SAYFALAR

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Balkanlar turla değil, tarihle hatırlanmalı

"Aman ölüm, zalim ölüm, üç gün ara ver."
Çalın Davulları (Selanik Türküsü)

"Bizde Koçana'da bir dirhem erzak, bir çuvâl peksimâd yok."
- Selanikli Bahrî, Bâlkân Harbi'nde Garb Ordusu

Balkan Harbi üzerine yüzlerce kitap yazıldı ülkemizde. Batıdan çevrilenler de cabası. Hemen hemen hepsinde savaşın askerî ve siyasi tarafı derinlemesine inceleniyor, yani ortak nokta aynı. Bu da kitapların birbirini tekrar eder nitelikte olmasına sebep oluyor. Hatta kimi kitaplar var ki, istatistik raporundan farksız. Ölenler ve kalanlardan başka birkaç yorum, o kadar. Tarihimizin en keder yüklü harplerinden biridir oysa Balkan Harbi. Sadece askerî ve siyasî olarak değil; birçok günlüğün incelenerek, dönemin gazetele haberlerinden faydalanarak, harbin sosyolojik ve ekonomik tarafını masaya yatırarak, hem iç hem de dış dinamiklerin ciddi kaynaklarla irtibatlı ve teferruatlı bir şekilde ele alınarak değerlendirilmesi gerekir. İşte Necmettin Alkan'ın "Ve Selanik Düştü" kitabı bu özellikleri taşıyor. Çünkü sadece ciddi tarih araştırmacısına ya da kesintisiz tarih okuyucusuna değil, bu memleket topraklarının gerisini ilerisini bilmek isteyen, kısacası "düşünmeyi bilen" herkesin Balkan Harbi'ni bilmesi elzemdir.

8 Ekim 1912 - 18 Temmuz 1913 tarihleri arasında cereyan eden Balkan Harbi, sadece Balkan Yarımadasını değil, tüm garbı ve şarkı etkisi altında bırakmıştır. Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ'ın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir olarak başlattığı savaşta bir çok muharebe meydana gelmiştir. Balkanlardaki Müslüman Türk halkı ciddi bir etnik ve kültürel temizliğe maruz kalmış, üç ay gibi kısa bir sürede çok önemli topraklar kaybedilmiş, Selanik gibi Osmanlı'nın en önemli şehirlerinden biri tek kurşun dahi atılmadan teslim edilmiş, Edirne önce kaybedilmiş sonra yeniden alınmış, büyük devletler bir olup "hasta adam"ı daha kolay öldürmenin yollarını aramış, 1908 Jön Türk ihtilali ile başlayan dönem askerin siyasete girmesiyle birlikte yerini tam bir kaos ortamına bırakmıştır. Bu çatışma dönemi Balkan Harbi'yle birlikte gelen felaket ve hezimetle tüm Türk topraklarını uzun yıllar sarsmıştır. Necmettin Alkan'ın daha önceki "Selanik'in Yükselişi" ve "Selanik İstanbul'a Karşı" kitaplarıyla birlikte bir seri tamamlanmış oluyor "Ve Selanik Düştü" ile. Sekiz bölüme ayrılan kitapta başlıklar şöyle: Balkanların "Balkanlaşması"nın Sosyo-Kültürel Temelleri: Felaketin Yatay Boyutu, Balkan Savaşı Arefesinde Osmanlı Devleti, Balkan İttifâkları ve Savaş Arefesinde Osmanlı Diplomasisi, Savaş Arefesinde Tarafların Askerî Durumları, Ve Savaş Başladı, Balkan Savaşı ve Avrupalı Büyük Devletler, Cephe Gerisinde Yaşanan Mezâlim, Avrupa Matbuatında Balkan Harbi. Anlaşıldığı üzere Balkan Harbi tüm boyutlarıyla kitapta ciddi bir incelemeye tabi tutuluyor.

Hâfız Hakkı'nın "Bozgun", Balkan Harbinde bir subay olarak görev yapan Ömer Seyfettin'in "Balkan Harbi Hatıraları", Nesime Ceyhan Akça'nın "Maraşlıoğlu" adlı kitaplarından ve Mehmed Cemil'in Yağmur Dergisi'ndeki bir yazısından paragraflarla açılan kitap, okuyucusuna çok uzak olmayan bir tarihi bugüne getirecek bir üslupla kaleme alınmış. Bir roman gibi değil, belgesel gibi okunuyor. Necmettin Alkan'ın çok fazla kaynaktan yararlanırken dikkat ettiği şeylerden biri de bu olsa gerek, okuyucunun hem zihnine yepyeni görüntüler taşımak hem de fikrine yepyeni sorular sordurmak. Tarih tekerrür ediyor. Hem de tamamen aynı biçimde:

"Avusturya, işgal ordusu komutanının ifadesiyle "insancıl ve uygar bir misyonu yerine getirmek (!)" ve "uygarlaştırma" adına 70.000 kişilik orduyla 28 Temmuz 1878'de Bosna-Hersek'i işgal etmiştir.

Bu satırlar, okuyucunun hatırına hemen Saraybosna'da yapılan katliamı ve Nato'nun bölgeye "barışçıl(!) çözümler getirmek maksadıyla" sürdüğü hayalet(!) askerlerini getiriyor. Savaşın kapıya gelmesine günler kala Osmanlı Hâriciye Nâzırı Noradunkyan Efendi'nin Neue Freie Presse gazetesine verdiği demeç ise devletin başında bulunanların olanlara ne kadar hakim(!) olduklarının göstergesi: "Balkan devletleri ile olan münasebetlerimiz, görünürden çok daha iyidir.". Bu tip açıklamaları sıkça yapan Osmanlı devlet adamlarının Bulgar Başbakanı Sobranje'nin Sofya'da yaptığı "Türkiye ile bir savaşı kaçınılmaz görüyorum. Barışın devam etmesi artık hükumetlerin elinde değildir" açıklamasından ise haberleri olmaması mümkün değildir. Lakin savaş alanında askerlerini başka yerlere yönlendiren, uyarı geldiği anda dahi briç oynamaktan vazgeçmeyen İbrahim Hakkı gibi paşaların varlığı da düşünülürse, Osmanlı'nın rakiplerinin sadece devletler değil, aynı zamanda kendi içindeki hainlerin de olduğu rahatlıkla fark edilebiliyor.

"Rumeli'de mahvedilen yüzbinlerce Müslüman'ın, Türklerin buralara hiç mi haberi gelmemişti? Bu İstanbul beyleri, hanımları hâlâ zevklerinde, eğlencelerinde bu kadar hissizcesine nasıl devam edebiliyorlardı? Acaba bunlar ana, baba, oğul, kardeş yüreği taşımıyorlar mı? Yoksa yürekleri taştan bile olsa, bir seneden beri Rumeli'nde akan kanlardan, yaşlardan biraz aşınmak lâzımdı."

Yukarıdaki sözler Nesime Ceyhan Akça'ya ait. Balkan Harbi esnasında İstanbul sosyetesini(!) gerçekçi bir dille aktarıyor. Burada Ömer Seyfettin'in "Bir milletin tabii hudutları dağlar ve ırmaklar değildir. İstinad ettiği milliyetin lisanı ve dini sınırlarıdır." sözlerini ve Nihal Atsız'ın "Kendi milletinin düşmanlarına hayranlık beslemek, onların davasını gütmek, kendi kültür ve mazisini inkar etmek hainliktir." sözlerini hatırlamak gerekiyor.

Kitabın sonuç bölümünde Necmettin Alkan, Balkan Harbi'nin neticelerini içtenlikle ve kitap boyunca sunduğu gerçeklerle kısaca özetliyor: "Balkan Savaşı cephede ve cephe gerisinde cereyan eden gelişmeleriyle Osmanlı tarihinin en ağır mağlubiyet ve hezimetlerinden biri; topyekûn bir devlet bozgunudur. Böylesi bir bozgunun sorumluları ise akıl ve vicdan tutulması yaşayan Osmanlı devlet adamları; sivil ve askerî erkândır. Asıl var oluş sebeplerini ve işlerini bir kenara bırakarak iç siyasette giriştikleri gereksiz çekişme ve mücadeleler girdabı, telafisi imkansız bir hatalar sarmalına neden olmuştur. Bunların sonucunda ise Balkan bozgunu vuku bulmuş ve ardı ardına bütün felaketler yaşanmıştır."

Balkan Harbi'nin üzerine henüz ciddi bir belgesel yahut sinema filmi bile çekemedik. Bir takım amatör çalışmalarda sadece kartpostallar ve röportajlar gördük. Oysa yüz binlerin memleket sevdasına şehit düştüğü, üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen izlerinin silinmesinin mümkün olmadığı, hâlâ yaşayan kültürel ve sosyolojik acıların olduğu bir harpten söz ediyoruz. Necmettin Alkan'a ve Timaş Yayınları'na bu titiz çalışma sebebiyle teşekkür etmek gerekiyor. Kitabın olası ikinci baskısı için de naçizane bir önerim var: Genç okuyucuların kafasında daha iyi kalması için haritalar, fotoğraflar. Ayrıca dönemin havasını çok daha iyi solumak adına Türk edebiyatından alıntılar, anılar.

Yazıya bir Selanik türküsüyle başlamıştım, yine bir Selanik türküsüyle bitireyim. Çünkü türküler kavuşmaktır. Tarihle, insanımızla, toprağımızla kavuşmak. "Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı / o bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı..."

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder