SAYFALAR

3 Temmuz 2013 Çarşamba

İki kültüre bir bakış atmak isteyenlere

"Ben, Hasan; tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu.. Ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben… Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyanca’sı konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve benim dualarım, fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim."

Fazla kozmopolit ve gerçeküstü bir karakter gibi duruyor değil mi? Romanın yazarı Amin Maalouf’un etnik kökeni itibari ile pek de absürt sayılmaz...

Lübnanlı bir hristiyan Arap olan yazar Amin Maalouf ilk romanı olan Afrikalı Leo’da Granada’da sünnetli başlayıp Vatikan’da vaftize kadar uzanan bir hatıratı öyküleştiriyor. Hikayemizin kahramanı gerçek bir karakter; Hasan El-Vezzan. Gezgin yaşamını oğluna hitaben kaleme alan bir yeniçağ diplomatı. Granada’dan sürülmüş, Fas sultanına hizmet etmiş, Osmanlı’dan kaçmış, Roma’ya yerleşip Papa’ya evlat olmuş bir dünya insanı.

Kitap, karakter ve ilk üç mekan olarak (Granada, Fas,Kahire) coğrafyanın “kuru, kumlu ve arabesk” hikayelerinden biriymiş gibi başlıyor. Bu açıdan romanımız “roman romantiği” okur arkadaşlar için biraz sıkıcı gibi gelebilir. Fakat sayfalar ilerledikçe Hasan El-Vezzan enteresan maceralar yaşayarak, tarihin akışını değiştirmiş kişilere ve olaylara atıfta bulunarak, bittabi farklı milletlerden bayanların gönüllerinden geçerek Roma’ya ulaşıyor. Flashbacksever ve keskin dönüşlere aşina olmayan arkadaşlar için Granadalı Hasan’ın Vatikanlı Giovanni oluşu muhakkak tatmin edici bir nihayet değil. Bu noktada yazarımız Maalouf’un masallaştırarak kaleme aldığı bu gerçek hikayede kritik noktalara özenle yerleştirdiği şahsi mottolarından bazılarına da değinmek gerekiyor. “Dinler arası diyalog” işlemesi romanın bölüm sonlarında alt mesaj olarak kendini fark ettiriyor. Ayrıca Maalouf’un roman kahramanı üzerinden fetihlerinin en yoğun dönemindeki Osmanlı’ya da inceden sitemleri gözlerden kaçmıyor. Yazar sık sık “birlikte yaşam” ve “barış” vurgusu yapıyor.

"İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Yahudi olsunlar seni olduğun gibi kabul etmeliler ya da seni yitirmeyi göze almalılar."

Muhakkak ki asıl hatırat ve anlatım romandan çok daha farklıdır. Toplam dört dönemden oluşan ve aksiyoner bir insanın ömrünü baştan sona ele alan bir eserin biraz daha uzun olması beklenebilirdi. Maalouf şahsi mesaj kaygılarını da ekleyerek ortaya adeta sıkıştırılmış bir roman çıkartmış.

Sanırım hem roman kahramanımız hem de Maalouf için en doğru tespiti N.Zemon Davis yapmış: "İki kültür arasında bir oyunbaz..."

Murat Çınar
twitter.com/muratcnr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder