Ufkî Şehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ufkî Şehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2017 Pazartesi

Güzel evlerle oluşan sokaklar, mahalleler, beldeler ve ilçeler nasıl inşa edilebilir?

Bilim ve Sanat Vakfı’nda Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin 20 Şubat 2016 tarihinde düzenlediği “Bir Şehir Kurmak ve Yeni Bir Gündem İnşa Etmek” adlı panel, son yıllarda kamuoyunda oldukça konuşulan ‘kentsel dönüşüm’ kavramına dair Cansever’in çalışmalarını ve bakış açısını anlamak açısından mühimdi. Turgut Cansever’le teşrik-i mesai içinde bulunmuş üç önemli ismin Cansever’in ufkuna odaklanması, şehir-insan ilişkisinde mimarinin nerede durduğunu “Ufkî Şehir” başlığıyla tartışıldı. Peki, nedir Ufkî Şehir?

Ufkî Şehir, özellikle 2011 Van Depremi’inden sonra sürekli dillendirilen şehircilik kavramlarından biri ama ne’liğine dair bilginin dolaşımda olmadığı bir kavram setinin mimari araştırmasıdır. Osmanlı’dan günümüze şehri şehir yapan unsurlar hakkında bir fikir yürütme adımı; kentsel dönüşüm, çok katlı yapılar, siteler, toplu konutlar, yatay ve dikey mimari gibi çokça konuşulan ama eylemi hakkında pek de somut olmayan kavramları anlama girişimi olarak okunabilir. Bu başlıkla yayınlanan kitap, mimar Turgut Cansever’in şehir hakkındaki düşünce ve projelerinden ilhamla “Ufkî Şehir” olarak belirlenmiştir. Kitabın editörü Halil İbrahim Düzenli’ye göre aslında Cansever’in doğrudan bu tamlama şeklinde bir kullanımı yoktur. Cansever, çerçevesini kendi kurduğu müstakbel şehirler için “yeni şehirler” gibi daha tarafsız bir ibare kullanmaktadır. Diğer taraftan, farklı yerlerde, bu şehirlerin mülkiyetle ilişkili yatay formunu, hukukî bir tabir olan “ufkî kat mülkiyeti” ya da “yatay kat mülkiyeti” düzenine/esasına referans vererek dillendirmektedir. Kitapta tercih edilen başlık Cansever’in bu iki kullanımından mülhemdir. Her ikisini de mündemiç yeni bir kavram üretimidir. Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden Halil İbrahim Düzenli ve çevresindeki hocaların ve öğrencilerin ardından gittiği soru şu: Bugün yaşadığımız evler ve ileride yaşamak için bir yandan da ürettiğimiz konutlar, gerçekten de insanoğlunun maddi manevi tüm ihtiyaçlarını karşılıyor mu? İnsanın hikmet dairesi içinde yaşayabileceği, aklından kalbine sürekli bir inşa eylemini sürdürebileceği en güzel ev ve evlerle oluşan sokaklar, mahalleler, beldeler ve ilçeler nasıl inşa edilebilir?

Turgut Cansever, akademi yıllarından vefatına kadar (1945-2009) yaklaşık 60 yıllık dönemde, çok güçlü bir gelenekten gelmenin bilinciyle Osmanlı şehirlerini incelerken, aynı zamanda bugünün gecekondudan apartmanlaşmaya, apartmanlaşmadan rezidanslaşmaya ilerleyen süreci çok yakından takip ederek hep bir çıkış yolu aradı. Cansever’in önemi, sadece masa başında proje üreten bir mimar değil, pratik hayatın, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren aksiyon ve eylemi meydana getirebilmenin endişesini sürekli dinç tutabilmesindeydi. 17 Ağustos 1999 depreminin İstanbul üzerinde oluşturduğu olumsuz, yıkıcı tesirlerinden nasıl kurtulabiliriz sorusunun peşine düşüp pilot bir şehir kurma projesi, işte Turgut Cansever’in 2000'li yıllarda ilerleyen yaşına rağmen yaptığı en önemli somut arayışlarından biridir. Nitekim 1999 depremi sonrasında oluşturulan gruplarla ileriye yönelik olarak ne yapabiliriz çerçevesinde oluşturulan periyodik toplantılar ve sonuçlarına dair raporlar, Cansever’in aynı zamanda bir nevi yeni bir şehir inşa etme sürecini de başlatmaktaydı.

İstanbul üzerine yapılan araştırmalarda en riskli bölge Zeytinburnu çıkınca, ilçenin İstanbul yakınlarında daha sağlam bir havzaya taşınması anlamında Başakşehir’in imara ve yeni düzenlemeye açılma sürecini gündeme gelmesi, Turgut Cansever’in mutat toplantılarında analiz edilmiş ve projelendirilmiştir. Her ne kadar Başakşehir’in kurulma niyetindeki saf ve iyi niyet tam olarak gerçekleşmese de, Turgut Cansever krizi fırsata çevirmenin gayretiyle örnek bir şehir kurabilmenin önemini ve ihtiyacını hemen her alandan saha uzmanlarına, akademisyenlere ve iş adamlarına anlatır. Bu ihtiyaç o kadar önemlidir ki, İstanbul’da yaşayanlar olarak şehre dair sorumluluğumuz ne olabilir sorusunu aslında başta İstanbul’da yaşayan herkesin kendine sorması gereklidir; çünkü ihya ve inşa süreci bir toplumun gelişebilmesinin; varolan medeniyet iddiasını sürdürebilmesindeki en büyük adımıdır.

1999 Marmara Depremi’nin sonucu, felaket bu kadar büyükse biz neler yapabiliriz sorusunu herkesin sormasını icap ettirmiştir. Cansever, arayışı süresince “Ne yapılabilir” sorusuna, sağlamlaştırma cevabını alır ama sağlamlaştırma cevabının hem masraflı hem de projenin garantisinin olmadığını da bilincindedir. Bunun üzerine yeni bir lokal oturum alanları kurup en riskli bölgelerin oraya taşınması fikri kabul görür. 2001 yılında yazılan pilot bir şehir uygulama raporu 2002’de basılır. 2002’den vefatına 2009’a kadar da bir milyonluk şehir kurmada 25 milyonluk yerleşkelerin nasıl yapılacağına dair çalışmalar yapar Cansever hoca, kendisini bir nevi ihya ve inşa sürecinin içinde bulur. Cansever’e göre ihya ve inşa sürecinde mimari standartların oluşturulması önceliklidir. Bu standartlar güzel üzerinden yapılmalı ve güzele herkes kolayca ulaşmalıdır. Dolayısıyla şehrin varoşlarının da, orta sınıfının ve üst sınıfının da hep birlikte içinde bulunduğu, mekânsal ayrışmanın yaşanmayacağı, tabir-i caizse fakirin de zenginin de benzer kodlar üzerinden bir yaşam alanında bulunacağı bir tahayyül ön plana çıkar. Böylece tıpkı Osmanlı’daki algı gibi -fetihten sonra alınan şehirlerde başlatılan ihya ve inşa süreçleri gibi- çok dinli, çok kültürlü insanların bir arada güven içinde yaşadığı mülkiyet ve dağılım adaletle sağlanacaktır.

Osmanlı dönemindeki mimarlar, fetihten sonra şehirde tevarüs ve süreklilik üzerine bir inşaya girişir. Kadı ve Subaşı tayininden sonra fethedilen bölgenin, insan, kültür, dini vb. kaynaklarının sayımları yapılır ve tahrir defterlerine kaydedilir. Tevarüs ve sonrasında Osmanlılaştırma Süreci başlar. Osmanlı şehirlerine bakıldığında bu yönüyle bir kademeleştirme düzeni vardır. Popülasyon bir yerde toplanmaz şehre dağıtılır. Bursa üzerinden örneklendirmek istersek: İlk, Kaleiçi ve Orhangazi yerleşime açılırken, akabinde sürece Hüdavendigar bölgesi dâhil edilir. Böylece merkezin yoğunluğu azaltılır. Kademelendirme Turgut Cansever hocanın da önemsediği bir düzenlemedir. Nitekim hayata geçmese de Zeytinburnu yerleşkesini Başakşehir’e taşıyacak projesinde de, Ankara Balışeyh projesinde de bu açıkça görülür.

Cansever, hem teoride hem pratikte arayışlarında yalnız bir mimar olarak kalsa da, hayatı boyunca hep güzel şehrin esaslarını aradı. Güzeli talebin, toplum tarafından olması gerektiğini düşünen Cansever, hayatı boyunca güzelin içindeki nisbeti ve dengeyi şehirlere nasıl tatbik edeceğini araştırdı. Tıpkı Platon’un “İnsanın en büyük hikmeti şehir kurma hikmetidir” ideali gibi… Umarım Cansever’i takip eden bizler, şehir inşa etmenin hikmetini kavrar ve hem kendimiz hem de gelecek kuşaklar için bu güzel ideali gerçekleştirebiliriz.

Yunus Emre Tozal
twitter.com/yunusemretozal
* Bu yazı daha evvel Arka Kapak dergisinin 7. sayısında yayımlanmıştır.