Tirende Bir Keman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tirende Bir Keman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2021 Salı

Müzisyen bir ailenin kederli ömür yolculuğu

Mustafa Kutlu, bir konuşmasında şöyle diyor: “Kahvelerde geçti benim ömrüm. Yazdığım, okuduğum her şeyi kahvelerde yazdım. Fon müziği gibi gelirdi bana. Konsantrasyon çok fazlaydı. Hem yazarken hem okurken hiç etkilenmezdim. Bana çok iyi gelirdi yani. Bu geçen dönem içerisinde bu insanlarla, her türlü insanlarla ama her türlü insanla içli dışlı olmam bana çok büyük bir kütüphaneler dolusu bir tecrübe kazandırdı, bilgi kazandırdı. Ben Türk insanını tanıyorum. Biz de bir sürü yalnızlık romanları falan filan yazılıyor. Yalnızım, çok yalnızım, çok kötüyüm, durumlar ne olacak falan diye. Yok böyle bir şey yani. Yalnızlık Allah’a mahsus. Biz, bizim kültürümüz yalnızlığa izin vermez. Kitaplarımın sevilmesinin, tutulmasının, çok okunmasının bir tek sebebi vardır. O da samimi olmaktır...

Evet, samimi olmak belki de bir okuyucuyu yazara daha çok yakınlaştırıyor hele ki okuduğu bir hikayede kendi hikayesini buluyorsa kişi, o eseri daha çok benimsiyor, sahipleniyor...

Mustafa Kutlu’nun hikayelerinde tam bu benimseme ve sahiplenme var. Nitekim okuyucu, içinde kalan ve bir türlü dile getiremediği duygularını hikayelerde buldukça derin ve uzun bir yolculuğa çıkıyor.

Hani Mustafa Kutlu, bir röportajında “Hikayelerimde de sinematografik bir anlatım vardır. Hemen hepsi film yapılabilir kitaplardır...” diyor ya işte okuyucu bu sinematografik anlatımla hem gözünde hikayeyi canlandırıyor hem de kendi duygularını içten içe yaşıyor.

Misal ben, Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı hikayesinde bunu çok yaşamıştım ve Tirende Bir Keman hikayesinde de... Tirende Bir Keman demişken bu güzel kitaba da değinmek isterim.

Kemancı Kenan, Cibali’de tanınmış bir kemani ustasıdır. Babasından, kendine kalan musikişinaslıkla hayatını devam ettirir. Fakat bir gün meşhur bir sanatçı olma hayalindeki Semiramis’le çalıştığı gazinoda tanışır. Ve ona kendi evinde müzik eğitimi vermeye başlar ama gel zaman git zaman Kenan, Semiramis’e aşık olur. Semiramis de Kenan’a...

Bir gün musiki dersinden sonra kısa bir gezi yapmak için sandala binerler ve Kenan, Semiramis’e evlenme teklifi eder. Semiramis de sevinçle teklifi kabul eder ve ikili kısa bir sürece içinde evlenir. Sadullah adında bir evlatları olur. Fakat Semiramis bu ismi çok alaturka bulduğu için oğluna “Sado” der ve Sadullah da hikaye boyunca hep bu isimle anılır.

Geçen bu zaman içinde ise Semiramis, gazinoda şöhretini daha da artırır ve Ali Rıza Bey bu durumdan çok memnun olur, Semiramis’e yakın olmaya başlar. Semiramis ise bu yakınlıktan ve aldığı hediyelerden hoşnut olarak eşinden ve oğlundan git gide uzaklaşır. Yaşadıkları tartışmalar üzerine de eşini ve oğlunu terk eder. Bu üzüntüye dayanamayan Kenan ise oğlunu da alıp İzmir’e gider. Eski arkadaşı Mehtap’ın evinde yaşamaya başlar. Bir gazinoda iş bularak geçimini sağlar fakat bir gün iki adamla kavga etmesiyle işten atılır. Ve tekrar oğluyla birlikte yollara düşer...

Şehir şehir gezip Adana’ya varırlar ve Kenan, Cellat Ali adında bir adamın meyhanesinde çalışmaya başlar. Sadullah ile de Sabire Nine ve Halim Baba’nın evlerinin yanındaki küçük kulübeye yerleşirler. Burada her şey güzel geçer, azla yetinerek hayatlarına devam ederler.

Fakat hayat bu ya birden her şey iyiyken kötüye döner. Kenan, içinde öyle olur ve çalıştığı meyhanenin yandığını öğrenerek yaşadığı yeri terk edip trende kemancılık yapmaya karar verir.

Yaptığı bu işten iyi para kazanır ama giderek yaşlandığından ve sesi bozulduğundan oğlunu yanına alır. Haydarpaşa - Kars arasında gidip gelirler.

Tabii bu sırada Mustafa Kutlu, trendeki diğer yolcuların hikayelerine de kısa kısa yer verir. Kenan ise davet edildiği çilingir sofrasına katılır ve oğluyla birlikte müziğini yapmaya başlar fakat bir süre sonra adamlarla tartışmaya girer ve bu tartışmanın sonucunda kafasını çarparak can verir.

Adamlar Kenan’ı, Sadullah’ı trenden soğuk karların üzerine atarak yollarına devam ederler. Sadullah ise geçirdiği şokla gelen bir trene binerek kasabaya tekrar döner. Sabire Ninesiyle üzüntüsünü yaşarken babasının cenazesini kaldırır ve hayatına Halim Baba’dan kalan dükkanı işleterek devam eder. Nihayet askere gidip geldikten sonra düğünlerde keman çalmaya başlar ve gittiği düğünlerin birisinde Şefika’yı görüp aşık olur. Kısa bir zaman içinde de sevdiği kıza evlenme teklifi edip mutlu bir yuva kurar. Fakat yine başlarına gelen kötü bir olay sebebiyle mutluluklarına gölge düşer. Nitekim Şefika’yı eşkıyalar kaçırır. Sadullah ise eşini bulmak için trene binip şehir şehir dolaşır. Öyle ki bindiği bir trende eşini bulur ve kavgaya tutuştuğu adamlarla mücadele ederken Şefika vurularak ölür. Kader bu ya, yaşan o kederli an tekrar hüzünle meydana gelir ve Sadullah, eşiyle birlikte trenden aşağı atılır... Keman kutusu ise yavaş yavaş kar ile kaplanır...

Bu yazdıklarım hikâyenin küçük bir özetiydi ama siz kitabı okumaya başladıktan sonra kalbiniz hemen özümseyecek ve eski bir Türk filmi izlemiş gibi tat alacaksınız...

Kitapta en sevdiğim birkaç alıntı:

"Evet o yıllarda hâlâ gurbet vardı. Telefon yoktu ama mektup vardı. Selamın bir değeri vardı."

"Günler hep böyle geçecek, güneş hiç batmayacak, neşe de keder de hep aynı kalacak sanırız. İnsanoğlu aldanıştadır. Güneş batar, yağmur kesilir, kuşlar yuvalarına çekilir. Hiç ummadığın anda bir dalga gelip kayığı devirir."

"Kaderde ne varsa etme merak."
Uyma kendi nefsine Hakk’ın emrine bak.
"

Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_

30 Ocak 2015 Cuma

Hayatın her ânı bir musiki makamı

"Keman mıdır yay mıdır, güneş midir ay mıdır
Zülfüne bendolmuşam, ayrılmak kolay mıdır."

- Urfa Türküsü 

"Ayrılık ateşten bir ok, nazlı yardan hiç haber yok
Benim derdim herkesten çok, ben nasıl yanmayam dağlar."

- Hicâz Şarkı

Her yıl yazdığı yeni bir hikâyeyle okuyucuyu bambaşka yolculuklara çıkaran edebiyatımızın usta kalemi Mustafa Kutlu; bu kez musikişinas bir baba-oğulun hikâyesini aktarıyor. Tiren'de Bir Keman, yarım saatlik fasıl gibi.

Klasik Türk Müziği'nden onlarca eseri konuk eden hikâye, yer yer hüzünlendiriyor, yer yer coşturuyor, kimi zaman güldürüyor, kimi zaman da ağlatıyor. Zaten gerek klasik eserlerimiz gerek türkülerimiz bu toprakların yaşam öyküsünü, yani bizlerin hayatını yalın bir biçimde anlatır durur asırlardır. Mesela bir Erzincan türküsü "Gurbet elde bir hâl geldi başıma / ağlama gözlerim Mevlâ kerîmdir" der, beri yanda Şükrü Tunar'ın hüzzam bestesi "Gurbet elde her akşam battı bağrımda güneş / yâre giden yollarda hasret oldu bana eş" çıkıverir, gurbeti de hasreti de kemanın tellerinden aynı trene kor.

Ademoğlu bir sabaha kaderin sillesiyle uyanıverir, akşamına varmadan da neşvesiyle tanışır. Ömür böyledir. Bu yüzden "Kaderde ne varsa etme merak / uyma kendi nefsine Hakk'ın emrine bırak / altundan ağacın olsa zümrütten yaprak, akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak" buyrulmuş. Ama işte dedik ya ademoğlunu da anca kara toprak doyuruyor, düşüyor kaderinin peşine. Hani denmiş ya "Kediyi merak öldürüyor" diye, aslında insanı da öyle. Neyi merak ediyorsun? Neyi merak ettiğini bile aslında bilmiyorsun.

Kemanî Kenan ile oğlu Sadullah'ın birbirine benzer, kederli ve ibret verici ama her şeye rağmen de notaları vesilesiyle lezzetli hayatını okuyoruz Tiren'de Bir Keman'da. Ne lezzet ne lezzet. Mustafa Kutlu bu, hiç olmadık bir sayfada okuyucuyu kuru ekmek yenen sofraya oturtur, bir sonraki sayfada da trenin içine kondurur. Ama her nerede olursa olunsun hep bir keman sesi vardır arkada.

"Ne demiş şarkı "Ben seni unutmak için sevmedim". Sadullah ara sıra annesini soruyor. Kenan onu kucaklayıp pencereye götürüyor. Ordan görünen ıhlamurun dallarında birbirlerine sokulmuş kumruları gösteriyor.
- Annen gelecek oğlum. Kuşlar öyle diyor.
- Ama kuşlar ku, ku diyor.
- İşte o, annen gelecek üzülme demek."


Kenan, büyük aşkı Semiramis'i sanat dünyasına hazırlarken başına gelecekleri de biliyor aslında. Sahnelerin büyülü dünyası Semiramis'i kanatları altına alıveriyor, o da uçuyor. Patron Ali Rıza'nın "Bir kuş tuttuk, kafese koyduk. Öterse iyi düdük" dediği Semiramis öyle bir ötüyor ki, Kenan bir başına kalıyor hayat kafesinde oğluyla birlikte. Naime Hanım'a tutunuyor bazen de.

"Bir gün Kenan sanki içine doğmuş gibi meyhaneye değil eve gitti. Evin önünde bir kalabalık. O ân içinde bir tel koptu. Bir şarkı çıkıverdi: "Görmedim ömrümün âsude geçen bir demini". Annem mi, oğlum mu, diye endişelendi. Feleğin oku Naime Hanım'a isabet etmiş. Tarhana çorbasını ocaktan indirirken aniden düşüvermiş, tencere bir yana kendi bir yana. Kalp krizi... Hayat bu işte. Çorbayı pişirirsin ama içmek nasip olmaz."

Derken Kenan karar veriyor, kaderinin peşinde düşüveriyor. Hani yazar "Ya tahammül ya sefer" demiş ya, o da seferi tercih edenlerden. Oğlu Sadullah'la memleketi geziyor. Kah ekmek parası için, kah derun sevdasını unutabilmek için. Kenan bu, musiki biliyor. Az çok isim de yapmış. Gittiği yerde boş durmuyor, başından bela da eksik olmuyor. Derken yarasını gömüyor, yeni bir aşk bile buluyor. Sadullah ise her gün birine emanet büyüyor. Ama o da kemanı öğreniyor, sesi de var. Babasının emanetini hakkıyla taşıyor. Ama hayat onu pek taşıyamıyor, yalnız kaldığı zamanlarda ona hüzzam, uşşak, segâh, hicâz eşlik ediyor. Tıpkı babası gibi.

"Babasının buruşuk pardösüsünü duvara asmıştı. Ceket, pantolon ve iç çamaşırlarını Sabır Ana bir fakire vermişti. Ayakkabıları giyilecek gibi değildi, altı delinmiş, attılar. Demiryolcuların hatırası bir köstekli demiryolcu cep saati. Onu da pardösünün yanına asmıştı. Bir dörtgen kol saati. Nacar marka. Onu da cep saatinin yanına. Anası-babası-kendisi görünen o yıpranmış fotoğrafı da kol saatinin yanına asmıştı. Cüzdandan birkaç yüz lira çıkmıştı. Bu da Sado'nun okul masrafı. İşte Kenan'dan kalanların tamamı bu kadar. Ve elbette yılların kemanı."

Babasızlığın, fukaralığın, kemanın ve kaderin Sadullah'ı götürdüğü hikâye ise ne tuhaftı. Yürek burkan, can acıtan, bazen nağmelerle hüzne bulandıran. Araya ufak tefek neşelerin ve keyiflerin girdiği. Yine hayat gibi.

Kar keman kutusunun üzerini ağır ağır kaparken, yani kitap biterken aklıma düşen şarkı çalmaya el'an devam ediyor. Güfte Ömer Bedrettin Uşaklı'ya, beste Kaptanzade Ali Rıza Bey'e ait. Hicâzdır, akılda kalır: "Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına / ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına."

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler