SAYFALAR

1 Şubat 2016 Pazartesi

Muhatabını arayan yalnızlık

İnsanların çoğunlukla bir toprak parçasına bağlı bulunduğu VII. yüzyılın Avrupa’sında tüccarlar, yersiz-yurtsuz diyebileceğimiz bir sınıfı teşkil ediyordu. Tek başlarına yahut kervanlarla panayır ve şatolarda ticareti sürdüren bu sınıf, maddi çıkarlar peşinde başıboş, sapkın ve serseri bir hayat sürdürmekteydi. Böylesi bir hayat, onları sabit bir yere bağlı olmaktan alıkoyuyordu ve toplum tarafından da tehdit unsuru olarak görülüyor, tasvip edilmiyordu (Cipolla, 2011: 4).

Günümüzde ise bu yersizlik, XI. yüzyıl ile ticaretin farklı bir seyir izlemesine bağlı olarak ortaya çıkan ve daimi mekânları bulunan Ortaçağ fuar sisteminin aksine, “belirli bir yeri bulunmayan fuarlar” sistemini gerçekleştiren Ceneviz kapitalist sınıfını andıran ve kurumsal bir mahiyet kazanan küresel şirketler eliyle işletilmektedir (Arrighi, 2000: 133,134). Varoluşları gereği, nereden baksanız VII. yüzyıldan bugünün dünyasına -aralarında farklılıklar olsa da- belirli bir yerleri bulunmayan bu yapılar, hiçbir ülkenin söz sahibi olmadığı topraklarda, hiçbir kanuna bağlı olmadan ve hiçbir topluma borçlanmadan yaşamayı amaç edinmişlerdir.

Modern dünya ile ekonominin başat bir konuma gelmesi ve belirleyiciliğinin artması, mevcut sistem içerisinde bahsi geçen yapıların önemini artırarak, onlara üst düzeyde statü kazandırmıştır. Alt sınıfların üst sınıflara öykünmesinin bir sonucu olarak da vaktiyle tasvip edilmeyen, hor gülen, kötü gözle bakılan yersizlik/köksüzlük hâli -ahlâken de olumlanarak- özenilir bir hâl almış ve günümüz toplumlarında (Türkiye’de de olduğu gibi) bir kültür olarak yaygınlık kazanmıştır. Dünyada yaşanan gelişmeler eşliğinde yürütülen kırsızlaştırma politikaları ile hızlı şehirleşmenin baş döndürücü sosyal değişimi, insanları yurtsuzlaştırarak kayıtsızlığın sel sularına katıyor. Bir veba salgını gibi her yanımızı saran kayıtsızlık, insanları(mızı) seri üretim makinelerinden çıkma mamuller gibi bencil yaşama tarzı içerisinde irfandan nasibini almamış, feraset yoksunu hedefsiz müsveddeler haline getiriyor.

Böylesi bir dünyadan ve onun şartlarına elverdiği ölçüde uymaya çalışanlar arasından insan, ancak kendini alıkoyarak sıyrılabilir ve kendine dönerek bir şahsiyet inşâsına girişebilir. Bu inşâ, ister istemez bir yalnızlaşmayı da beraberinde getirecektir ve o “yalnız”ın muhatabı bir tek Allah’tır. İşte Cengiz Aydoğdu da yeni kitabı Yalnızlık Muhatab İster’de böylesi bir inşa arayışını, bir ömrün özeti gibi, bizzat yaşadıklarından yola çıkarak konu edinmiştir. İlk kitabı Bize Velvele Düştü’de bize dair olanı daha çok genel hatlarıyla ele alırken, ikinci kitabında iradi olarak ortaya koyduğu suskunluğunun derinliğinde, kendi iç konuşmalarında arıyor. Aydoğdu, herkesin bağırdığı ve kimsenin birbirini duymadığı; ama bağıranların seyredildiği bir konuşamama atmosferinde demlediği yazıları ile sorunun ana kaynağı olarak gördüğü şahsiyet meselesini bir süreklilik fikri içerisinde işliyor. Yunus Emre, Âşık Veysel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Erol Güngör gibi milli çınarların gölgesinde edinilen üslup, dünya görüşü ve insanlık anlayışı; F. Schuon, Octavio Paz, Pierre Emanuelle, Roland Barthes gibi yabancı isimlerden damıtılan düşüncelerle kaynaştırılıyor.

Yeryüzünde hikmet ve irfânın sözü geçmediği, gafletlerin alıp yürüdüğü günümüzde, Sâmiha Ayverdi’nin dediği gibi fikir adamları, her şeyden evvel davası ve imânı doğrultusunda görüş ve tespitlerini umumi efkâra bildirmekle mükelleftir (Ayverdi, 2013: 51). Keza, tevazuyu elden bırakmadan dünyada yerini bilme gayretiyle hareket eden Cengiz Aydoğdu da, bize bahşedilmiş bu kısacık ömrü yaradılışımıza layık ve dolu dolu yaşayabilmek için sağlam bir şahsiyet inşasının imkânlarını sürekli aramaya devam etmemizi salık verir. Bâyezîd-i Bistâmî’nin söylediği üzere, aramakla bulunmasa da bulanlar yalnız arayanlardır. “Bize düşen bu arayışta samimiyet ve ihlâsı kaybetmemek, kaybeder gibi göründüğümüzde de birbirimizi “ikaz ve ikna”ya gayret etmektir.” (Aydoğdu, 2014: 9)

Yalnızlık Muhatab İster’in nasıl bir okuyucu kitlesine hitap ettiğini “Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz / Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi” mısralarının bizi karşılamasıyla anlıyoruz. Yazar, okuyucuyu bir yolculuğa davet eder; Fethi Gemuhluoğlu’nun dostluk üzerine yaptığı konuşmasında bize hatırlattığı gibi yoldaşsız yola çıkılmaz (Gemuhluoğlu, 2013: 25). Davete icazet ise aşıya sağlam bünye gerektirir; zira herkesten de yoldaş olmaz. Yazarın okuyucu ile çıktığı yolculuk Fuzulî’nin “Kârbân-ı râh-ı tecrîdiz hatar havfın çeküp / Gâhî Mecnûn gâhî ben devr ile nevbet bekleriz.” dizeleri ile biter.

Topluma asalak bir şekilde yaşamayı marifet bilen bir azınlığın dümen suyuna girmeden, tarih boyunca edindiği, kitlelerin de öykündüğü hayat tarzı ve zihniyetine sırt çevirmek, mesuliyetini ayak bastığı toprağın kıymetinde aramaya koyulmayı gerektirir. Bundan gayrısı yalnızlıktır. Herkesin birbirinden farklı olmak için birbirine benzediği bir ortamdan kendini alıkoyarak, kendini bilmek adına kendine dönerek verilecek bir mücadelenin yolculuğunda atılan tohumların filizlendiği muhatabını arayan yalnızlık.

Kaynakça: ARRIGHI Giovanni (2000), Uzun Yirminci Yüzyıl, Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri (Çev: R. Boztemur), Ankara, İmge Kitabevi. AYDOĞDU Cengiz (2014), Yalnızlık Muhatab İster, İstanbul, Ötüken Neşriyat A.Ş. AYVERDİ Sâmiha (2013), O da Bana Kalsın, Röportajlar-Anketler, İstanbul, Kubbealtı Neşriyâtı. CIPOLLA, CARLO M. (2011), Neşeli Öyküler (Çev: Tülin Altınova), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları. GEMUHLUOĞLU Fethi (2013), Dostluk Üzerine, İstanbul, İz Yayıncılık.

Haydar Barış Aybakır
twitter.com/HaydarBrs

1 yorum:

  1. Yorumunuzu çok başarılı buldum zira diğer yorumlarınızı da severek takip ediyorum bambaşka yorumluyorsunuz bu da her gün bir kitap yorumunuzu okumama sebep...Dilerim kaleminiz sürekli olsun

    YanıtlaSil