Yaşam Başka Yerde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşam Başka Yerde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Bir sanatçının varoluş çabaları

İstenmediğini bilmeden dünyaya gelen bir çocuk, dünyayı istemektedir. Sevgi dolu ve güvenli bir kucaktan, evinden dünyaya adımını attığı andan itibaren dünyada bulunmanın bedeliyle tanışır. Bu çocuk, şair Jaromil’dir. Asla kendini gerçekleştiremeyen genç bir erkeğin, bir sanatçının varoluş çabalarını anlatan Yaşam Başka Yerde, Künstlerroman türünün iyi bir örneğidir. Doğumundan ölümüne kadar bir sanatçının birden fazla anlama sahip “ben” arayışı içindeki hayatının içsel, karmaşık, sembolik ve kurgusal serüveni… Yalnızca Jaromil’in şairlik serüveni değil; romanın içinde fragmanlar halinde yer verilerek Lermontov, Keats, Rimbaud gibi isimlerin de anısı canlı tutulur. Yine Milan Kundera’nın şairleri birbirine kardeş kılan Rimbaud’un mektubuna vurgusu da bunu düşündürür. “Tüm şairler kardeştir ve soyun gizli işaretini bir kardeşte ancak başka bir kardeş tanıyabilir.[1]

Jaromil şiir yazmak için seçildiğini henüz düşünemiyorken; konuşmaya başladığı andan itibaren öğrendiği dilin derdini anlatmaktan çok daha başka işlere yaradığını fark eder. Birkaç küçük kafiye ile evde neşe ve hayranlık uyandırmaktadır. Bu süreç, Jaromil’in bestelediği “Ağız Müziği” sürecidir. Ağız Müziği, Seamus Heaney’e ait bir bir ifade.[2] Şairlerin libidinal enerjilerini nesneler yerine kelimelere yatırdıklarını belirtirken, bir çocuğun ilk konuşma evresini “ağız müziği” olarak tanımlar Heaney. Çocuğun hayal gücü, kurmacası agulama evresinden yetişkin diline yönelik gelişirken çocuk, yetişkinleri yalnızca taklit ediyordur. Bir çocuk nasıl konuşulacağını öğrendiğinde hayallerine neleri ekleyebileceğini de öğrenir. Hayallerin sınırını kelime hazinesinin sınırları belirler. Jaromil, evde ağzından çıkan her kelimeyi bir deftere kaydeden hatta afişler halinde odasının duvarlarına asan annesi ve şiir düşmanı büyükbabasının kasten en aptalca beyitleri hafızasına kazıması sayesinde çok zengin bir ağız müziği dönemi geçirir.

Bir şairin var oluş biçimi, onu şair yapan şeyler sadece yazdığı-söylediği şiirlerin toplamı değildir. Şairlik, doğuştan getirilmiş özel yetenekler gibi kendini açığa vurmaktan geri durmaz. Duygusal olarak mahkûm olunan şey, şairliğin özüne dair hissedilen o keşif halidir. Jaromil de henüz konuşmaya başlamışken dil aracılığıyla; keşfettiği dünyayı kendini daha iyi bir konuma taşıması için kendine özgü biçimde ifade eder. Yaramazlık yaptığında ebeveynlerinin kendisine kızma ihtimalini, içinde bulunduğu durumu kafiyeli kelimelerle ifade ederek sıfıra indirir. Kendisine sevimlilik ve özel bir ilgi kazandıran dilin önemini çok erken fark ettiğinden; annesinin de ilgi ve sevgisiyle kendisini bir gösterinin başkahramanı gibi hisseder. Eğitim yaşı geldiğinde toplum arasına karışınca annesinin heyecan ve hayranlıkla karşıladığı özelliklerinin insanlar arasında itici göründüğünü şaşkınlıkla fark eder. İnsanlar bu “gösteri” anlarından tiksinerek uzaklaşırlar. Yapay ve sevimsiz bulunan bu durum Jaromil’in çok kısıtlı bir sosyal çevre içinde büyümesine sebep olur. Oysa o, içgüdüsel olarak daima keşfedilmek isteyen bir yetenek barındırmaktadır ruhunda.

Bu yeteneği keşfedecek olan kişi, yaz tatilindeyken annesiyle birlikte tanıştığı ressam olacaktır. Yaptığı resimlerde insan bedenlerine rahatlıkla giydirdiği köpek suretleriyle ressamın kolaylıkla ilgisini çeker Jaromil. Çizdiği bu yaratıkların zihninde hiçbir karşılığı yoktur, sadece köpek başını bir insan yüzünden çok daha rahat çizebiliyordur. Ressam bu özgün bilgisizlik karşısında ilkin heyecan duyar, fakat çok sonraları Jaromil’in hayatını şekillendirecek olan sanat görüşünden hiç ödün vermeden Jaromil’i beğenmeyerek, zorlar. Böylece Jaromil için hep ulaşılması güç bir yerde kalacaktır. Sanat görüşü ve düşünce yapısının şekillendiği bu ilk gençlik yıllarında Jaromil, ressamın kendisinden daha çok annesiyle ilgilendiğini çok daha sonra fark edecektir.

Bir karaktere hayat vermek onun varoluş sorununu sonuna kadar izlemek demektir” diyen Kundera[3] okuyucuya da karakterin “ben” inşasında karşılaştığı durumların özünü kavramak için imkânlar sunar. Yazar bu yaklaşımla, insanın tümüyle karmaşık, muğlak ve kırılgan bir ilişkiler çemberinde kendini var kılışını irdeler.

Jaromil’in annesiyle arasındaki aşk ve nefret dolu git-gel’lerden ibaret olan ilişkisini diğer kadınlarla ilişkilerine de taşıdığını görürüz. Kadınlar Jaromil için var oluşuna meydan okuyan canlılar gibidir. Utanma duygusunu arttıran, Jaromil’in hiçbir şeyden emin olamamasını besleyen varlıklar olarak kadınlar, hem çok yakınında hem de çok uzağındadır. Şairler ve ailelerindeki kadınlarla ilişkileri baba figüründen çok daha güçlü çizen Kundera, yine geçmişteki birçok şair ve yazara atıfta bulunur: “Şairlerin gözlerini dünyaya açtıkları büyük evlerde kadınlar hüküm sürer: Essenine ve Mayakovski’nin kız kardeşleri, Blok’un teyzeleri, Hölderlin ve Lermontov’un büyükannesi, Puşkin’in sütannesi ve özellikle de anneler, babanın gölgesini örten şair anneleri."[4]

Jaromil annesinin koruma altına aldığı dünyada kendini gösterebildiği ve alkışlandığı anlar hariç, kendi sesine hiç sahip olamamış gibidir. Eleştirilme korkusu, alay edilme, aşağılanma endişesi yüzünden şair, âşık, hatta aktif bir devrim sevdalısı olma süreci gecikmiştir. 1948 Prag devrimine dair sevinci aile içinde, eniştesi ile yaşadığı tartışma esnasında bir şairden çok, komünist yayın organlarının basmakalıp, bayağı kelimeleri ile açığa çıkar: “Her zaman, önce şair olduğunu düşünmüştü ve bu nedenle de devrimci konuşmalar yapıyorsa da, kendi diliyle konuşmaktan vazgeçmek istemiyordu. Ama şimdi şu söylediğine bakın: işçi sınıfı senin kafanı koparacak. Evet, bu dikkate değer bir şey: bir kızgınlık anında (yani kişinin kendiliğinden davrandığı ve beninin kendini dolaysız ifade ettiği bir anda) Jaromil kendi dilinden vazgeçiyor başka birinin aracısı olma olasılığını seçmeyi tercih ediyordu."[5]  Jaromil’in bu beklenmedik söylemi iktidarın kültürel kimlikleri kuşatan etkisine de işaret eder.

Üniversite yıllarında da ateşli tartışmalar yapan arkadaş gruplarına sızabilmek, kendisine bir çevre edinebilmek için ressam eğitmeninden devraldığı görüşleri savunur. Modern olmanın toplu bir vazgeçiş üzerine kurulu deneyimlerden oluştuğunu düşünür Jaromil. Kelimelerle yaptığı oyunları onaylayan ve davranışlarının paradoksal karakterini eleştirmeyen dostlar edinir.

Tüm insanlık gibi Jaromil de insan varoluşunun kısalığı ve kırılganlığını aşka teslim ederek zayıflığını unutmak ister. Fikirlerini heyecan ve hayranlıkla dinleyen, güzel sayılmayan kadınlara onları neden sevdiğini ispatlamak zorunda kalır. Gerçekten sevdiğine inandığı kızıl saçlı, çilli, zayıf şekilde tasvir edilen kızı ve kardeşini devrim karşıtı olarak ihbar ettiğinde hayatının en büyük şiirini yazdığını düşünür. Çünkü kıza duyduğu sevgi onun hayatını tehlikeye atarak sınanacaktır. İhbar gecesi büründüğü neşeyi fark eden annesine büyük bir şiirin peşinde olduğunu söyler Jaromil. Büyük şiiri ruhunun ölümüyle, devrimin kazancıyla ortaya çıkaracaktır. Ruhunun ölümü, bedensel ölümüne çok yakın bir zamanda gerçekleşir.

Ölüm sahnesinde Jaromil yalnız değildir: Shelley, Rimbaud, Lermontov, Paul Celan, Çek şairler Jan Masaryk, Constantin Biebl… Fragmanlar halinde hepsinin ölüm anları sahnelenir. Lermontov rakibinin sıktığı kurşunla yere düşerken Jaromil buz gibi soğuk havada beton zemine çakılır. Henüz yirmi yaşında bile değildir. Bir türlü içine giremediği dünyadan gidebilmek için çok daha az bir çaba sarf eder. Aşağılanıp hor görüldüğü bir ortama girmektense bedenini soğuk havaya teslim ederek zatürreeyi davet eder. O an eline bir silah verilse onu mutlaka kafasına sıkacaktır. Ölüm anında annesi yanındadır ve babasının oğlunun doğumunu asla istemediğini itiraf eder. Ölürken, dünyaya istenmeyen bir çocuk olarak geldiğini öğrenir Jaromil. Annesi belki de bunu hala şair Jaromil tarafından daha çok sevilmek istediği için yapmıştır. Çocuğundan önce gerçek aşkla tanışmadığını düşünen her anne gibi.

[1] Milan Kundera, Yaşam Başka Yerde, çev. Levent Kayaalp, (İletişim yay., 14. Baskı 2014, İstanbul) s. 239
[2] Terry Eagleton, Edebiyat Olayı, çev. Başak Yüce, (Sel yay., 1. Baskı 2012, İstanbul), s.41
[3] http://www.notosoloji.com/milan-kundera-roman-bilincaltini-freuddan-once-biliyordu/ (erişim 22.01.2015)
[4] M. Kundera, a.g.e., s.101
[5] M. Kundera, a.g.e., s.131

Zeynep Arkan
twitter.com/zeynarkan
* Bu yazı daha önce Hece dergisinin Romanda Şair Karakterler (Şubat 2015) dosyasında yayımlanmıştır.