SAYFALAR

13 Ocak 2016 Çarşamba

Açılım sürecinde Türk milliyetçilikleri

Umut Özkırımlı, eleştirel bir bakış ile incelediği ''Milliyetçilik Kuramları'' adlı kitabında Türk Milliyetçiliğinin olmadığı Türk Milliyetçiliklerinin olduğu teşhisinde bulunur. Bunun anlamı, her kesimin farklı bir milliyetçi tanım yapma gayretinde olduğudur. Vatandaşlığa dayalı milliyetçilikten, kültür milliyetçiliğine, liberal milliyetçilikten üçüncü dünya milliyetçiliğine Anadolu coğrafyası içerisinde yer alan/tutan her kesimin tanımlaya geldiği bir milliyetçilik anlayışı vardır. Aralarında farklılık arz etse de daha önemlisi bu tanımlamaların Avrupa merkezli bir milliyetçilik temelinde sekülerize edilmiş, tepkiye dayalı bir siyasal programın parçaları olmaları tanımsal milliyetçiliklerin ortak paydasıdır. Bu bir olumsuzluk olarak önemle dikkat edilmesi gereken bir noktadır.

Milliyetçilik tartışmaları son zamanlarda, özellikle de devletin politik hareketliliğine paralel bir şekilde gündemde yer edinmeye başladı ve yeni süreçte daha da tartışılacağa benziyor.

Bu tartışmalar -çoğunlukla kamuoyunu şekillendirmeye yönelik yürütülse de-, Türkiye''nin Avrupa Birliğine yönelik politikalarında ve açılım sürecinde milliyetçiliğe dair getirmeye çalıştığı yeni yorumlara karşı bir kamplaşma etrafında dönmektedir.

ÜÇ TARZ MİLLİYETÇİLİK

Genel hatları ile tartışmada yer alan kamplardan birisi kapitalist dünya-ekonomisinin devletlerarası sistemde örgütlenmesini (devamlılığını ve etkinliğini sürdürmek adına) ulus-devletlerden daha büyük bölgesel alanlara taşıma gayretine denk düşen yeni ve kapsayıcı bir milliyetçilik yaklaşımıdır. Türkiye'de Adalet Partisi'nden Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi'ne değin pragmatik ilişkiler içerisinde geliştirilen milliyetçi anlayış ile örtüşen yeni milliyetçilik yorumu esnek bir anlayışa sahiptir.

Bir diğer kamp ise yeni yaklaşımın mesafeli durduğu Gökalp&Akçura çizgisinde şekillenen pozitivist bir anlayışla vatandaşlık temeline dayanan, bugüne değin resmi ideoloji ile bütünlük içerisindeki milliyetçiliktir. Gökalp''ın İslâm'ı kültür alanında ele alması ümmetçiliğe açık kapı aralasa da, aslında Akçura'nın laisizm vurgulu milliyetçilik tanımı ile örtüşmekteydi. Şaban Teoman Duralı'nın dikkat çektiği gibi, bu tanımlamanın babası sonradan soyadını Tekinalp olarak değiştiren Moiz Kohen'dir ve Gökalp'ın hocasıdır. Bu kavmî tutum, Akçura'nın ''devrim tüccarı'' olarak bilinen Parvus Efendi ile ilişkileri de dikkate alındığında, ilkin Alman subayları, sonrasında da Selanik odakları ile iş görmüştür. Dönemin şartları düşünüldüğünde, bu kampta yer alanların takındığı milliyetçi tavır bir panzehir işlevi görse de, bugün için aynı şey söylenemez. Ayrıca panzehirin bir noktadan sonra zehir işlevi gördüğü de dile getirilmektedir.

Bu iki kampın yanında bir başka kesim daha vardır ki -bir kamp oluşturmasalar da-, programlarını çoğunlukla dahili oldukları azınlıkların daha rahat nefes alabilmeleri adına kurmuşlardır ya da öyle görünüyorlardır. Sol bir jargonla evrensel ilkelere dayalı sözde milliyetçilik karşıtı bir söylem ile aslında yaptıkları mevcut düzeni idame ettiren unsurla bütünleşmektir.

Avrupa merkezli düşünce geleneğinde varlık, bir başka varlığı temel alarak onun karşısına ve onun üzerine yerleştirilerek tanımlama çabası içerisindedir. Bu minvalde madde ile zihni iki ayrı varlık tipi üzerinden kodlamış, bu sınırlı dualist bakış açısı yaşamsal her alana bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmıştır. Türkiye''de ulusal devletin kurulması ile ideolojik bir ihtiyaç halinde kendini gösteren milliyetçilik de bu gelenekten nasibini almıştır. Bugünün Türkiye''sinde yeniden tanımlanmaya çalışılan milliyetçi yaklaşım -içerideki sorunları çözmeye yönelik toplumsal talebin yarattığı baskıyla da-, vatandaşlık tanımının kapsayıcılığını genişleterek revize etme ihtiyacına denk düştüğü gibi dünya konjonktüründeki değişime yönelik bir hamledir de.

HERKES KAPSANABİLİR Mİ?

Her halükarda, özellikle anayasa çalışmaları üzerinden yürütülen bu tanımlamanın kapsamı ne kadar genişletilirse genişletilsin, birilerinin dışarıda kalacağı muhakkaktır; çünkü vatandaşlığa kimin dahil edileceği mevzusu kimin dışarıda tutulacağı sorusunu beraberinde getirir. Bu durumun olası sonuçlarına yönelik hareket eden diğer kesimler için, ister dahil olanların alanının genişletilmesi ile kendi alanlarının daralacağı sanrısına kapılarak, ister bu genişlemeden nasibi alamayanların sözcülüğünü yapanların ortak payda bu gelişmelerin otantik uyuşmazlığı karşısında net tavrın konulamamasıdır.

Bu tanımlama girişimlerinin en nihayetinde maddiyatçı bir temelde, sınıfsal, ekonomik ya da ideolojik bir bakış açısı ile Türk'e rol biçme çabaları, parçalayıcı, geçici çıkarlara dayanmaktadır. Bu politik mevzilenme merkezine aldığı dar bakış açısından kendini kurtarmalıdır; çünkü bu dışarıdan devşirilmiş ve dünyevi olanı amaçlayan politik tutum da bugün için geçerli olan çözüm yarın için başkaca sorunlara bizi gebe bırakır. Varlık minvalini küfre ve küffara karşı verdiği mücadelede bulan insanlara verilmiş bir ismin Türk olduğu tarihsel gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız. İhsan Fazlıoğlu'nun da ifadesiyle onlar, yani mücadele ederken karşımızda bulduklarımız bize Türk demiştir. Bu, tanımlara sığmayan tarihsel bir gerçektir; dolayısıyla etnik, ideolojik ya da kültürel bir tutum değildir. Bu tutumları sürdürerek gerçeği görmezden gelmek ise bize hiçbir şey kazandırmayacağı gibi bir çok şey de kaybettirir.

VÂKİ OLANDA HAYIR VARDIR

Peki yapılması gereken nedir? Şair'in sözlerini önemsemeliyiz: "Burası bizim memleketimiz / Bıçak bu yerlerde saplandı şiire''. İçerisine girilen açılım sürecinin -dünya konjonktüründeki değişimleri de dikkate alarak- bizi nereye götüreceğini bilemeyiz; fakat karşılaşmamız muhtemel olumsuzluklara karşı hazırlıksız yakalanmamız çok önemli bir konudur. Bu süreç içerisinde yer alan kimi insanlar feraset sahibi olsa da ve bizler onların ferasetine inanıyor olsak da, sürecin hassasiyetini dikkate alarak milliyetçilik tanımlamalarına yönelik tartışmaların sığlığından kendimizi alıkoymamız gerekmektedir. Kendini öteki üzerinden kurmayan bir aklın kalp ile birlikteliğini bütüncül bir duyarlılıkla ele almanın yollarını aramalıyız. Eğer ki, bunu yapabilirsek ''rağmen'' demeyi de öğrenebiliriz. ''Vâki olanda hayır vardır.''

Haydar Barış Aybakır
twitter.com/HaydarBrs

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder