Uyuyan Adam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uyuyan Adam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2016 Çarşamba

Bir inek gibi, bir istiridye gibi, bir fare gibi özgür!

Romanın son notunda belirtildiği gibi, Georges Perec'in okuyucuya bir karakter yoluyla mı yoksa doğrudan kendi sesiyle mi seslendiği belirsiz olan bir roman Uyuyan Adam. 105 sayfalık kitap, modern insanın ezilmişliğini, yozlaşmışlığını, tükenmişliğini açık açık ifade ediyor. "İnsan ne harikulade bir buluş. Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir." gibi tabiri caizse hikmetli sözlerle bir ruhtan bahsediyor Perec, keşfedilmesi gereken bir ruhtan. Fakat insanın bu keşiften ne kadar uzak kaldığını da şöyle anlatıyor: "Sürprizsiz yaşam. Güvenliktesin. Uyuyor, yiyor, yürüyor, yaşamayı sürdürüyorsun, tıpkı gamsız bir araştırmacının labirentinde unuttuğu bir laboratuvar faresi gibi; sabah akşam, hiç yanılmadan, hiç duraksamadan yemliğin yolunu tutan, önce sola, sonra sağa dönen, bulamaç halindeki günlük yem miktarını almak için kırmızı kenarlı bir pedala iki defa basan bir laboratuvar faresi gibi."

Düğünlerimizde çokça kullanılan "Ne o? Oturmaya mı geldik?" sözünü insanın dünyadaki hâliyle irtibatlandırarak "Uyumaya mı geldik?" şeklinde değiştirsek ne cevap verebiliriz? Belki bir hadis-i şerif bize yardımcı olabilir: İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar. Birçok tasavvuf erbabını etkilemiş ve hayatına yön vermiş hadislerden biridir bu ve Perec'in Türk okuyucusunu etkileme sebeplerinden biri de bana kalırsa tıpkı hikmet ehlinin yaptığı gibi nasılları değil nedenleri sorgulamasıdır. Okuyucuyu bu derin sorgulamalardan uzak tutarak direkt sonuçla meşgul ediyor Perec. Sonuç odaklı metinler desem ayıp etmiş olmam diye düşünüyorum. Buyurun:

"Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti. Topu topu yirmi beş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile. Roller hazır, etiketler de, bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır. Sen istediğin kadar sokağa çıkıp insanların şapkalarını başlarından uçur, başına iğrenç şeyler tak, çıplak ayakla yürü, bildiriler yayınla, önüne çıkan bir kapkaççıyı geçerken kurşunla, boşuna, bir işe yaramayacak,düşkünler yurdunun yatakhanesinde yatağın çoktan yapılmış, lanetli şairler sofrasında yerin ayrılmış. Her şey öngörüldü, her şey en ufak ayrıntısına kadar hazırlandı, büyük aşklar, soğuk alaycılık, ıstırap ,bolluk, egzotizm, büyük serüven, umutsuzluk. Sen ruhunu şeytana satmayacak, ayaklarında sandaletlerle gidip kendini etna’ya atmayacak, dünyanın yedinci harikasını yıkmayacaksın. Ölümün için her şey çoktan hazır. Seni öldürecek top güllesi çok uzun zaman önceden eritilip döküldü, tabutunun peşinden ağlayacak olan kadınlar çoktan tutuldu."

Bir insan bu çağda özgürlüğü nerede arar? Bir hafta sonu istediği yere gitmek, günün herhangi bir saati aklındaki yerde sevdikleriyle eğlenmek, dünya mutfaklarının tüm lezzetlerini tatmak özgürlük müdür? Yalnızca bu kadar mı? Sadece bunlar mı? Bu yazının başlığı da kitaptan bir sözdür ve modern insanın özgürlüğü işte bu kadardır. Bir inek gibi tepişir eğlenirken ve istediği olmazken, bir istiridye gibi kapanır ve yalnız kendini düşünür, bir fare gibidir topluma taşıma araçlarında oradan oraya sürüklenirken.

Uyumakla başlatıyor serüveni Perec bize bu serüveni anlatırken uyumakla uyumamak arasında bile kayıtsız kalındığını, korkan, sönük, silik bir tipin uykusunun bile olmadığını şu cümleyle anlatıyor: "Uyumuyorsun, ama uyku artık gelmeyecek. Uyanık değilsin ve hiç uyanmayacaksın. Ölü değilsin ve ölüm bile seni kurtarmayacak."

Bir de unutan, unuttuğunu zanneden, hafızasız insanlar var. Onlara da şöyle diyor: "Zamanı unutur gibi yapabildin, geceleyin yürüyüp gündüz uyuyabildin: Ama onu hiçbir zaman tamamen aldatamadın."

Modern insanın sabırsızlığı, sürekli panik hâlinde oluşu, dost sohbetinde bulunamayışı, sürekli yapmak zorunda olduğu şeylerle yapamadığı şeyler arasında kalışı, umut ve tutku adına hiçbir şey düşünmeyişi hakkında da Perec'in söyledikleri şöyle: "Önemli olan tek şey yalnızlığın: Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok, yaptığın her şey boşuna, aradığın her şey sahte. Var olan tek şey yalnızlık, her seferinde er ya da geç karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında, her seferinde yalnız kalıyorsun, yardımdan yoksun, şaşkın ya da afallamış, umutsuz, sabırsız."

Kitabın sonunda okuyucuya bir çare yok. Tam aksine gerçeği fısıldıyor yazar: "Yararlı öğütleri dinlemeyeceksin artık. Çare nedir diye sormayacaksın. Kendi yolunda yürüyüp gidecek, ağaçlara, taşlara, suya, göğe, çehrene, bulutlara, tavanlara, boşluğa bakacaksın."

Sadece bir karakter, belki o bile değil, Perec çok şey anlatıyor. Öyle ki hem birey okuması, hem toplum okuması, hem de dünya ahvalini o yıllardan bu yıllara taşıyan şeyleri daha iyi görebilmek için belki de tekrar tekrar okunabilir bir kitap. Gerçekle yüzleşmek acı veriyor ama bu acı, belki harekete geçirebilecek bir acı.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf