SAYFALAR

17 Şubat 2016 Çarşamba

Fuzulî'nin dediğinden biz ne anladık?

"Sanat, başlangıçta zanaatle başlar. Temrin yaptırır. Hocanız size kendi rengini ve esprisini giydirir. Onun verdiği temrinleri yaparsınız ve icazetinizi alırsınız. Eğer siz hâlâ bir yerlere doğru yürümek istiyorsanız; İsmail Dede Efendi gibi veya Fuzuli, Galip gibi; o yürüyeceğiniz yer Cemal bahçeleridir. Allah’ın güzelliklerinden bir güzellik kapmak isterseniz Necip Fazıl Bey gibi, “Ver cüceye onun olsun şairlik, benim gözüm yüce sanatkârlıkta” demelisiniz."
- Sadettin Ökten

Fuzûlî'nin "Işk imiş her ne vâr âlemde / ilm bir kîl ü kâl imiş ancak" beyti gerek internet ortamında, gerek günlük konuşmalarda ve hatta yazı çalışmalarında sıkça atıf yapılan bir beyit. Buradaki ışk, âlem, ilm ve kîl ü kâl kavramlarının çok gelişigüzel, içini/dışını bilmeden kullanıldığını düşünen İhsan Fazlıoğlu; bu kavramların hakiki anlamlarına ulaşabilmek için evvela o dönemin entelektüel birikimine gitmek gerektiğini söyler ve beytin peşine düşer. Yazar; yola "basit bir anlama merakı" ile çıktığını söylese de dönemin kaynaklarına indikçe mefhum ve temsil düzeyinde Osmanlı entelektüel hayatını çözümleme konusunda önemli tespitlere ulaşır. "Paketin içini açtığımızda" der Fazlıoğlu, "çok farklı entelektüel çizgileri" tespit etmiştir. Dolayısıyla kadim kültürümüzün anlaşılması için bir yöntem geliştirilip geliştirilemeyeceği düşüncesiyle uğraşmıştır. Tüm bunlara, Fuzûlî'nin beyti gibi nice beyitlerin ardından gitmek sebep olabilir. Mühim olan yazarın da sıkça vurgu yaptığı gibi düşünceye, düşünülmesi gereken yerden başlanmasıdır.

Klasik döneme ait bir beyti, paragrafı anlamak nasıl mümkündür, mümkün müdür, ne tür noktalara dikkat edilmesi gerekir, nasıl bir yol takip edilmesi lâzım gibi mevzuların da öğrenebileceği kitap aslında altı yazının bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bu yazılar da çeşitli sempozyumlarda sunulan bildirilerden ve makale çalışmalarından meydana geliyor. Papersense Yayınları'nın İhsan Fazlıoğlu Kitaplığı, var olan ciddiyetine, ciddiyet katmış. Kitabın çıktığı günden kısa bir süre sonra yeni baskı yapması konusunda Fazlıoğlu "Maksad hasıl olmuştur" demiştir ve özellikle gençlerin meseleyi gayet iyi anladıklarını düşünmektedir. Öte yandan "Fuzulî Ne Demek İstedi?" bir konuşma kitabı. Yazarın 10 Aralık 2009 tarihinde Bilim ve Sanat Vakfı'ndaki seminerle beraber Montreal'de birkaç yoldaşıyla birlikte yaptığı okumaların neticesi.

Bu tip çalışmaların şairlerin düşünce dünyasını daha iyi kavramak için birer vesile olduğu açıktır. Dolayısıyla bu çalışmaların artması gerekiyor. Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî ve Hz. Mevlânâ gibi büyük isimlerin de beyitleri incelenmelidir. Zira Fazlıoğlu Türk düşüncesini keşfetmek için bunun bir ihtiyaç değil zaruret olduğunu da vurgulamıştır. Böylelikle dönemin kozmonolojisi, teolojisi ve kozmogonisinin yanı sıra dönemin astroloji ve psikoloji dünyası da kendini belirgin kılacaktır.

Kitapta ilk olarak "ilm" üzerine gidiyor Fazlıoğlu. Kavram olarak ilmi açıkladıktan sonra kadim kaynakların eşliğinde Fuzûlî'nin "bilgisiz şiir" üzerine yorumlarıyla beraber yine şairin "Doğru olan, akıl sahibi kişinin, yaratılışı konusunda düşünmesi; fıtratının kökenini araştırması; mebde/geliş ve mead/dönüşteki durumunu/hâlini idrâk etmesi; iyi ve kötü yolu birbirinden ayırmasıdır." tespitine yanaşıyor. İkinci olarak "ışk"inceleniyor. "İnsanın yaratılışında, Kâlû: Belâda [Elestu bi-iRabbi-kum?; Kâlû: Belâ], Tanrı, insana, kendisini muhatab alma lutfunda bulunarak (ki lütuf'a ilişkin her şey Cemâl'dendir; Kayserî, Resâil, s. 40), cemâlinden ışkı kalbine; soru sorarak da ilmi aklına bahşetmiştir" diyerek başlıyor Fazlıoğlu ve başta Horasan sûfileri tarafından başlatılan ışk vurgusu üzerine gidiyor. Burada Bâyezid-i Bistâmi, Cüneyd-i Bağdâdi, Hallâc-ı Mansûr, Ebu'l-Hasan Harakânî, Ebû Saîd b. Ebi'l-Hayr, Kuşeyrî ve Hucvirî gibi ve Ahmed Gazâlî, Ebû Hamid Gazâlî, Sühreverdi, Hemedânî, Sühreverdî, Ahmed-el-Belhî, Feriduddin Attâr, Necmeddin-i Daye Râzî, gibi büyüklerin kattıklarıyla beraber bilhassa büyük ârif İbn Arabî'nin "İslâm, ışk dinidir" yorumuna Celâleddin Rûmî'nin aklî olan irfanî bir yaklaşım geliştirdiğini belirtiyor. Bilhassa 20. yüzyılın başına kadar gelen ışk çalışmaları, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi'yle ciddi bir katkı sunan Ahmed Avni Konuk'la beraber ülkemizde daima ciddiyetini korumuştur. İlk iki kavram ilm'i ve ışk kapsamında İhsan Fazlıoğlu şu şekilde bir tespit yapar: "Kıyıda olan, Okyanus hakkında ancak ve ancak bir zann'a, bir kanaate sahip olabilir; kendisine değil. Işk ise tersidir; çünkü, Işk, İlm gibi kıyıda durup Okyanus'u betimlemez, tanımlamaz, açıklamaz, kavramaz; Okyanus'a dalar, O'nu yaşar. Kısaca, hâlde olur; kâl etmez."

İlm konusuna Davûd Kayserî ile dalıp Tehânevî ile çıkan Fazlıoğlu nihayet Fuzulî'ye başvurur ve "ermek, evlenmek, eğlenmek" başlığında önemli bir neticeyi okuyucuya sunar: "Beşerî ışk, Zât'tan başlayan, esma ve sıfattan geçerek âsârda tecelli eden mahabbetin, eril-dişil düzleminde ortaya çıkmasıdır. Yine buradan başlayarak, geriye doğru Zât'a delâlet eden, götüren, hatta insanı kemâle erdiden bir mâ-cerâdır."

Üçüncü kavram "âlem"dir. İhsan Fazlıoğlu "İlm tanımı dikkate alındığında, tek tek alâmetlerin toplamı, tek büyük bir alâmet olarak, Tanrı'ya delâlet eder ve bu anlamda Âlem'dir" diyerek camilerin ortasında bulunan gök-kubbeyi temsil eden büyük kubbe ile minarelerin tepesinde bulunan hilâle alem denilmesini de bu delâlete bir misal olarak verir. Yol boyunca okuyucusunu kavramların içini delik deşik etmeden bir yere varılamayacağı konusunda dolaylı yoldan uyarılarda bulunarak götüren Fazlıoğlu, "Eğer âlem'i, Ahmedî'nin "Âlem, ilm ü ameldir" beytindeki gibi tanımlarsak, beytin anlamı, hiç şüphesiz, daha ilginç bir hâl alır. O zaman, bir öncekiyle bağlantılı olarak, ışk, ilim ve ameli birlikte içerdiğinden, âlem'de anlamlı olanın ilim ve amel olduğu; tek başına -kuru bir- ilmin, başka bir deyişle amelsiz ilmin bir anlam ifade etmeyeceği söylenebilir; yani amelsiz ilim, kîl ü kâldir; tersine ışk, belirli bir tarz ilmi elde etmek ve ona göre eylemektir; ilim ve amelimizin birlikteliği de âlem denilen bütünü var-kılar." yorumuyla insan=âlem eşitliğine de işaret ederek "Işk imiş her ne var Âlem'de / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak." beytine en hakikatli, haklı yerden bakar, baktırır.

"Kîl ü Kâl", Fuzûlî'nin bu meşhur beytinde "içi" en çok merak edilen kavramdır. Günümüzde dedikodu, laf ebeliği, boş söz, gevezelik" gibi yorumlarla açıklanmaya çalışılan kîl ü kâl hususunda İhsan Fazlıoğlu "beytin işkenceden geçirilirken en çok canı yanan bölümü" der ve bir terim olduğunun fark edil(e)mediğini söyler. Bir Osmanlı aydınlanmacısı(!) olarak Fuzûlî'nin sıklıkla karşısına konan Kâtip Çelebi, ilm üzerine şu ifadede bulunmuştur: İlm, bir düstur üzre kîl ü kâldir. Sadece bu ifade bile terimi "dedikodu" olarak yorumlamamaya kafi olsa da Fazlıoğlu nazarî metinlerin rehberliğinde kulaç atmaya başlar. Heyecanı üst seviyede bırakmak adına kitabın "Beyit Gölünde Yüzmek" adlı bu ilk bölümünü oluşturan kavramlar üzerine yazmayı bitirmek isterim.

İkinci bölümde "İbn Sînâ: Gölün Kaynağına Ulaşmak", üçüncü bölümde "Nereye: Saâdete mi, Selâmete mi?", dördüncü bölümde "Başka Göller, Başka Dertler" ve sonuç bölümünde "Madde ile Mânâ Denizi" gibi son derece ilginç, derin mevzuları irdeleyen İhsan Fazlıoğlu aslında bu kitabıyla; kadim beyitlerin nasıl okunup anlaşılması gerektiğine dair kuvvetli bir giriş kitabı yazmış oluyor.

İnsanı "çıkış(mebde) ile dönüş(mead) arasında, bu-ara-da bulunan bir var-olan" olarak tanımlayan Fazlıoğlu, büyük şair Fuzûlî'nin  ara'yı bir şiir(nazm) olarak görüp Şâir'ini(Nâzım) aramaya koyulduğunu belirtir. Bu arayışta ise şairin şiiri ona yoldaş olmuştur. Zaten Fuzûlî de "O'nu bilmek için yola koyuldum" demiştir.

Bizlere okul sıralarında Su Kasidesi'nin bir naat olduğunu kimse söylemedi. Maalesef birçok şeyi de aynı böyle, geç keşfettik. Bunun için hamd ederken, yüzümüzü ve gönlümüzü kadime doğru çevirdiğimizde bizi nice şifaların beklediğini de göreceğiz. Şairlerin sunduğu şifaya ve ettikleri dualara kulak vermek lâzım. Yoksa aşktan yoksun kalacağız. Aşksız olmadığı gibi meşksiz olmuyor zira aşk olmadan da meşk olmaz. Fuzulî de hiçbir şeyi aşksız yapmamış, hiçbir yola aşksız revan olmamıştır. Büyük şairin "Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb / kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır" beytini hatırda tutarken bir taraftan da Rıza Tevfik'in "Hastayım, yalnızım, seni yanımda / sanıp da bahtiyar ölmek isterim / mahmûr-ı hülyayım câm-ı lebinden / kanıp da bahtiyar ölmek isterim" şiirini dinleme isteği gelmesi de aşktan değil mi? Lemi Atlı merhum hicâz bestelemiştir, buyurun.

Ülkemizin işini ciddiyetle yapan nadir ilim adamlarından biri olan İhsan Fazlıoğlu'nun bu çok kıymeti eseri, tıpkı kendisinin dediği gibi "Yorum doğru anlamaktan daha çok, yanlış anlamamak için verilen bir uğraşıdır" cümlesinin ispatı gibi. Çünkü yorulmayan, yorumlayamaz.

Şairlerin ne dediklerini anlamak için onların dertleriyle dertlenmemiz gerekiyor. Allah dertsiz bırakmasın. Kitabı okurken en dertlendiğim an, Fazlıoğlu'nun kendi yaklaşımını bir renk ve espri olarak okuyucuya da giydirme gayretidir. Böylece "yüce sanatkârlığı" kavramak daha mümkün oluyor, daha anlamlı oluyor. Zaten anlamak da, anlaşarak mümkündür. Mevlana Hazretlerinin "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşırlar/anlaşabilirler" nasihatini akılda tutarak, son sözü İhsan Fazlıoğlu'na bırakalım: "İngilizceyi yabancı dil olarak öğrenen bir kişinin bir İngiliz'i, İngilizce kültür ortamında yetişen bir İngiliz gibi anlayamayacağı aşikârdır. Yalnızca canlı konuşmayı değil, herhangi bir kültür ortamında üretilen bir metni dahi hakkıyla anlamak, hakkında konuşmak, nüfuz etmek, büyük oranda o kültür ortamını yaşamayı zorunlu kılar. Dikkat edilirse şiir gibi edebî değeri yüksek duygu yüklü metinleri anlamanın simge değeri kazanmış terimlerle kaleme alınmış metinlerden daha zor olması iş bu durumdan kaynaklanır. Bir şeyin hakkında konuşmak, o şeyin hakikatini konuşmak, bir şeyi hakkıyla anlamak o şeyin hakikatini anlamaktır."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder