Yolculuğa Övgü: Coğrafyanın Poetikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yolculuğa Övgü: Coğrafyanın Poetikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Temmuz 2017 Salı

Kendini bulma imkânı olarak yolculuk

Yolculuk, kendine has kuralları olan bir eylem. Daha çok turistler ve müzmin gezginler belirli kurallar içinde yolculuklarını gerçekleştiriyorlar. Seyyahlar da yine bazı rutinlere sahipler. Biz şehir insanları, modern kentliler için yola çıkmak bambaşka bir hüner meselesi. Yaşamın dayattığı alışkanlıkları yıkmak ne kadar zorsa, bir yolculuğa başlarken, devam ederken ve yolculuğu bitirirken yaşanılan süreç de o kadar farklı, biricik.

Yol ve yolculuk; sadece yeni yerler görmenin dışında bazı anlamlara da sahip. Michel Onfray bunu poetika bağlamında değerlendiriyor. Murat Erşen'in çevirisiyle ve Redingot Kitap etiketiyle okuyucuyla buluşan Yolculuğa Övgü: Coğrafyanın Poetikası'nda başlangıç, öncesi, ikisi arasında - I, esnasında, ikisi arasında - II, sonra ve bitiş gibi yolculuğu çeşitli bölümlere ayıran esaslar söz konusu. Yola çıkmayı, insanına varoluşuna katkı olarak yorumlayan Onfray; felsefe, edebiyat, tarih, coğrafya ve mimarî gibi konulardan da yararlanarak okuyucunun gözlem dünyasını genişletiyor. Yazarın dünya tasavvuru, geleneksel yolculuklardan ve geçmiş özleminden uzak olduğunu gösteriyor. Onfray için uçak da araba da yola çıkan için oldukça kıymetli, mühim olan doğru biçimde değerlendirmek. Elbette dileyen her turist, seyyah ya da gezgin deveyle de yürüyerek de yol alabilir.

İnsan anne karnında bile göçebedir yazara göre. Yola çıkmak için gerekli anı bekler. Doğmak üzere olan bir bebek nasıl anneyi kaygılandırırsa göçebe de iktidarları kaygılandırır. Tıpkı denetlenmesi, takip edilmesi, tespit ve tayin edilmesi imkânsız olan diğer her şey gibi. Onfray bu konuda tarihten misaller veriyor: "Hâkim tüm ideolojiler göçebe üzerinde denetim kurar, ona tahakküm eder ve hatta şiddet uygular. İmparatorluklar her zaman gezgin şahsiyetlerin ve hareketli halkların yok edilmesiyle oluşur. Alman nasyonel-sosyalizmi kök salmış, sabit, yerleşil ve ulusal Ari ırkı överken aynı zamanda düşmanlarını da belirler: Köksüz, hareket halinde ve kozmopolit, vatansız, topraksız göçebe Yahudiler ve Çingeler. Rus Stalinciliği de aynı tutumu takınır, o da Samileri ve Kafkasya ya da Güney-Sibirya cumhuriyetlerinin çoban haklarına eziyet eder." [sf.13]

Yolculuğa çıkarken kimileri bir varış yeri seçer. Her ne kadar 'profesyonel bir süreç' olarak gözükse de aslında varış yeri, dönüşü de kıymetlendirir. Eve dönmek yolculuğu bitiren değil yolculuğu anlamlandıran, nihai sonucunu veren, raporunu sunan bir son eylemdir. Öte yandan her eve dönüş, yeni bir evden çıkışın da sesi, soluğu olur. Varış yeri seçimini "Sokratik bir daimon" olarak nitelendiriyor yazar. İnsana ilham eden bu tanrısal gücün sesine kulak vermek, nereye gidileceğinin şifrelerini verir. Burada daimon, "iradeye razı ol" der. Bu razı olma hâli, kararın hatasız olmasını sağlar. En azından yolculuk sonrası pişmanlık ihtimalini ortadan kaldırır, huzur telkin eder. Evin kapısının kilidi döndüğünde, ondan çıkan sesle yolculuk başlamış olur.

Michel Onfray yolculuğu överken şiiri çok ayrı bir yere koyar. Ona göre dünya ile ben arasında en önce sözcükler vardır. Bir yazarın 'tarif eden satırları' diğer her şeyden daha fazla yola ve yolculuğa arzu duyulmasını sağlar; fotoğraflardan, filmlerden, videolardan ve röportajlardan. Öte yandan bazen yola tek başına çıkıldığı gibi bazen de bir dostla, yoldaşla çıkılabilir. Burada Onfray için 'dostluğu gerçekleştirmek' önemlidir: "Hiç kuşkusuz tek başına yolculuk edebilir insan ama durmadan kendi kendisiyle yüz yüze olmanın kesinliğiyle, hiçbir şeyi atlamadan, gece ve gündüz, şatafatlı ve uğursuz saatlerde. Mutlu ya da hüzünlü anlarda, melankolik yaş da neşeli dakikalarda, yalnız kalma arzusuna kapıldığında ya da paylaşma isteği duyduğunda, her durumda insan kendi eşlikçilerine katlanmalı, onları kabul etmeli. Bu her zaman en iyi formül değildir. Ama yalnızlık insanı gerçekten de sürekli kendi kendisiyle yaşama kesinliğine mecbur ediyorsa da, grup onun kendinden zevk almasını engeller. Yüz yüze ya da başkaları karşısında, bu iki seçenek de pek neşeli görünmez. Bir başına yolcuğun kabile ya da sürü gibi yapılan biçimi, hakiki hazcı bir ortaklığı somutlaştırmak için güzel vesileler sağlıyormuş gibi değildir." [sf. 43]

Dünyanın ve coğrafyaların ahengini keşfedebilmek ve kimi zaman bilinçle kimi zaman da bilinç üstü bir bilinçle (şuur-suz-luk) yaşayabilmek için yolculuk duygusunun hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu sürecin içinde yazarın belirttiği gibi arzular, hevesler, belirlenimler, istekler, yorgunluklar, can sıkıntıları, umursamazlıklar, zayıflıklar ve daha birçok şey bir arada bulunur. İşte tam da bu durum, bir dostla yola çıkmayı gerektirebilir: "İnsanın dostuyla yola çıkması mücevher kaplı hazların önsezisinin kesinliğini sunar." [sf. 47]

Turist ile gezgin arasındaki farkları ve benzerlikleri, haritalardan ve siyasi yozlaşmalardan bağımsız olarak yorumluyor yazar. Neticede herkes kendi penceresinden meseleyi anlamlandırıyor. Batı batıdan bakıyor, doğu doğudan. Bu da düşmanlığı ya da politik refleks söylemini ortaya seriyor. "Kendimizin yapıp etmediği her şeye barbarlık diyoruz" hatırlatmasında  yazar son derece haklı, ancak o batıdaki bir elde İncil diğer elde İnsan Hakları Bildirgesi varken entelektüel açıdan yasalardan bahsetmek ne kadar önemli diye soruyor. Bu durumda gezginlerle turistler arasındaki farklılık da belirginleşiyor: "Yolculuk etmek ulusalcı, Avrupamerkezci, dar misyoner zihniyetinden ziyade açık, merkezsiz, kozmopolit ve etnolojik bir iradeyi varsayar. Turist karşılaştırır, gezgin ayırır. Turist bir medeniyetin erimi dahilinde  kalır, bir kültürü hafifçe okşar ve köpüğünü hisseder; bir düşünceye bağlanmış bir seyirci, kendi köklerinin bir militanı olarak uzaktan, gölgelerine dokunur. Gezgin ise, öngörmeden, bağımsız bir seyirci olarak meçhul bir dünyaya girmeyi dener, ne gülmektir derdi ne ağlamak, ne yargılamak peşindedir ne de mahkum etmek, ne suçunu bağışlamaktır niyeti ne de aforoz etmek, o içeriden kavramak, yani etimoloji itibarıyla anlamak arzusundadır. Kıyaslamacı hep turisti belirtir, anatomist ise gezgine işaret eder." [sf. 57]

Kalanın, daima masumiyetten yana olduğunu, sessizliğin köhne taraflarına düşkünlüğünü şiirsel bir biçimde anlatıyor Michel Onfray. Bunun yanında gidenin de daima hafızadan, kaydetmeden, tarihe not tutmadan, ayrıntıları keşfedip gerçeği deşifre etmekten yana olduğunu belirtiyor. "Mikroskobik bilgilere karşı hassastır" diyor iyi bir yolcunun tanımını yaparken.

Uçağın ve dolayısıyla hızın sürekli eleştirildiği bir gerçek. Zararları var ama yararlardı var muhakkak. Mesele esasen neyin, ne için ve nasıl kullanıldığıyla ilgili. Yazar hıza da uçağa da methiyeler düzüyor. Modernliğin alameti olan hızdan kaçınmanın imkânsız olduğundan, artık küreselleşme, bilgi devrimi, dünya görüşü, etik anlayış, metafizik, siyaset ve manevi inanışlarda hızın tahakkümünün oldukça yoğun olduğunu, geçmiş ve gelecek arasındaki işaret noktalarının kaybolduğunu, an'dan zevk almanın zorunluluğunu irdeliyor. Son model bir arabanın ya da akıllı telefonun reklam spotuna benzer bir sözle mevzuyu kapatıyor: "Yavaşlığa yapılan gerici bir güzelleme nostaljiyi okşamak, anılara duyulan kolay tutkuyu sürdürmek ve gelecek kaygısı beslemek durumunda bırakır." [sf. 71]

Montaigne at üstünde, Rimbaud yayan, Morand gemiyle, Cendras trenle, Bouvier arabayla, Chatwin uçakla yolculuğu tercih etmiştir daima. Kişisel kararlar yolculuğun metafizik kıymetini azaltmaz yazara göre. Kennet White ve Guido Cerronetti yürümeyi seviyorsa, Theodore Monod için çölü deveyle geçmek de sevilesi olabilir.

Yolculuğa Övgü: Coğrafyanın Poetikası, kişinin kendisini zorluklara alıştırmak ve ruhunu güçlendirmek için yola koyulması gerektiğini öğütleyen bir kitap. Bu yönüyle ve farklı sanat dallarını kullanarak değerlendirmelerde bulunmasıyla yazarını da önemli bir yere çekiyor. En yakın çevrede bile birbirinden uzaklaşmaya çalışan, soğuyan, yabancılaşan, düşmanlaş(tırıl)an biz insanlar için yol boyunca varoluşun güzelliklerini tatmak, koklamak ve hissetmek mümkün. Yani kendini bulmak. Böyle bir imkân var. Bu imkânın tek bir ihtiyacı var, o da karar vermek: yola çıkmaya.

Son bir cümle daha: "Dünyada büyük sapaklara girme, dolambaçlara sapma, kendini, içimizde ebediyetin bizim için muhafaza ettiği kendiyi bulmaya olanak verir." [sf. 74]

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf