SAYFALAR

22 Nisan 2013 Pazartesi

Kaybetmeden önce değer bilenlere

80 yıl önce bugün binlerce genci, fikirdaşı, şiirlerini hayranlıkla okuyan onlarca insanı peşinden koşturacak, cümlelerin altını çizmekten kalemleri aşınacak kitapların sahibi dünyaya gelmiş. Şiirlerinin bazı dizelerini hava soğuk - ev sıcak fiziki denkleminin meydana getirdiği buğulu camlara yazmışlığım var çoğu zaman… Mesela “…insandan insana şükür ki fark var…” yazmıştım bir keresinde.

Eserleri çok başka, çok farklı, çok mest edicidir Sezai Karakoç’un… Gün Doğmadan, Diriliş Neslinin Amentüsü, Monna Rosa, Düşünceler/Kavramlar… Ama bir tanesinin yeri bende çok ayrıdır. Yitik Cennet

Kitapta Adem, Nuh, İbrahim, Yusuf, Musa, Süleyman, Yahya, İsa ve Son Peygamber'in maddi/manevi hadiselerini zeka ve gönül denklemleriyle harmanlayıp harika bir üslup ile sunmuş. Sezai Karakoç’u diğer yazarlardan ayıran, onu üstün kılan özelliklerden birisi bu üslubu. Tüm şiirleri, tüm kitapları belagat yönünden öyle zengin ki, yazdığı bir cümleyi bazen bütün bir gece boyunca düşündüğüm ve uykuma müdahil olduğu için ona içten içe şükran besleyebiliyorum mesela…

Yitik Cennet’e şu cümleyle başlıyor üstad:

Adem’le Havva’nın Cennette öncesiz sonrasızmışcasına mutlu bir hayatı yaşadıkları zaman gibiydi hayatımız, Batının soluğu bize gelmeden önce…

Bir cümleye bir ansiklopedi yazılır mottosunun müsebbibidir Sezai Karakoç ve bu cümle de bunun ispatı nisbetindedir.

Bazen kendimi ifade etmek için uğraş verdiğim, ama bir türlü beceremediğim zamanlarda da Sezai Karakoç’un cümlelerine sığınmışlığım olmuştur. Bence herkes mutlaka şu hissiyatı yaşamıştır hayatında en az bir kez; “Dağlarda bilinmeyen bir bitkiyi yiyip de ondan gizli ve sürekli bir zehirlenmeyle yüzünün biçimini ve yaşamasının anlamını yitiren bir varlığa mı dönüştük?” Düşün düşün, dur! Sonra yine düşün… Ve yine… Sonra bir silkelen ve ömrü boyunca okurlarına anlattığı gibi “diriliş”i yaşa. Yine Yitik Cennet’te “diriliş” için şöyle bir ifade kullanmıştı:

Düşüş, fizik anlamlı yaşantıya metafizik bir anlam getirecektir. Düşüşsüz hayat, bir fizik akıntısı, bir biyolojik devinimden başka bir şey değil. Ama düşüş bir dirilişi getirirse, hayat, fiziği aşkın bir deneyle zenginleşmiş, transandantal anlamına kavuşmuş olacaktır. Hayat, ıstırap ve azaplardan sonra gelen ruh yücelişlerinin sırrına erecektir.

İşte böyle bir diriliş. Böyle bir küllerinden doğma hali.

Bu düşüşü yaşamaya vesile olan ve baş rolü oynayan şeytanın İslam olmuş bir göz ve akılla nasıl anlatılması gerektiği satır satır okunabiliyor bu kitapta. John Milton’ın Paradise Lost (Kayıp Cennet) yazısında, o döneme kadar İsa’yı yücelten anlayışa karşı çıkıp şeytanın da iyi olduğundan, ama Yaratıcı’nın ona kötü rol verdiği için böyle gözüktüğünden bahseder. Yani koca bir filmde kötü adam rolü şeytana verilmiştir. Bu mantık İslam olan hiçbir mantaliteyle uyum sağlamaz. Galiba Sezai Karakoç Yitik Cennet’i bu dogmaları yerden yere vurmak için yazmış… Ne iyi yapmış. Hem formal, hem deruni her türlü zihni ihtiyacı doğrudan karşılıyor Yitik Cennet

Ve son sözü yine o söylüyor:

Cenneti bulmak için yitirmek gerekiyordu.

Hatice Sarı
twitter.com/hatice_sari

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder