SAYFALAR

14 Aralık 2015 Pazartesi

Cennetten cehenneme: İstanbul ve mimarîmiz

"Bu evleri atla bu evleri de bunları da 
Göğe bakalım."
- Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı

"Ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten
Hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin."

- İsmet Özel, Üç Firenk Havası


"Gökleri ve yer yuvarlağını dengede tutarak yörüngelerinden çıkmalarını önleyen sadece Allah'dır. Eğer onlar yörüngelerinden çıkacak olsalar onları O'ndan başka hiç kimse dengeye getiremez. Hiç kuşkusuz O, hoşgörülü ve bağışlayıcıdır."

- 35/Fâtır-41

Şarkılar Seni Söyler adlı programda (sonradan kitap olmuştur) Ö. Tuğrul İnançer hoca Âşık Veysel'in Kara Toprak şiirini işaret etti. Bu şiirdeki "Karnın yardım kazmayınan belinen / yüzün yırttım tırnağınan elinen / yine beni karşıladı gülünen / benim sâdık yârim kara topraktır" dizelerinin insanın toprağa olan muhtaçlığını açıklayan ve toprak bilincini kavramasını sağlayabilecek en iyi şiirlerden biri olduğunu söyledi. Bu ikâzdan sonra fakir de kitaplığındaki Turgut Cansever külliyatına döndü ve cehennemî İstanbul ekolojisinde belki akıl sağlığına bir ferahlık, bir çâre olma ümidiyle ol kitabı çekip çıkardı: Kubbeyi Yere Koymamak.

Turgut Cansever; 12 Eylül 1921 Antalya doğumlu. Babası Doktor Hasan Ferit Bey, Kasımpaşa Turabi Tekkesi'nin şeyhi. Dedesi Şeyh Ali Efendi ise Bab-ı Ali'nin üst düzey bürokratlarından biri. Cansever cumhuriyet döneminin belki de tek muhalif mimarlarından biri. Öyle ki Adnan Menderes'in karşısına dikilip Vatan Caddesi ve çevresinde yapılacak tarihi eser yıkımını önlemek için her şeyi yapmış ve fakat Menderes'in "3-5 metre için ne olacak canım!" tepkisinden sonra umudunu çokça kaybetmiş bilge bir mimar. Neden bilge mimar? Çünkü onun mimarî anlayışında Konfüçyüs de var, İbn Arabî de. Itrî de var Bach da. Medine de var Bursa da. Mimar Sinan da var Le Corbusier de. Çünkü onun için "İslam kültürlerinde cennet tasavvurunun bir yansıması"olan en büyük fizikî üründür yapı. Bu yapının da muhakkak insan hayatıyla beraber dünyayı güzelleştirecek bir sorumluluğu olmalıdır. Cansever hakkında şunları da söyleyebiliriz: Türkiye'deki ilk sanat tarihi doktora tezinin sahibidir, Türkiye’nin ilk büyük özel mimarlık bürosuyla beraber Mimarlar Odası'nın da kurucuları arasındadır, Beyazıt Meydanı’nın otomobil trafiğine kapatan proje ona aittir. Sadece Türkiye'de değil tüm dünya mimarî çevrelerinde özgünlüğü ve hayata kattığı değerin yanında içinde yaşayanı da hayattan koparmayan Ertegün Evi, Demir Tatil Köyü ve Türk Tarih Kurumu Binası Cansever'e aittir. 22 Şubat 2009'da İstanbul'da vefat eden Turgut Cansever'in cenazesi son derece ilginçti zira projelerini onaylamayanlar da oradaydı, kendisini haklı bulduğu hâlde olan biten çarpıklaşmaya ses etmeyenler de. Bu sebeple kendisi hakkında en güzel yorumu kızı Emine Öğün yapmıştır: "Babam "Yeniden nasıl güzel bir dünya kurarız?"ı sorguladı. 'Onun metodu ne olmalı, tasarım açısından, yaşamamız açısından. Bunları düşündü söyledi, ama hiç kimse dinlemedi. Bu kadar önemsiyorsunuz, ömrü boyunca sadece 14 iş yapabildi. Piyasadaki mimar arkadaşlarımızla kıyaslarsanız bu sayının ne kadar komik olduğunu görmek mümkün. İnşallah bu trajik tarafı söyledikleriyle bütünleşir de vefatı vesilesiyle yeni bir sorgulamayı başlatabiliriz."

Maalesef değişen hiçbir şey yok. Bu ne kadar korku vericiyse, merhum bilge mimarın 20-30 yıl önce söylediklerini şimdilerde yaşıyor oluşumuz da o derece korkunç. Mesela Vizyon dergisine 1993'de verdiği röportajda şunları söylemiş: "Doğrusu, insanları yüceltecek faaliyetler düzenini düşünmeye ihtiyaç var. Farklı kültür düzeyindeki insanları, tümüne hitap edebilen ve baktıkça görüşleri derinleştiren bir eser, gerçek sanat eseridir bence. Çevreyi böyle bir mimarî ile inşa ettiğimiz, müzik, şiir yahut öteki artizanal ürünler bu derinliğe sahip oldukları zaman -sinema, tiyatro ve roman dahil- ve insanları bilinçsiz yakalayıp onları telkinle bir yerlere yöneltmediğimiz zaman, eserle ilişkisinde insan gittikçe derinleşme imkânı bulur. Fark ediyor musunuz, Amerikan kültürünün bütününde nasıl bir Hıristiyan kilisesi kontrolü bulunduğunu? Bütün o değer sistemlerini Türkiye'ye naklediyoruz."

Bugün İstanbul'da yükselen binalara bakıldığında bunun İslam kültürüyle hiçbir alakası olmadığını söyleyememek için çocuk olmak lâzım. Kendini bu bilincin içinde bulan çocuklar bile artık gökdelenlerden nefret ediyor, onları büyülü ve "güzel" bulamıyor. Bizim dinimizde iddialı, kafa tutan, güç gösterisi sunan hiçbir şey güzel değildir. "Allah güzeldir ve güzeli sever" hikmetini kendine kılavuz olarak seçmiş Turgut Cansever 1994'de ise Altınoluk dergisine "İstanbul doğru şekilde teşkilatlandırılmazsa Türkiye hakkında kararlar başka yerde alınacaktır" diyerek son derece ciddi ve siyasi bir meseleye de el atıyor. Bu söz bize İsmet Özel'in "Boğaz köprüleri küfür düzenini azgınlaştırdı" sözünü hatırlatıyor ki katılmamak mümkün değildir. Ama gelin görün ki siyasi rantın ve sevdanın peşine düşen her türlü zevat için bu tip sözler birer paranoyadır. Burada devreye yine bir İsmet Özel sözü giriyor: Bu çağda paranoyak olmayan şerefsizdir... Biz dönelim Cansever'in sözlerinin devamına: "Eğer önümüzdeki otuz sene zarfında yeni ilaveler yaparak şehirleri yaygınlaştırmak ve yoğunluğu artırmak suretiyle yoğunluğu artan yörelerin sahiplerine menfaat sağlama şeklinde devam edersek bu ülkede insanca yaşamaya hiç imkan kalmayacaktır. Bu yanlış yol devam ettiği sürece Türk ekonomisi çökecektir. Hiç bir yaklaşım bu israfın önüne geçemez. Frankfurt şehri 20 trilyon Türk lirasıyla 20 milyonluk metropolün ulaşım masrafını çözerken biz 10 milyon İstanbulluyu gerçek maliyeti en az 200 trilyon olan harcamaya mahkum ediyorsak, o insanların kendilerini yetiştirmeleri, hayatlarını daha güzel yapmaları, çocuklarına daha fazla ihtimam etmeleri imkanını ellerinden alıyoruz demektir. Bu israfa son vererek bu israfın gerektirdiği kaynaklardan kat kat az kaynaklarla fakat cennet güzelliğinde geniş yerler inşa ederek yıldız kümesi biçimindeki şehirleri gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Bunu en kısa zamanda adeta savaş verircesine Türk toplumuna anlatmak mecburiyetindeyiz ki, bu ülke otuz sene sonra içinde yaşanmayacak bir cehennem haline gelmesin."

21 sene geçmiş bu sözlerden sonra, yine soruyoruz: Ne değişti? Değişen, felaketin artan boyutları oldu. Şehir diye bir şey kalmadı. Metrobüs, metro gibi ulaşım araçlarının yapılmasından memnuniyet duyuyoruz. Oysa bunların bize sunduğu faydanın değeri bir ise, zararı ondur. Yine 1997'de şöyle demiş Cansever: "Bugün batıdan taşınanlara ilaveten, Üsküdar-Yenikapı arasına yapılacak bir tüp tünel ile şehrin doğu yakasından gelecek nüfusun, Taksim-Yenikapı metrosu ile de kuzey ve doğu nüfusunun İstanbul yarımadasına taşınması halinde Süleymaniye, Ayasofya ve Fatih camilerinin yanında gökdelenlerin inşasını hiç kimsenin engelleyemeyeceği aşikardır."

Çok değil yüz sene önce, mimarın biri çıkıp da minarenin yakınlarına ondan daha uzun bir yapı dikse hiç şüphe yok ki mimarlığı elinden alınır, sürülürdü. Tarihe dönelim; 1730'larda III. Ahmed Çeşmesi yapılınca halk sarayı üç gün kuşatıp "bu ne zevksizlik" diye bağırmış, yapıyı aşırı ve rencide edici bulmuş. Çünkü bir ahenk var, denge var, estetik var. Halk bunu benimsemiş, sevmiş ve hatta uygulamış. Bir usta-çırak ilişkisi var, bu artık gelenek olmuş... 1750'lerde biten Nuruosmaniye Camii'ni de halk sevmemiş. Kurşun yerine ilk kez taş alemler kullanılınca çok gösterişli bulunmuş, israf denmiş. Bu caminin Ermeni asıllı Simeon Kalfa yapmıştır ve birçok yerinde kilise motifleri görmenin de mümkün olduğunu belirtmek gerekiyor ki Emin Işık hoca gibi yaşayan efsanelerimiz bu gibi ince ayrıntıların gayet farkındadır. Artık hakiki Türk evi arayanın -kaldıysa- Bursa'ya bakmaktan başka çaresi kalmadı. Avrupa belediyeleri bile hâlâ adam yollayıp, keşfedip, kendi ülkelerinde o evleri uygulamak için projeler üretiyor. Şimdilerde ise "Hizmet" ve "ihtiyaç" adı altında velîler şehri Bursa katlediliyor. Bunu yapan "mimarlar"ın da onay verenlerin de itikatlarını sorgulamaları gerekiyor. Cansever bu tip mimarlar için yine yıllar evvel "proje mimarı", "rant mimarı", "nakit mimarı" gibi son derece haklı sıfatlar kullanmıştır.

7. baskısını Aralık 2014'te yapan ve dört bölümden oluşan kitap, merhum Cansever'in söyleşilerinden, konferans konuşmalarından ve röportajlarından oluşuyor. Mimarîde aşkın çözümleme, Osmanlı çözümlemesinden postmodernizme, ev'den konuta, habitat ve şehir, kitaptaki bölümlerin isimleri. Yukarıda fakirin misallerini verdiği gibi özellikle 90'lı yıllarda başta İstanbul'da olmak üzere tüm Türkiye'deki dönüşümü ve bunun ne tür felaketlere sebebiyet verdiğini bu kitabın sayfalarında izlemek, öğrenmek mümkün.

1990'lı yıllarda Marmara'nın tek katlı evlerle (gecekondu) kaplanması gündemdeydi. 1996'da kendisiyle bir söyleşi yapılan Turgut Cansever, bu konuyu açıklığa kavuştururken, tespitlerindeki doğruluğu ta o yıllardan yapabilmesiyle bilgeliğini de yeniden ispatlamış oluyor: "1930'larda göç başladığı zaman bunun ülkeyi felakete götüreceğini o yıllarda Türkiye'de bulunan Alman hoca Kessler fark etmişti. Kessler, bulduğu her kürsüye çıkarak "Bu şehre her gün insanlar gelerek barınmak için gecekondular inşa ederken, Taksim'de merdiven basamakları yapanları vatana ihanetle itham ediyorum" diyordu. Bu umursamazlığı devam ettirenler vatana ihanetle itham edilecek kişilerdir. Bu umursamazlık bugüne kadar devam ettiği için İstanbul'un nüfusu 18 milyon olacak ve o zaman içerisinde nefes alacak yer kalmayacak. İstanbul korkunç bir haydutluk, eşkıyalık şehri olacak. Bugün mevcut asayişin binde biri bile var olmayacak. Bu yalnız İstanbul için geçerli bir şey değil. Bütün Anadolu şehirlerinin aynı felaketle karşı karşıya olduğunu görüyoruz."

Hani Sadettin Ökten, "İnsanın gökyüzüne bakacak vakti olmalı. Edemedim, yetiştiremedim, yapamadım bu hiç bitmez. Hiçbir devirde de bitmemiştir. İnsan dağlara bakmalı, hilkate bakmalı, kendisiyle yalnız kalmalı. Yokluk öyle başlıyor. Varlık zor, varlık çok ağır." diyor ya hem kitaplarında hem söyleşilerinde, işte yıllar evvel İstanbul'u güzelleştirmek için yolları kesiştiği merhum bilge mimar Turgut Cansever de "İnsanın vazifesi dünyayı güzelleştirmektir." diyor 2006 yılındaki bir röportajında. Çünkü: "Dünyaya en büyük müdahale yapılarla olduğuna göre mimarların görevi dünyayı güzelleştirmek. Amaçların berrak bir şekilde belirtildiği çağlar kayboldu, ahlaki amaçlar unutuldu. Bizden sonra yaşayacak insanların da dünya üzerinde hakkı var. Basit konfor ve menfaat meselelerimizle gelecek nesilleri bu haklardan mahrum ediyoruz. Esas takıldığımız fikrî ve manevi engeller. Kuleler insanlığın içine düştüğü gurur, para gibi yanılgıların ürünü..."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder