SAYFALAR

9 Mart 2016 Çarşamba

Hiçliğini düşün ve hiç ol

"Kavrayışla yaratma arasına
Coşkuyla yanıt arasına
Düşer o gölge."

- T. S. Eliot, Oyuk Adamlar

"Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere."

- Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyü

"Göklerde ve yerlerde bulunanlar da, onların gölgeleri de, sabah akşam sadece Allah'a secde eder."

- Sure-i Ra'd [13/15]

Okuduğumuz birçok kitap arasından bazılarıyla kalbî rabıta kurarız. Zor zamanımızda bize şifa olabilir, uzun yol arkadaşlığı yapabilir, uykusuz gecelerimizin devriye nöbetçisi olabilir, dostlarımızla hasbihal etmemize ve hatta sıla-i rahim yapmamıza vesile olabilir. Muhyiddin Şekûr, Türkçeye çevrilen ilk kitabı Su Üstüne Yazı Yazmak'la aslında okuyucusuyla arasında bir bağ kurmuştu. Çünkü manevi yolculuğunu açık yüreklilikle anlattığı bu günlüğünde kapalı sandığımız kapıları muhakkak çalmamız gerektiğini, bu kapıların bizi ne olduğumuz sorusunun peşinden götüreceğini, dolayısıyla da yola çıkarak insanlığımızı ve ruhumuzu yeniden keşfedebilme imkânına sahip olabileceğimizi anlatmıştı. Öğüt değildi bu kitap, rica da değildi. Sadece "Eğer başkalarını yargılamaya başlarsanız sıra hiç kendinize gelmez" diyen bir sûfinin, hayatını dininin içine yerleştirme gayretiydi. Gölgeler Koridoru'yla bu gayret devam ederken hem imtihanlar artıyor hem de hikmetler. Öykü Özer'in son derece titiz ve başarılı çevirisiyle, Türk okuyucusu bir kez daha Muhyiddin Şekûr'un yürüyüşüne sırdaşlık ediyor. Bu sırdaşlığı yoldaşlığa çevirme için ise Şekûr'un şeyhine kulak vermek gerekiyor: "Şayet benim kulağa tatlı gelen fısıltılarımı işitemiyorsan, o hâlde hayat öğretsin sana öğrenmen gerekenleri..."

Su Üstüne Yazı Yazmak kitabında; lavabonun tıkanmasının, biriken günahlar karşılığında bir uyarı olduğunu söyleyen Şekûr, Gölgeler Koridoru'nda yine günlük hayattan imtihan örnekleri veriyor. Hiç bilmedik bir ormanda yapılan gece yürüyüşünden, bir ateşböceğinden, veranda inşaatından, fitneden, Saraybosna'daki savaşın ortasından tefekküre, irfana ve hikmete uzanan bir yolculuk. Bu yolculukta hasret, vuslat ve gurbet tüm lezzetiyle okuyucuya sunuluyor. Gönül erlerine hakikat iştiyakı sunuluyor. Fatih Sultan Mehmed'in veziri, şair Ahmed Paşa'nın bir beyti düşüyor yüreğe: "Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr / öyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim."

Prolog bölümünde Şekûr, "Kendime baktığımda, karşımda yegâne umudu, zincirlerinden kurtulmak olan bir mahpus görüyordum" diyor ve on dört bölüm boyunca zincirlerini birer birer kırmaya çabalıyor. Kitap, ismini Furkan Suresi’ndeki "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı" ayetinden alıyor. Şekûr, tüm görememelerinin kaydını düşüyor. Önce iç, sonra da dış âleme yapılan dalışlarda, şeyhinin oksijen tüpüne sarılıyor. Tüm bu sarılmalar Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin "Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al‐yakîn / mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş" sözünü akla getiriyor. Aklı bir kenara bırakıp kalple yapılmaya çalışılıyor tüm dalışlar. Çünkü Yunus Emre Hazretlerinin dediği gibi: "Bu akıl fikr ile Mevla bulunmaz."

Tasavvuf büyükleri el'an tasavvufun asla kitaplar vasıtasıyla öğrenilemeyeceğini söylüyor. Bu durumda biz okuyucular da şunu sormakta haklıyız: Öğreneceğimiz "adresler" nerelerdir? Bir kamil mürşid ararken bize faydası olacak kitapları okumak en azından meşrebimizle yüz yüze gelmemizi sağlayabilir. "Dervişlik demir leblebi gibidir" buyuruyorlar. Çiğnemesi ayrı, yutması ayrı zor. Bu zorluklara bu çağda göğüs germek de zor. Okuyucunun bu sebeple tasavvuf kitaplarına yönelmesi son derece doğal. Adresleri, kapıları, şahısları bilmiyor. Evvela tanımak istiyor. İnsanın tek başına manevi tekamül göstermesi muazzam zor. Bir mürşide ihtiyaç var. Kim? Nerede? Nasıl? Sorular, sorular, sorular... İşte bu tip kitaplar, bu soruların "sorgu" olmaması için bir araç. Maksat ise amaca, Hakk'a ulaşmak. Maksat belli, yol meşakkatli, usta yaman. Allah yola çıkanları yolda komasın.

"Hak yolcularını ilim deryalarına götüren bir dizi adım vardır. Ama iş bu deryalara vasıl olmakla da bitmez. Hakkı arayanlar, bundan sonra sadece Ehad ve Samed olan Allah'ın var olduğu Ehadiyet makamına erişirler. Bu makamda, sen Allah'ın içinde, O da senin içinde var olur. Çoğu mürid bu mertebeye vasıl olamaz. Unutma ki, bu mertebeye ulaşmak için mürid, kişiliğinden ciddî anlamda feragat etmeye mecburdur. Bunun içinse, kendini enesinin ve nefsinin boyunduruğundan yeterince kurtarmış olmalıdır. Ne var ki, insanoğlu dünyaya öyle bir nefs, hevâ ve heves potansiyeliyle gelir ki, bunlarla cihad edebilmek için en azından bunlar kadar kuvvetli bir iradeye sahip olması gerekir. İnsanoğlunun bu cihadı esasen, ruhun cesede karşı verdiği mücadeledir."

İnsanın yegane çabası mana alemine yoğunlaşmak, anlamı bulmak olmalıdır. Hayatın anlamı muhakkak O'na çıkacaktır, çıkmalıdır. Eğer bizim varlığımızda manaya, anlama dair bir şey yoksa; tıpkı uzun zamandır batıda görüldüğü gibi hastalıklar, intiharlar, bölünmeler, ayrılıklar, şiddet, öfke, savaş ve her türlü felaketi yaşamak da elzem olacaktır. Şeyhinden bilhassa bu konu üzerine duyduklarını şöyle aktarıyor Şekûr: "Şeyh, bize hak yolcuları olarak şu fâni dünya hayatında varlığımızın anlamdan yoksun olmaması için ne yapmamız gerektiğini öğretiyordu. Bizi, dua yoluyla kalplerimizin en kuytu köşelerinde, bu dünyaya dair umutlarımızı keşfetmeye davet ediyordu. Şahsî sıkıntılarımıza gelince; bunları tamamen olumsuz görmüyordu. Bilakis, gündelik yaşamımızda meşakkatlerle karşılaştığımızda bunlara derc olunmuş şahsî tekamül yollarını görmemiz için bize himmet etmeye çalışıyordu. Bize, hayatımızın inişli ve çıkışlı yollarını adımlarken hep sabrı tavsiye ediyor, meşakkatlerle karşılaştığımızda Allah'tan umudumuzu kesmememizi öğütlüyordu."

Başkalarıyla, başka şeylerle ve bilhassa boş işlerle uğraşmaktansa kişinin kendi iç âlemine yapması gereken yolculukların onu er ya da geç hikmet kapılarının anahtarlarına ulaştıracağını anlatıyor Şekûr. Bu sebeple kitap şahsi bir günlük olmaktan çıkıp manevi âlemde, kendini ve Rabbini tanımak için sefere çıkmak isteyen her okuyucuya yardımcı olacaktır. Bilhassa hasbelkader kitapla buluştuğunu "zanneden" okuyucu, eminim ki Muhyiddin Şekûr ismini kalbinin bir köşesine oturtacaktır. Fakirin şaşkınlıkla okuduğu ve takip ettiği bir isimdir. Bunun sebebi de hikmeti de gönlümde "ilginçliğini" koruyacaktır. Başa dönecek olursak, onunla bununla uğraşarak kaybedeceğimiz vakitleri kendimize ayırsak, yeni umutlar ve galibiyetler önümüze serilecek belki de: "İnsan, ilk olarak kendi enfüsî âlemini tetkit etmeyi düstur edinirse, kendini nefsine yenik düşmekten kurtarabilir. Öte taraftan, nazarını ilk olarak başka insanlara ya da başka şeylere çevirmeyi alışkanlık hâline getirirse, meselelerin gerçek mahiyetini hiçbir zaman kavrayamaması muhtemeldir. Şayet bir kişi başta kendi kalbine bakar ve yine de dürüstçe kabahatsiz olduğuna kanaat getirirse, o zaman bu kişiyi, adaleti mutlaka tecelli edecek olan Âdil-i Mutlak'a havale etmek gerekir."

Tıpkı ilk kitabında olduğu gibi bu kitabını da Şekûr "Şeyh'ten deyişler" bölümüyle bitiriyor. Bazılarını buraya almaktan memnuniyet duyacağım:

- Tarikat, fırtınadan göz gözü görmezken insanlığa yol gösteren nûrdur. Tarikat, hakikati savunan insanlardan oluşur. Hakikati savunmak Müslüman'ın olmazsa olmaz özelliğidir.

- Tarikatın marifeti, Allah'ın sırları üzerindeki perdeleri kaldırmaktır. Peki bunu nasıl yapabiliriz? Elimize bir çekiç alıp her türlü alışkanlığı ve kalıbı kırıp parçalayarak. Bunu yapmazsak alışkanlıklar ve kalıplar yeni bir din hâline gelecektir.

- Kendini unut. Ayrılık acısını hisset. Ve şimdi ayrılığı da unut. Hiç olup öyle başla namaza.

- Allah, kullarını sıkıntılarla sınar. Hakkın yanında olanlar çoğu kez büyük acılar çeker, diğer taraftakiler ise hakkın sesine sağır olur.

- Gün gelir Allah kralları köle, köleleri kral yapar. Kabiliyetlerinizi kullanarak gidebildiğiniz yere kadar gidin.

- Kara sevdaya düşen ve şehvetlerinin kölesi olan kimileri âşık olduklarını zannederler.

- Bu dünya, ezel ve ebed'in arasında sıkışıp kalmış bir göz yanılgısıdır.

- Abdestinizi tam alamazsanız, namazınız da tamamlanmaz. Demek ki, bitişleri başlangıçlar belirler.

- Rüzgâr olmasaydı, bütün dünyayı örümcek ağları sarardı.

- Eğer Allah'a inanıyorsan, hiçbir şeyden korkmaman gerek.

- Siz Allah'tan ümit kesersiniz, ama Allah sizden ümit kesmez.

- Görünen, gerçek değildir; gerçek, her zaman görünür değildir.

- Ûzkûrullâhe zikren kesîrâ ayeti, tarikatın Kur'ânî temelidir.

- Arayışta olanlar muhibdir; sevdiklerini bilirler. Huzura kabul edilmişler ise müridlerdir; sevildiklerini bilirler. Dervişler müridlerin içinden çıkar.

- Giderek daha çok insanın Ehl-i Beyt'in kapısını çalacağı günler yaklaşmaktadır. Bugüne kadar, herkese hüsn-ü zanla baktık, ama kısa zaman sonra kapılar bir daha açılmamacasına kapanacak, tıpkı Nuh'un gemisinde olduğu gibi. Geri dönüşü olmayan o yola girmemize az kaldı. O an gelip tufan koptuğunda, dağlar gibi dalgalar yükselecek ve düşüşler müthiş sert olacak.

Bu yazının başlığı da şeyhin bir deyişidir. Ucundan tutabilene aşk olsun...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder