Suzan Defter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suzan Defter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2021 Cumartesi

Tatlı gelen acılar

Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı.

Taze, demli bir çayın insanın dilinin ortasında bıraktığı tatlı bir acılık vardır ya hani, işte bazı kitaplar da dimağımızda öyle bir iz bırakıyor. Suzan Defter, benim için öyle bir kitap oldu. İnsan gönlünün kaybettiklerini kabullenemeyişi, geçmişte yaşayışı, ezilmişlik duygusu, unutmak ve unutulmak, bazen unutamamak.. Ayrılığın insan dimağında yarattığı tartışılmaz acı.. İnsan ve insana mahsus halleri, muazzam bir şekilde kaleme almış Ayfer Tunç.

Suzan Defter’de, vuslatla bitmemiş acıklı bir aşk hikayesi, gözlerimizin dolmasına sebep olacak melankolik bir üslupla anlatılmış. Kitap, iki farklı kişiye ait günlükler üzerinden ilerliyor. Kitabın sol sayfaları, Ekmel Bey’in günlüğünden, sağ sayfaları ise Derya’nın günlüğünden oluşuyor. Günlüklerde, esasen Ekmel ve Derya’nın mazileri ve bu mazilerin zihnî ve kalbî olarak bugüne etkisi hikaye ediliyor. Kitaba ince işlenmiş bir yalnızlık ve anlaşılmama duygusu hakim. Ekmel’in sırf eve gelen giden olsun diye evini satılığa çıkarması, kuşkusuz kitabın en etkileyici olaylarından biri. Keza Derya ve Ekmel’in yolları bu satılık ev ilanı sayesinde kesişiyor. İnsanın yalnızlığa, kendini ifade edememeye tahammül etmesinin ne kadar güç olduğunu kurguya muazzam bir şekilde yedirerek okura sunmuş Ayfer Tunç.

Kitapta günlüklerini okuduğumuz Ekmel ve Derya karakterlerinin birbirine benzeyen geçmişleri olduğu dikkat çekiyor. Derya’nın annesi, babası tarafından aldatılmış bir kadın, Ekmel’in babası ise annesi tarafından sevilmemiş. İki karakterin de hayatlarında bir sevgi eksikliği görülüyor. Genellikle kız çocuklarının kadın olarak annelerini ve erkek çocuklarının erkek olarak babalarını kendilerine idol seçtikleri görülür. Suzan Defter’de cinsiyet olarak bu iki karakterin de, hayatlarında rol model aldığı şahıslardan yaralı olduğunu söylemek mümkün. Ekmel ve Derya’nın birbirini anlamasında, benzer geçmişlerden geliyor olmaları oldukça etkili oluyor. Kitaba adını veren Suzan karakteri ise, Derya’nın abisinin, onu on beş yıl boyunca bekleyen sevgilisi. Derya, Suzan’ı abisinden daha çok sahipleniyor. Suzan’ın abisini sevişinde gerçek olan, aradığı sevgiyi görmesi, Suzan’a olan bakışının önemli bir kısmını oluşturuyor. Bu sebeple de Ekmel’e kendini Suzan adıyla tanıtıyor.

Suzan ile Derya’nın abisi arasında geçen, oldukça dramatik ve üzücü bir aşk. Derya’nın abisi, 12 Eylül olaylarına karışmış ve polis tarafından aranan birisi olduğundan Suzan’ın annesi kızı için endişeleniyor. Ancak Suzan, aşkından vazgeçmiyor. Sevgilisiyle mektuplaşmaya devam ediyor. Bu sırada Derya ile görüşüyor. Bir süre sonra, Derya’ya gelen mektuplar tek tük de olsa devam ederken, Suzan’a gelen mektupların ardı kesiliyor. Derya’nın abisi, Suzan’ın aşkı karşısında çaresiz düşüyor, eziliyor ve bu aşkı kaldıramıyor. Ancak bu aşk hikayesinde kucağında bir kucak dolusu korla kalan bir tek Suzan olmuyor. Derya da abisinin acıklı aşkından nasibini alıyor, yıllar sonra yeğenleri bile olmasına rağmen Suzan’ın hatırasını içinden atamıyor.

Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.
İyi ya boş değildi kucağım.
Ama yandınız, kül oldunuz.
Ama vardım, kül bunun kanıtı.

Suzan Defter’de aşkı, aşkın izlerini, gerçek aşkın, sonunda vuslat olmasa bile unutulmadığını, acının nasıl tatlı olabildiğini okuyacaksınız. İnsanın, öldürücü görülen bütün acılara rağmen nasıl yine de yaşayabildiğini.. Suzan Defter’i okuyacak olan herkesin, bu güzel kitabı keyifle okumasını diliyorum.

Nidâ Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

19 Kasım 2019 Salı

Özgün tekniğiyle bir Ayfer Tunç romanı: Suzan Defter

Suzan Defter, Ayfer Tunç’un daha önce yayımladığı Taş Kağıt Makas adlı hikaye kitabının içerisinde de yer alan ve Can Yayınları tarafından 2011 yılında mini roman olarak basılıp okura sunulan bir kitap. Hemen hemen her okur daha kitabın ilk sayfalarını çevirirken kitapta bir basım hatası olduğu yanılgısına kapılıyor. Zira Ayfer Tunç, son derece özgün ve deneysel bir teknikle kurgulayıp sürdürüyor romanını. Şöyle ki:

Eser aynı günlerde tutulmuş iki farklı kişinin günlükleri üzerinden ilerliyor. Bu nedenle de cümle yapılarına kahraman bakış açılı anlatım tarzının egemen olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Sol tarafta Ekmel Bey’in, sağ tarafta ise Derya’nın günlüklerini bulabiliyorsunuz. Daha önce böyle bir teknikle karşılaşmamış okurlar ilk sayfalarda oldukça güçlük çekseler de zamanla kurgunun kuvvetine kendilerini teslim edebiliyorlar. Küreselleşmenin boğduğu modern insanın, kent içindeki derin yalnızlığı ve bunalımı eserin genel atmosferine epey hâkim görünüyor.

Ekmel Bey avukatlık yapmak suretiyle geçimini sağlarken eşinden ayrılmış ve geniş bir evde tek başınalığa mahkûm olmuş. Satmayı ise hiç mi hiç düşünmediği bu evi için satılık ilanı verip, eve talip olan müşterilerle bir dizi ilişkiler geliştirmeyi amaçlıyor. Öte yandan Derya’nın günlüğünde de son derece trajik ve bohem bir başka kurgu hızla akmaktadır. Derya annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, babası ise bir başka kadınla evlenmiş, ilgisiz bir karakter olarak okurun karşısına çıkıyor. Derya’nın abisi de komünist olması nedeniyle babası tarafından reddediliyor. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin ağır zulüm ve işkencelerine bizzat yaşayarak şahitlik ediyor.

Günlüklerde kullanılan dilin sahiciliği ve şiirselliği romanın en ustalıklı tarafı gibi. Şiirsellik derken aynı zamanda kusursuz ritmi ve akışı da kast ediyorum elbette:

Yıllar boyu yanmaktansa için için, boş odalarla dolu bir evde boşluk büyütmektense, ipin üstünde yürümekten başka nedir bir hayat?

O anlayabilecek, ben anlatabilecek olsaydım, benim gibi adamların cenneti olurdu dünya.

Güzel olacağından emin olduğumuz günler gelip bizi bulmadı. Ama korkma, sırrını vermem evinin odalarına.

Sahte bir lirizm kurguya hiç yaklaşamamış desek pek de yanılmış olmayız. Eserin arka planında klişe anlatı ve temalar da yok değil. Sözgelimi Suzan, Derya’nın siyasi suçlu abisine âşıktır ve yıllarca onun hapisten çıkmasını bekler, yolunu gözler. Gerek roman sanatında gerekse sinemada aşığın bekleyişi dönem dönem işlenerek sıradanlaşmışsa da Ayfer Tunç yepyeni bir söyleyişi yakalamayı bilmiştir.

Yer yer acıya çalan ironik ifadeler, okuru ansızın hüzünlü bir gülümsemeye götürebiliyor. Derya, evlilik hayalleri kurduğu Cihan’ın başkasıyla evlendiğini telefonla öğrendiğinde şunları yazar günlüğüne:

Bu kaçıncı be Cihan? Ne zaman arasam evleniyorsun.

İki ayrı günlük, iki ayrı karakter ve dolayısıyla da iki hayat bir noktada kesişip sıkı bir düğüm atılınca kurgunun zekâsına bir anda hayran kalıyorsunuz. Ayfer Tunç, Derya’yı Ekmel’e müşteri olarak gönderince okurun merak duygusu epey yoğunlaşıyor. İki karakter de bu rastlaşmadan itibaren birbirlerine tutulmuş birer ayna işlevi görüyor. Derya da Ekmel Bey de kendileriyle hesaplaşmanın ve içsel bazı sorgulamaların izini sürme fırsatı elde ediyor böylelikle.

Suzan Defter romanı, tematik esnetilebilirliği ve çeşitliliği itibarıyla da dikkat çekici görünüyor. Her ne kadar ruhun yalnızlığı ve melankoli hissi gibi bireysel konular yoğun gibi görünse de, dönemin siyasi havası da esere yediriliyor, toplumun aşkı ele alış biçimi üzerinden sosyolojik bazı eleştiri ve yaklaşımlar da sunuluyor: “Sokakların kanlı olduğu zamanlarda, eski usul bir aşk yaşıyorduk,” dedi, “insanlar aşka hala ayıplayan gözlerle baktığı için, aşkımızı belli etmemeye çalışmaktan yorgun düşerdik. O kadar az bir araya gelebiliyorduk ki, önceliği daima aşka veriyorduk. Tam aşkı tatmıştık, ihtilal oldu. Sokaklarda artık ne inanca ne de aşka yer vardı.

Remzi Köpüklü
twitter.com/remzikopuklu

26 Nisan 2012 Perşembe

Gerçek aşk, gelip geçici bir duygu değildir


"-Ama sonunda kaybeden siz olmuşsunuz.
-Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?
-Ama kucağında bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.
-İyi ya, boş değil kucağım.
-Ama yandınız, kül oldunuz.
-Ama vardım, kül bunun kanıtı.”

Bir aşk insanı ne kadar yakar? Ne kadar uzun sürer acısı? Aslında unutmak diye bir şey yok, hepimiz öyle olduğuna inanıyoruz o kadar. Ayfer Tunç, "Suzan Defter" de unutulmayan bir aşkı iki farklı günlük sunarak anlatıyor. Bir tarafta hayatının saman çöpü kadar değeri olmadığına inanan bir adam, diğer tarafta “üç kişilik bir aşk hikâyesi.

Tarihler aynı, anlatıcılar farklı. Kitabın sol sayfalarında hayatı yaşayamamış, aşkın gölgesinden bile geçememiş bir adamın, sağ sayfalarında ise dahil olan herkesi yakıp kavurmuş bir aşkın mahremine giriyorsunuz.

Aşkı yaşayıp her gün acısıyla nefes almak mı daha kötü, yoksa saman çöpü değerinde bir hayat yaşayıp kucağı bomboş olarak zamanın geçmesini beklemek mi?

Ayfer Tunç “Hikâyeye gerçek kadar üzülmemiz gerekmez, inansak bile.” dese de Suzan’ın aşkının hepinizin içini en az kitabın kahramanları kadar yakacağına eminim.

Bazen hayatta hiçbir şey olmaz, ama yine de bir yanınız mutsuzdur, ağlamak içinizi boşaltmak istersiniz. Bu aralar tam da bu ruh halindeyim, ağlayarak rahatlamak istiyorum diyorsanız tek ihtiyacınız olan şey Suzan Defter. Kim bilir belki de böylesine bir aşka tanık olmak sizin unutamadıklarınızın acısını da dindirir, çünkü bazen yüzleşmek en etkili unutma biçimidir.

Not: Kitap okurken sürprizlerden hoşlananlardansanız kitabın önce sol sayfalarını sonra sağdakileri okumanızı öneririm.

Ümran Kio