SAYFALAR

12 Eylül 2013 Perşembe

"O adam"ı bekleyenlere

"Şehrin en uzak ucundan bir adam koşarak geldi ve 'Ey kavmim!' dedi, 'Bu elçilere uyun! Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!'"
- Yâsin Suresi, 20-21

Cemil Meriç, "Tek hürmet ettiğim adamdır. Kaybedilmiş bir davanın bu kadar fedakar kahramanı olabilir. Öyle görmek ve inandırmak ihtiyacında." diyordu Don Kişot’un arkasından.

Bir an duralım! Kısa bir an sadece…

Gündelik telaşlarımızın bizi nasıl sistematize ettiğini ve ilişkilerimizin, iletişimimizin nasıl yapaylaştığını düşünelim.

Sabah erken saatte günün ilk darbesini dijital çalar saatlerimizden yiyoruz. Eğer hala bizi öperek uyandıran bir annemiz, eşimiz, çocuğumuz, hatta kurmalı bir saatimiz bile varsa şükretmeliyiz. Ardından bir koşturmaca ile evden çıkarak kalabalık toplu taşıma araçlarında birbirimize son derece tahammülsüz bir şekilde yollara düşüyoruz biraz daha çalışmak, kazanmak, yükselmek, sonra yine kazanmak ve hep kazanmak için. Kulaklıklarımızı takıyoruz hemen; iç çekenleri, öksürenleri, içli içli ağlayanları, en insancıl, en kısık sesleri duymak istemediğimizden. Ardından toplantılar, deadline’ı yaklaşan projeler, ay sonu raporları… Gözümüz saatlere takılıyor durmadan, zaman hızla geçiyor bizi kendine katmadan. Son bir gayretle ya eş dosta vakit ayırıyoruz ay yükselirken gecede ya da evimize atıyoruz kendimizi, içinde yer aldığımız gerçeklikleri görmezden gelip televizyon karşısında adeta bir katarsis ruhuyla hayatı suni bir ekranda yaşayabilmek adına... Oysa neler kaçırıyoruz olağanüstü bir gerçeklikle yanımızdan geçip giden hayatta?

Belki hep geçtiğimiz cadde üzerinde, kim bilir birkaç kere vitrinine baktığımız, alışveriş yaptığımız bir mağaza “Kapanış nedeniyle zararına satışlar!” yapıyor. “Şu mağaza kapanmasaydı, iyiydi.” diye düşünüp, içeri girip de “Hayırdır abi?” demek geldi mi aklımıza?

Belki mahallemizde bir çocuk, yürüyemediği için sokakta oynayan akranlarına uzaktan bakıyor, işten dönüş saatimize denk geldiğinde gidip de başını okşadık mı?

Peki, mahalle bakkalımıza ne zaman tembihlemiştik “Bizim ufaklığa giderken harçlığını sen ver, dönüşte biz hallederiz.” diye? En son bizim kuşağa yetişti galiba bu gelenek.

Bir pazar yerinde, tezgâhlar kalktıktan sonra sokaklarda dolaşıp yere atılan sebze ve meyvelerden toplayan kadınlarla zaten yüz yüze gelmiyoruz alışverişimizi hafta sonları süpermarketlerden yaptığımız için.

Filistin’de, Myanmar’da, Suriye’de, Mısır’da… Dünyanın dört bir yanında ölen masumlar için son zamanların trendi, tweet göndermekten başka bir vicdan muhasebesine giriyor mu yüreklerimiz?

Ezber cümlelerin, ezber duyguların içinde aktığını varsayarken, gerçekte sevgilinin kalbine dokunmayı unutanlardan mı olduk?

Aldığımız eşyaların kıymetinin ertesi güne kalmadığı, her gün doymazlıkla yenilerini alıp eskilerinin değerini sıfırladığımız bir döngü içinde girdik duygusuzca.

İşte tüm bu şehrin kıyısında köşesinde kalmış insanlara, geleneklere, mekanlara, ruhlara, kısacası ötekileştirdiğimiz ne varsa, onlara ışık tutuyor “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak”. Tarık Tufan, koşarak şehre giren bu karakter tahayyülüyle, her şeyin son derece hızlı ilerlediği dünyamızda hepimizi gelip omuzlarımızdan sarsıyor birbirimize dönmemiz için.

İyi de yapıyor!

Feyza Andaş
twitter.com/feyzandas

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder