınların kullanılmasına izin verilmeyen cv’lerini hatırlamak, tarihsel hafızayı canlı tutmak adına da güzeldir.

Ayşe Sevim şiirinin kederi, kendini kurban edişi, özür dilemeyi bilişi, iyi, sade ve basit olanı yüceltişi, adım atmaya yüksünmeyişi, ihtimallere karşı ümidini hiç yitirmeyişi, karanlık çağa aydınlık masallar anlatır. Yüksek Doz (s.34) şiiri tam da böyle biter:

dilenciyle dua eden aynı şekilde açıyor ellerini sevgilim
“dümdüz olmayı dileyen bir dağ” hastalığı varmış bende meğer

* Kuramlar ve kuramcılar, Louise A. Hitchcock, s.168, İletişim yay. 2013
** Edebiyat edimleri, J. Derrida, s.78, Otonom yay

Zeynep Arkan
twitter.com/zeynarkan
(Bu yazı Hece dergisinde yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder