SAYFALAR

11 Mart 2015 Çarşamba

Enver Paşa'yı torunu anlatıyor

"Hoş gelişler ola, kahraman Enver Paşa
Bir emir ver orduna, Kafkas Dağı'nı aşa
Askerin, milletin, bayrağınla çok yaşa
Arş arş arş ileri ileri, dönmez geri, Türk'ün askeri."

(Özbek Şairi Çolpan'ın Enver Paşa'nın ölümü üzerine yazdığı şiirdir. Sözleri nedendir bilinmez, sonradan değiştirilmiştir.)


En baştan söylemek isterim ki bu kitabı önerme sebebim bir şahsiyeti övmek ya da yermek değil; bilhassa tarih tutkunlarını anı, belge, fotoğraf yakalamaya doğru meraklandırmak. Sosyal medya denen kirli ve çöp dolu ortamda maalesef yanlış anlaşılmaktan daha kolayı yok. Bir şairin dizesini paylaşıp bir anda o şairin fikirdaşı gibi anılabilirsiniz. Şimdi Enver Paşa'ya dair bu kitabı paylaşınca acaba ben de İttihatçı mı olacağım? Sevgili okuyucu, bu kirli ortamda çevrilen dolaplar umurumda değil. Ben bir kitabın içinde sizin merakınıza dair bir şeyler olacağını düşünürsem hakkında iki kelam eder geçerim. Lokmân suresinin 23. ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir." (İmam İskender Ali Mihr meâli.)

Söyleşi, röportaj; ne denirse densin bu tip kitapların hem hızlı okunabilir olması hem de kronolojik bir süreçte ilerlemesi okuyucuya hem keyif verir hem de diğer tarih kitaplarında görmediği notlarla karşılaştırır. Sadece tarihi şahsiyetlerin değil; meçhul subayların, şairlerin ve musikişinasların anıları da mutlaka okunması gerekir. İçlerinden en çok musikişinaslarda ve şairlerde şifa bulduğumu, kendi nazarımda söyleyebilirim. Lakin tarih bu, içinde devadan çok dert var. Enver Paşa da, tarihimizin dertli şahsiyetlerinden, komutanlarından biri. Önce ailesiyle ilgili kısa bir anekdotla başlamak isterim. Fatih Bayhan soruyor, paşanın torunu Osman Mayatepek cevaplıyor.

"Enver Paşa'nın kızı yani anneniz Türkân Hanım nasıl bir insandı?
Zayıf insanları koruyan, çok alçakgönüllüydü fakat kendini hiçbir zaman ezdirmezdi. Annem bir aralık TRT'de çalışmıştı... Bir gün dönemin TRT genel müdürü odaya giriyor, annem o zaman dalmış işini yapıyor, hiç farkında bile değil. Adam, "Kızım, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben genel müdürüm niye ayağa kalkmadın?" diyor. Annemin cevabı kısa ve net, "Şu anda işim var onun için ayağa kalkmadım, çalışıyorum. İkincisi ben sizin kızınız değilim. Lütfen, kızım diye değil hanımefendi diye hitap ediniz" diyor. Adam şaşırıyor, odasından çıkıyor, birine soruyor, "Kimdir bu hanımefendi?". Diyorlar ki, "Efendim bu Enver Paşa'nın kızıdır.". Arkadan birisi atlıyor, "Yok yok Enver Paşa'nın ta kendisidir". Ondan sonra genel müdür saygı duyuyor, içeri girerek özür diliyor."

Enver Paşa'nın oğlu Ali Enver'in de başına pek iyi şeyler gelmemiş. Hava Harp Okulu'nda çok başarılı ve hatta kurmay sınavını dereceyle geçmiş bir öğrenciyken "Enver Paşa'nın oğludur, belki başımıza bir dert olur" diye terfi etmemişler. Hatta eski hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur Paşa, Ali Enver'in cenaze töreninden sonra Osman Mayatepek'e "Biz büyük bir hata, hatta cinayet işledik. Bu çocuk hava kuvvetleri komutanı olması lazımken şu anda böyle trajik bir şekilde öldü" dedi.

Enver Paşa'nın kendi hayatı da ve anlayacağınız üzere aile efradının hayatı da son derece zorlu geçmiş. Eşi Naciye Sultan'a yazdığı mektuplara bakınca -ki bu mektupların tamamı yayımlanmak üzere Murat Bardakçı'dadır- aslında romantik, sevgi dolu, evlatlarına ve eşine düşkün bir aile babası görürüz. Fakat bunlardan da öte bir vatan sevgisi vardır kelamında. Naciye Sultan Berlin'deyken kendisi Orta Asya Türklerini sömürgeci İngilizlere karşı bir arada tutmak ve emperyalist güçlerden kollamak adına çalışmalar yaparken, yazdığı mektuplarda ne kadar evlat özlemi varsa, o kadar vatan özlemi de vardır. Birçok kez Mustafa Kemal Paşa'ya geri dönmek istediğini, kendine bağlı askerlerle istiklâl mücadelesi vermek istediğini söylemiş lâkin Mustafa Kemal Paşa'nın cevapsız yahut olumsuz mektupları sonrasında bu kararından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bir mektubunda, bu tahammülün de bir sonu olduğunu şöyle dile getirmiştir:

"...Mamafih şimdilik Moskova'da bulunarak hariçten yine memlekete yardım etmeye devam ettiğimizden gelmiyoruz. Fakat bunu da itiraf etmemiz lâzım gelir ki, hiçbir sebeb-i kanunide olmayarak memleket haricine nef'i şeklindeki arzunuza ilelebet tahammül bize pek ağır ve sefilâne gelir. Mamafih vatan için buna da şimdilik katlanıyoruz. Binaenaleyh hariçte kalmanın maksad-ı umuminiz olan başta Türkiye olmak üzere kurtarmaya çalıştığımız İslâm âlemi için faydasız ve belki de tehlikeli olduğunu hissettiğimiz anda memlekete geleceğiz."

Sarıkamış'ta olanlar sebebiyle Enver Paşa hakkında yazılanlara belgelerle birlikte zamanında merhum Nevzat Kösoğlu, "Şehit Enver Paşa" adlı hacimli eseriyle cevap vermeye çalışmıştı. Osman Mayapetek de sık sık bu kitaba atıfta bulunuyor. Edirne'yi fırsattan istifade ederek yeniden alan, Resneli Niyazi Bey ile dağa çıkıp II. Meşrutiyet'in ilanını sağlayarak  "Hürriyet Kahramanı" olarak anılan, Trablusgarp'ta yerli halkı teşkilatlandırarak cepheyi İtalyanlara cehennem eden, Çanakkale'de bana imanıyla savaşacak adam lâzım diye düşünerek orduya bol bol yeni subay takviyesi yapan Enver Paşa'dır. Ancak tarih hataları affetmez. Bab-ı Âli baskını, Balkan Harbi'ndeki facialar, tehcir kanunu, Sarıkamış, Almanlarla ittifak ve ne yalan söyleyeyim "Enveriye yazısı" denen alfabe tuhaflığı da derken Enver Paşa hain ilan edildi. Benim hâlâ anlayamadığım tek şey, okur yazar oranı artar diye düşünülerek "icat edilen" bu son bahsettiğim alfabe olayıdır. Türk'ün eski(mez) yazısı üzerinde yapılan her tür şey beni rahatsız etmiştir tarih okumalarımda. Her Türk'ü de eder, etmelidir.

3 Ağustos 1996'da Enver Paşa'nın naaşı, Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'ye 200 km uzaklıktaki Belçivan'dan İstanbul'a getirilebildi. Şehit oluşundan 74 yıl sonra. Şişli'deki Abide-i Hürriyet Tepesi'ne defnedildikten sonra orada metruk bir hâlde bırakıldı. Tinercisi, ayyaşı, serserisi mezarın çevresini yıllarca leş gibi bıraktı, kimse de ilgilenmedi. Bir sözüm ona tarihçi, Abide-i Hürriyet Tepesi'nin karşısına dikilen Adalet Sarayı'nı bile "ilahi adalet" olarak nitelendirdi. Anlayacağınız o ki tarihçilerimiz çok kolay hain ilân eder, okuyucu da her dolmayı yer. Kendisi hakkında önemli yorumlardan biri Yusuf Gedikli'ye aittir: "Enver Paşa devrinin gereği milliyetçi, dindar ve mason olmayan nadir şahsiyetlerden biriydi. Böyle olması tabii ki batıcı kamuoyu ve basında destek görmemesine sebep olmuştur. Son yıllarda Sarıkamış’ın sürekli gündeme getirilmesinin bir sebebi de budur. Niçin hiç kimse çöllerde şehit olan binlerce Türk gencini anmıyor? Ön yargıları kırmak için en tesirli yol, objektif, tarafsız eserler yazmaktır."

40 yıl süren hayatına çok şey sığdıran ve "Tarih şahittir ki, Türk askerinden şanlı, Türk askerinden fedakar hiçbir asker yoktur" diyen Enver Paşa, idealizminden zerre kadar taviz vermeden yaşamıştır. Neticede bir Kurban Bayramı sabahı (4 Ağustos 1922) Belçivan yakınlarında Agop Melkovian komutasındaki Bolşeviklere karşı yaptığı bir çarpışmada mitralyözün üzerine atını yalın kılıç sürerken şehit düşmüş, Çeğen köyüne gömülmüş ve uzun süre bu köyün efradınca yeri "zarar gelmesin" diye saklanmıştır. Kitabın sonunda bu konuya dair ilginç bilgiler ve bol fotoğraf da mevcuttur.

Enver Paşa'ya karşı ilgisi olan (her ilgi, sevgi değildir) tarih okurları için bu kitap, bir paşayı belge biriktirmeyi seven torunundan dinlemek için imkândır, vesselâm.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder