Yalnızız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yalnızız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mayıs 2021 Pazartesi

İyi ve kötü yanlarıyla iç dünyamızın portresi

Hepimizin içinde şüphelere duçar olmuş bir taraf vardır. İç dünyamızla, psikolojimizle, kimseye göstermediğimiz ‘ikinci ben’imizle, varız. Bu bizim kötülüğe meyyal tarafımız. Bir de kendimizi muhafaza etmek için öne çıkardığımız kuşkucu, korumacı, sorgulayıcı taraf var, psikolojik kalkan, etrafımıza çizdiğimiz kırmızı bir halka.

O içimizi kemiren şüpheci tarafımızı, ikili ilişkilerde sıklıkla kullanıyoruz, “arkadaşım telefonda konuşurken arkasından tramvay sesi geliyordu, ama bana evde olduğunu söyledi, eğer tramvay sesi televizyondan gelmiyorsa, beni ekip, başkasıyla buluşmaya gitti” diye düşünüyoruz örneğin. Günlük hayatımızda çok fazla mevcut olan, ama çoğumuzun önemsemediği, sinek ısırığı gibi, önemsenmeyen ama tatlı tatlı kaşınan, kaşındıkça acıtan, içini yiyen huyu bireyin.

İşte Yalnızız romanı, her satırında kuşkucu tarafımızı keşfedeceğimiz, şüphe duygusuyla ilerleyen, rahatsız eden, kızdıran, duygulandıran, hayretlere düşüren bir roman.

Roman, oldukça rahatsız edici bir tablo ile, okurun sinirini bozan duyguları okura yükleyerek başlıyor. Böyle bir tablo ile başlaması ise ilk sayfadan itibaren soru işaretleri oluşturuyor, dolayısıyla merak sâiki başlıyor, son sayfaya değin tükenmeden sürüyor. Romanın başındaki rahatsız edici ahlaki tabloyla karşılaştığınız zaman devamı da böyle gelecek, olay bu başlangıcın üzerine kurulacak diye düşünüyorsunuz, ancak ilk 100-150 sayfa sonunda olaylar derinleşiyor ve diken üstünde duygularla başladığınız romanı okumak biraz daha kolaylaşıyor. Her karakterde farklı bir yanını buluyor okur Yalnızız’ı okurken, kitap okuru vicdani hesaplaşmaya itiyor.

Samim ve Meral’in hikayesini okuyoruz romanda esasen. Yalnızız’ın psikolojik tahlil ve tespitler üzerine kurulu bir roman olduğu genel olarak bilinir. Peyami Safa, derin psikolojik tahlilleri bu romanda Samim karakterinin ağzıyla okuruna aktarmış, ve o kadar ince, o kadar gerçek duyguları, öyle açık bir üslupla tasvir etmiş ki, kitabı okurken hayret ediyorsunuz. Ve bitirdikten sonra da üzerinizde bıraktığı duygular bir süre daha devam ediyor. Kuşkucu bir insan olarak özellikle kuşkunun tasvir edildiği paragraflar içime saplandı kitabı okurken.

Samim birdenbire doğruldu. Zihninin karanlığında, başka koldan ilerleyen fikir gölgeleri birdenbire şuurunun aydınlığına çıktı. Şüphesiz Feriha’ya merhamet ve Paris’e muhabbet bu yalanı izah etmez. Deminden beri niçin başka sebepler aramıyorsun? Ne olabilir başka sebepler? Samim ayağa kalktı. Ne olabilir? Ne olabilir?

Yatağının baş ucuna gitti ve düğmeye bastı. Ne olabilir? Odanın ortasına doğru geldi, durdu. Ne olabilir? Ne olabilir başka sebepler? Feriha’nın yanında aşığının bir arkadaşı. Hayır, Paris’ten böyle bir adamla gelmiş olamaz. Otelde de çarçabuk onu bulamaz. Başka ne olabilir?

Bu roman hakkında hiçbir fikri olmadan eline alan bir okuyucu, bunun ilişkiler ve entrika üzerine kurulmuş bir roman olduğunu düşünebilir, pek tabii. İlişkiler üzerinden, başka başka hayatlarda dönen başka dolaplar üzerinden, hiç bitmeyen olaylar üzerinden insanın içindeki iyi ve kötü tarafın portresini çiziyor Safa. Bireyi anlatırken ahlaki yozlaşmayı okurun adeta gözüne sokup, doğrusunu bulmayı bir nebze okura bırakırken, Simeranya kavramı ile de olması gereken toplum yapısının tuvalini çiziyor. Simeranya, kitapta adı geçen ütopik bir kavram. Ve aslında kitapta okura yüklenmeye çalışılan temel fikir de hayal edilen toplum yapısına adım atmak için, bireylerin kendilerini düzeltmekle işe başlamaları gerektiği. Bireyler toplumun tohumları, yapıtaşları çünkü. Kurguya büyük bir başarıyla yedirilerek anlatılan ahlaki yozlaşma yanlış batılılaşmayla temellendirilmiş, romandaki olay, toplumsal ve ahlaki çöküşün sebebini yanlış batılılaşmaya bağlıyor. Ve biraz da doğu-batı çatışmasına. Yanlış anlaşılan bir batılılaşma, yanlış anlaşılan bir ilerleme...

Toplum batılılaşma denen şeyi yanlış anlıyor, topluma bağlı olarak birey yozlaşıyor, birey yozlaştığı için aileler yozlaşıyor, ahlak temelsizleşiyor ve en sonunda toplum çöküyor. Burada şöyle bir dipnot geçmek yerinde olacaktır diye düşünüyorum, Tanzimat edebiyatı devrinden yakın tarihlere değin Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Midhat Efendi, Hâlid Ziya, Reşat Nuri, A.H. Tanpınar, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay gibi pek çok isim romanlarında yanlış batılılaşmayı eleştirmişler, demek ki bu sorunsal yıllardır toplum içerisinde bizimle birlikte yaşıyor, çözemiyoruz, oldukça trajik ilerleyen bu romandan çıkarılabilecek pek acı bir sonuç da bu.

Kızdıran, hayret ettiren, yüzünüzü buruşturmanıza sebep olan, bütün bunlara rağmen çok keyifli ilerleyen, merakınızı dürten bir roman olacaktır Yalnızız. Okuyacak olan herkese keyifli okumalar dilerim.

Nida Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

3 Nisan 2017 Pazartesi

Nefretin çirkinleştirip çerçevelediği bir dünyada: Yalnızız

Son iki yüzyılda tüm gelişimini bilimin ölçülü ve katı kuralları dairesinde arayıp duran insanoğlu, bu mücadelenin eseri olarak 30 yıl içerisinde iki kez topyekûn savaşa durdu. İnsanlık, ilerleyeceği yola mantığını ve tasnifini esir alan bilimle mi yoksa içinde taşıdığı ruhun sınırsız tahayyülü ve hissiyle mi devam edecek?

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en sofistike yazarlarından Peyami Safa, hikayelerinin birçoğunda olduğu gibi Yalnızız isimli romanında da, 20. yüzyılın başında medeniyet, fikir ve kültür çekişmeleri arasında bırakılan Türk toplumunun ruh halini kendine konu ve dert ediniyor.

Aslında Peyami Safa’nın bu en karakteristik romanı, tahlil etmek için oldukça ilginç bir eser. Çünkü bizatihi bu eser, adeta bir tahliller silsilesi. Bu silsilenin başını da Peyami Safa’nın kendi fikirleriyle ruhunu üflediği eserin başkarakteri Samim çekiyor.

Hikâye, klasik Türk edebiyatı okuyucularının aşina olduğu türden bir “konak” hikâyesi. Konaktaki karakterlerin ve birbirleriyle olan ilişkiler ağının dönemin ahlak normlarını aşan dikkat çekici hali, Peyami Safa’nın bu alandaki yozlaşmaya dair bir eleştirisi olarak okunabilir.

Okumak isteyenler için bu eserin hikâye kısmını karanlıkta bırakmayı tercih ediyorum. Bu incelemede bahsedeceğim ve kanaatimce eseri okunur kılan esas unsur; yazarın Samim karakteri üzerinden insanlığın son iki yüzyıldaki terakkisine ve benliğinin ruhsal teşekkülüne dair yaptığı tahlil ve yorumlarıdır.

Hikâye boyunca Samim, ilerlemeyi sadece fen ve çağdaş bilimde arayan insanoğluna gerçek ilerleme alanı olarak bizzat insan ruhunu işaret ediyor. İnsanlığın son 30 yıl içerisinde iki büyük dünya savaşına sürüklenmesinin sebebi olarak tüm mantığın ve tasnifin bilimin katı ölçülerine dayandırılmasını gösteriyor. Bu şartlarda ideal bir dünya düzenine ulaşmaktan bahsedilemeyeceğini hikaye boyunca çeşitli tartışmalar boyunca anlatan Samim, asıl ilerlemenin insanın kendi ruhsal alanında yapacağı atılım ve revizyonla mümkün olacağını savunuyor.

Esasen Peyami Safa tüm eser boyunca Samim üzerinden derin, uzun, fakat okuyan herkesin empatisine oldukça açık tiratlarıyla bir ütopyayı betimliyor. Bu ütopyanın ismi Simeranya.

Simeranya, Samim’in hayalinde kurduğu ve yaşattığı ideal bir diyar. Orada tüm mücadele, tüm yaşayış, tüm hayat uğraşıları insanların ruhunun ihtiyaçları üzerinden vuku bulur ve yine tüm faydayı insan ruhuna sağlar. Simeranya’da eğitim de, sanat da, sağlık da insan ruhunun hem ürünü hem üreticisidir.

Peyami Safa, Samim aracılığıyla kurduğu bu ütopyayı insanoğlunun gelecek asırdaki mefkûresi olarak betimliyor. Üst üste iki dünya savaşından çıkan yorgun, tedirgin ve yönünü kaybetmiş insanlığın geleceği için 1940’ların ortasından ta bir asır sonrasına kanca atıyor. Peyami Safa bu idealini hikayenin sonunda bir manifesto gibi haykırıyor;

Bırak şu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu matematik ve fizik tecessüsüne, kov şu kemiyet fikrini, dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah’ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın dar kafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma!

Peyami Safa, Yalnızız’da yine Samim aracılığı ile ikili ilişkiler üzerinden insan benliğini tahlil etmeye çabalıyor. Ona göre her insan; biri asıl, saf ve savunmasız, diğeri sahte fakat saldırgan iki alt benliğe sahiptir. Bu iki benliğin mücadelesi, insanın tüm davranışları, hissedişleri, yönelişleri üzerinde belirleyici olmaktadır. Bu iki alt benliğin mücadelesi, hikâye boyunca Meral karakteri üzerinden trajik bir akışla izleniyor.

Yalnızız, bir solukta okunacak bir romandan ziyade, Peyami Safa’nın çağın üstünde bir idealistlikle yarattığı dünyasını sindire sindire anlamamız gereken bir fikir deryası olarak karşımıza çıkıyor. Hikaye içerisinde karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerini alışılmış reaksiyonlarla değil, derin ruhi tahlillerle açıklayan Peyami Safa, okuyucusuna üzerine düşünmek için oldukça fazla fikri malzeme sunuyor.

Peyami Safa’nın hikâyecilikle fikirciliği ustalıkla harmanladığı, birini diğerine tercih ya da birini diğeri için kurban etmek hatasına düşmediği bu romanını metropolün materyalist fırtınalarına tutulmuş zihinlerin şifası için tavsiye ediyorum.

Murat Çınar
twitter.com/muratcnr