Zafer Değil Sefer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zafer Değil Sefer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2019 Çarşamba

Zaferden değil yola çıkmaktan sorumlu olmak

İsmail Kara ismini duyan kaç kişi vardır acaba? Onun kitapları ile konferansları ile hem-hâl olan kaç kişidir diye de aslında sorulabilir. Son isimlendirme ile Türkiye adını alan bu toprakların hikayesinde netameli ve bir o kadar da çetrefilli olan meselelerde hocanın söylediklerinden haberdâr olan sayısını da aslında insan merak etmiyor değil.

Bu yazımızda hocayı güzelleyecek değiliz çünkü hoca yaptıkları, ettikleri ve eyledikleri ile güzelliğin kendisi olduğunu gösteriyor/izhar ediyor. Çorbada tuzumuz bulunsun diyerek söze girsek ne haddimize demek de düşer. Onun için biz kıyısından köşesinden niyetimizi aşikar edelim: İsmail Kara’nın yazdığı son kitaba varabilmekti aslında bütün satırları yazılışının hikayesi: Zafer Değil Sefer. Saygıdeğer okur; hoca, yola çıkmakla doğrudan irtibatlı olarak, sorumluluk dairesini çizmiş daha adım atmadan kitabın sayfalarına. Bugünün insanının en büyük yanılgısını belki de…

İsmail Kara’yı okuyorsanız, biraz zahmete katlanıyor olmanız ve biraz anlamsızlıkların içinden anlama doğru bir süzülme yolculuğunuzun olacağını bilmeniz gerekir. Gerek kelime seçimleri ve dilin kullanılışı ve üslubu gerekse bilgiyi aktarırken doğrudan sizi ona götürmek yerine, bir daire tasavvuru tahayyül ederek, sizi içerilere davet etmesi ile karşı karşıya kalırsınız. Kavramların etrafındasınızdır mesela, yahut kişilerin çevresinde ama gezersiniz, kitaplar vardır, makaleler, kimi zaman fotoğraflar vardır kimi zaman ansiklopediler ve hoca bunların arasından satırlardan size merhaba der. İşte zahmet olarak rahmetin tam gelme yerlerindeyiz saygıdeğer okur. İsmail Kara’yı okumak aslında bir kitap olarak cismani satırlardan ibaret kısımlarla hem hal olmak değildir asla. Onunla yolculuklara çıkar, bahsettiği dönemi yaşar gibi okursunuz. O döneme dair isimlere ilişkin mutlaka o şahıslarla kalmayan şeyler de bulmanız kuvvetle muhtemeldir satır aralarında. Bir düz, liner çizgi takibi ile okumayı gerçekleştirmek pek mümkün değildir O’nun kitaplarında. Sadece okuyayım ve bitsin demek de öyle kezâ.

İsmail Kara’nın kitapları ile baş başa kaldığınızda aslında ilk baştan itibaren, metinle ve sayfalarla sınırlı bir kitaptan ibaret bir vak’a ile baş başa kalmadığınızı anlamışsınızdır. Metinden çok yaşantıların içindesinizdir sanki, o anı tekrar ve tekrar yaşamaktasınızdır. Aslında almış olduğunuz kitapla sadece kitap almış olmaktan ziyade bir yoldaş edinmişsinizdir ve kapağı çevirince bir yolculuk sizi beklemektedir. İlk sizi misafir eden sunuş kısmında kitap ismi ve bunun yanında neden yol ve yolculuk yahut neden zafer değil de sefer sorusunun cevabı yer almaktadır: “Zafer değil sefer” yahut “muvaffakiyet değil hareket” ifadeleri sonuca, hedefe ulaşıp ulaşmamaya bağlı ve bağımlı kılmadan yola koyulmayı, harekete geçmeyi, her halükarda insani sınırlar içinde (yolun tabiatı gerektiriyorsa insani sınırları da zorlayarak) yapılabilecekleri sonuna kadar yapmayı kuvvetli bir şekilde dile getiriyor olmalı. Çünkü seyr ü seferin, yolun ve hareketin bizzat kendisi sonucun, zaferin, muvaffakiyetin en azından bir parçası olmak itibariyle zaten baştan bir neticedir.

Hemen devamında, yol’a ilişkin şu şekilde devam ediyor sunuş kısmı: “Bir de 'hiçbir yere ulaştırmayan' yol var. Yolun amacı kendisidir, kendindedir, başkasında, başka bir yerde değil. Yol başka bir şey için kat edilmez. Bu yola giren sadece yola girer, bu kâfidir. Ayrıca bir yere varıp varmaması bahse konu olmaz. Yol ile varılacak menzil birdiğerinin şümulü dahilindedir. Muhtemeldir ki yolcu tarike adım atmakla ulaşacağı yere bilkuvve ve (belki bilfiil de) ulaşmıştır ama bu müzakere mevzusu yapılmaz.

Daha hemen giriş kısmında gerek dilsel anlamda, gerek kelimelerin ve terkiblerin tercihleri, kullanımları ve seçimleri anlamında adeta nehrin o akan deli-dolu durdurulamaz suları gibi geliyorum diyebilen bir metinle karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliyoruz.

İçerik kısmına bir göz atacak olursak; toplam altı bölüm halinde bir içerik planlamasına gidildiği görülmektedir. Bu bölümler sırasıyla; Birkaç Adım, Birkaç Mesele, Birkaç Zat, Birkaç Kitap, Birkaç Mektup ve son olarak Birkaç Evrak olarak sınıflandırılmıştır.

İsmail Kara’nın deneme türü kitaplarını okurken insan şöyle bir havaya kapılabiliyor: Misalen bir şahsın varlığı söz konusu ise sanki onunla oturup konuşuyormuşçasına karşılıklı bir musahebenin varlığı söz konusu olabilmekte, yahut bir döneme ilişkin bir etraf tasviri söz konusu ise aniden kendinizi orada hissetmeniz, sanki orada imişçesine satırlar arasında kaybolmanız gerçekleşmektedir. Yazmakla-yaşamak, yazmakla-yaşatmak arasındaki o ince köprüyü, o sırrı bulmuş gibidir kitaplar. Yeni dünyalara açılır yeni insanlarla karşılaşır ve aslında size el atından eksikliğinizin ne büyük olduğunu, fakat bunu yaralayıcı bir tavırdan ziyade bir dost elinin sırtını sıvazlaması gibi gösterir. Bütün bir anlam dünyasına sahip olmanın ne demek olduğunu ve bütüncül bir dünya tasavvurunun neye tekabül edeceğine ilişkin olarak hocanın kitapları size bir yol tasavvuru sunabilir.

Kitabın ilk yazısı “Rahmeti Çağırmak İçin Yetmiş Bin Taş Okunup Üflendi…” adlı denemedir. Sizi yıllar öncesine doğru alıp giden, rahmetin, bereketin aslında neye tekabül edebileceğine ilişkin bir yazıyla karşı karşıyasınızdır. Kitabın son yazısı ise ne yazık ki acı bir hikayeye, elem verici bir ölüm haberine dairdir ve okuyanı istemsiz olarak dahi hüzünlendirir. Bir genç hocanın, “Malatya/Rafa/Adıyaman/Çelikkan dörtgeninde koşturup duran” bir hocanın hikayesidir insanı kendisinden alan, hüznü bağrına öyle oturtan, gece gece kitabın sonunun hüznüne yakışan ve hem kitaba vedanın hem de Azize Hoca’nın yasını insana ta derununda hissettiren bir deneme ile şimdilik hoca perdeyi kapatmaktadır. Ramazan için halk arasında meşhur bir deyim vardır; başlangıcı rahmet, ortası mağfiret, sonu da bir hüzne tabidir. Buna yakındır aslında az çok söylenenler. İşte Zafer Değil Sefer kitabı da tam olarak bu hâl üzre insanı alır, karşısına oturur, sonra başlar bir rahmet hikayesiyle ve veda eder bir genç öğretmenin hayalleriyle. Aramızdan gidişi belki de en çok dokundurduğudur. Böyle insanların veda edişi, hiç tanımamasına rağmen insanı nasıl mahzun edebilir diye insan gece boyu düşünür.

Kitabın içeriğine gelecek olursak, en çok geçen insanlardan birisi Rahmetli Nurettin Topçu Hoca’dır. İsmail Kara’nın son demlerine yetişebildiği hocasına ilişkin her kitabında az çok değinmeden geçemediği, okuyanlar için malumdur. Bu kitapta da hoca ile aralıklı karşılaşmalar, mektuplaşmalara şahit olunur. Kitapların kaderi olduğuna ve bu kaderlerinin kimi zaman insanlarla kesişmelerinin de bir kaderi olduğuna ve kitaplar insanın aslında bir kader arkadaşlığının olduğuna da şahit olursunuz satırlarda. Her şeye bir kader gözünden bakmanın ve zaman ve zeminle beraber bir kader arkadaşlığı yapmanın insanı nerelerden alıp nerelere götüreceğinin de şahidi olursunuz birden bire.

Yeri gelir bugüne yansıyan konuların, güncel meselelerin de içine girdiğini görürsünüz ki bu aslında İsmail Kara için bir istisnai durum teşkil eder. O güncel olandan ve gündem olandan mümkün mertebe sakınıp, en azından yazıları için bunu söylemek mümkündür, asli meseleleri daha başka yerlerde tarihte ve yaşanılan büyük kırıklıkların ve artçılarının izinde takip etme merakındadır. Kitabın içinden bir yazı ile örneklendirmek gerekirse hemen ikinci bölüm “birkaç mesele”nin ilk yazısını örnek nev’inden vermemiz mümkündür. “Kimin milletindensin? İstiklal Marşı’ndaki 'Millet' Üzerine Bir Deneme” yazısı millet, kavmiyet ve cins gibi meselelere ilişkin yakın tarihte ve bugün dahi üzerine çatışmaların ve anlaşmazlıkların bitmediği bir meseleye el atar. Sözlük iktibasları ile beraber kavramlara ışık tutma çabası içinde olan hoca son olarak Mehmet Akif merhum üzerinden bu denemesini devam ettirir. Kavramların da aslında bir yolculuk üzere olduklarını ve bu yolculuğun da zaman ve zemin içinde bir serencama dönüştüğünü, kavramların bağımsız olarak devre karşı değil, tam tersine devrin şartları içerisinde bir elbiseye büründüğüne tanıklık etmekteyiz. Kitap bu konuda bir çekinceye veya resmi söyleme bağlı kalmaksızın kendi hikayesinin içinde devinir durur.

Bazı kitapları okurken yeri gelir mekanlar gezer diyarlarda soluklanırsınız, yeri gelir misafir eder yeri gelir misafir olursunuz. Kullanılan dil ve üslup da aslında bu noktada mühim bir esas teşkil etmektedir. Zafer Değil Sefer ve İsmail Kara’nın diğer deneme kitapları aslında tam olarak bu tanımlamaların kapsamında yer alan bir kitaptır. Kimler misalen bizim misafirimiz olmaktadır Zafer Değil Sefer için? İlk göze çarpan isim elbette Nurettin Topçu merhumdur. Sonra bir Babanzade Ahmet Naim Beyefendi satırlar arasından bizlere merhaba demektedir, Hattat Hamit, Mehmet Akif, Turgut Cansever, Hüseyin Kazım Kadri bunlardan belki de bir çırpıda akla gelen isimlerdir. Bu isimlerle iltisak eden konularda aynı şekilde Hocanın üslubu için kendini ele veren meselelerden birisidir. Hoca bazen meseleleri, kişilerden yola çıkarak konularla rabt etmek yolunu tercih etmekte, bazen de konulardan kişilere gitmek suretiyle yazılarının kozasını örmektedir. Bu noktada kitapta bahsi geçen kişilere ilişkin olarak vasat düzeyinde dahi olsa bilgi sahibi olmanın anlamayı kolaylaştıracağı, yazıların mahiyetine vakıf olmada yardımcı olacağının ifade edilmesi gerekmektedir.

Zafer Değil Sefer aslında bir deneme kitabı ama düşünceyle olan bağlantısı bu noktada ön planda yer alıyor. Yer yer hocanın dokundurmaları ve ince ince işlenmiş muaheze satırları, yer yer siteme varan eseflenmeler ve kederlenmeler ile kitap sadece basit bir bilginin aktarımından ziyade bir duygu aktarımını da bunun içine katmaktadır.

Aslında kitap en başından belirttiğimiz üzre sizlerle oturup bir muhasebe ve musahebe etmek amacındadır. Sizlere davetkâr bir öneri olarak söyleyelim: Var mısınız zaferden değil seferden, imkanlardan sorumlu olarak yola çıkmaya niyetlenmeye saygıdeğer okur?

Muhammed Hüseyin Güneş
twitter.com/muhammeddgunes1