Shems Friedlander etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Shems Friedlander etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2023 Pazartesi

Boston'dan Karagümrük'e bir sufinin hayatı

“Hz. Ebu Bekir neden Müslüman olduysa ben de o yüzden Müslüman oldum.”
- Shems Friedlander

Şüphesiz insan halifetullahtır. Bununla beraber “insan”ın ne olduğunu ya da kim olduğunu doğru tarif etmek gerekir. Büyükler “Hz. İnsan” buyurmuşlar. Şeyh Galip, “Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen” diyerek bu “Hz. İnsan”a işaret eder. Cenab-ı Hakk, Hz. Adem’in yaratılışıyla ilgili olarak ona kendi ruhundan üflediğini buyuruyor. Bu ifade insanın halifetullah oluşunun da kanıtıdır. Hilafet, makamın aslı değildir; sadece temsilidir. Hilafet yetkisini veren makam, temsil şartlarını ve şekillerini de belirler. Hilafete layık görmediği kişiden de hilafet yetkisini alır. İnsanın hangi şartlarda ve şekillerde Allah’ın halifesi olacağı da İlahî nizamla belirlenmiştir. Allah’ın esması yarattıkları içinde en çok insanda tecelli eder. Hilafet de bu tecellilerle gerçekleşir. İnsan, kendisine emanet olarak verilen bu salahiyeti kendinden bildiği müddetçe ziyandadır ve kendisine zulmetmektedir. “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir. Böyle yaptı ki Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları cezalandırsın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul buyursun. Allah çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.” ayetleri de bu emanetin şartlarını ifade eder.

Bir kutsi hadiste, “Ben gizli bir hazineydim, bilinmekliği sevdim ve mahlukatı yarattım.” buyruluyor. Bu hadis bize insanın varoluş gayesinin “Allah’ı bilmek” olduğunu söylüyor. Allah’ı beş duyu organımız vasıtasıyla bilmek mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı iman etmenin bir önemi kalmazdı. Allah’ın varlığı akıl yoluyla bilinmekle birlikte Allah’ı yakinen bilmek aşkla mümkün olur. Bundan sebep Cenab-ı Hakk, “Müminler Allah’ı şiddetle severler” buyuruyor. Merhum Ömer Tuğrul İnançer hocamız buradaki “şiddetle sevmek”ten kastın “aşk” olduğunu ifade etmiştir. Allah’ı beden gözümüzle görmek, kulağımızla duymak mümkün olamayacağına göre ona duyulacak aşkın başka bir biçimde ifade edilmesi gerekir.

Memleketten, sevdiklerimizden bize haber getiren kişiyi baş tacı ederiz. Baş köşeye oturtur, muhabbetle muamele ederiz. Memleketimizi, sevdiklerimizi ne kadar sevdiğimizi ve özlediğimizi bu kişiye göstereceğimiz hürmetten anlayabiliriz. Memleketten gelen kişi, eli boş gelmemiştir elbette. Selam kelamdan başka memleketten geldiğine kanıt olarak memleketin yiyeceğinden, giyeceğinden de getirir. Büyük şehire geldikten sonra memleketini unutmayan adam, memleketten kendisine selam getiren kişiye sırt çevirmez. Cenab-ı Hakk, aslî yurdumuzdan peygamberleri vasıtasıyla gurbet yurdu olan dünyaya selam göndermiş ve mucizelerini de birer azık torbası niyetiyle yanlarına vermiştir. Sadece peygamberlerini göndermekle de kalmamış bazı seçkin kullarına bu gurbet yurdunda kendi varlığını bildirmiş ve onlara katından rahmet vermiştir. Kulun Allah’ı bilmesi yani Allah’ı sevmesi Allah dostları aracılığıyla Hz. Muhammed’i (sav) sevmesine bağlıdır. Bezmiâlem Valide Sultan’ın mührüne kazınmış olan “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl / Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl” dizeleri Muhammedî muhabbetin ehemmiyetini vurguluyor.

Shems Friedlander ya da dostlarının tabiriyle Şems Baba, otobiyografi özelliği gösteren Kış Hasadı kitabında arayışlarla dolu bir ömrün sonunda İlahi huzuru bulmuş bir insanın manevi kazanımlarını paylaşıyor okuyucuyla. Zen üstadları, Swamiler, Gurdjieffçiler, Gurular, Yoga üstadları ve pek çok ruhsal yolculuğun ardından İslam’la ve tasavvufla kesişiyor yolu. Muzaffer Ozak Efendi, Şems Baba’nın ruhsal yolculuğunu kemale erdiriyor. Muzaffer Efendi, Şems Baba’yı tarif ederken “…yüzü güzel, sözü güzel, mütebessim, latif, vakur bir insan.” ifadelerini kullanırken Şems Baba, hayatını ve manevi yolculuğunu şu sözlerle özetliyor: “Başkalarının halinden ibret almayanlar başkalarına ibret olurlar.” Müslüman oluşunun nedenini ise “Hz. Ebu Bekir neden Müslüman olduysa ben de o yüzden Müslüman oldum.” sözleriyle açıklıyor. Bu sözlerden onun ne denli bir hakikat arayıcısı ve Hz. Muhammed’e (sav) ne büyük bir aşkla bağlı olduğunu anlayabiliyoruz.

Şems Baba, Muzaffer Efendi’yle tanışmalarını şu sözlerle anlatıyor: “Hazret’i selamlıyorum, o da beni selamlıyor ve işte ne oluyorsa orada olup bitiyor.” Bu sözler ilk başta çok makul görünmese de İlahi sırrın taşınması ve aktarılmasında nazarın ne denli önemli olduğu düşünülürse bu iki nazarda karşılıklı bir tanışıklık oluştuğu anlaşılıyor. Şems Baba, henüz 12 yaşındayken Hafız’ın “Ayakkabılarım yok diye üzülüyordum. Ayakları olmayan bir adamla karşılaşana dek.” dizelerini okuyor ve tasavvuf fikriyle ilk olarak bu dizeler aracılığıyla tanıştığını belirtiyor. Hayat yolculuğundan bahsettiği bir bölümde şunları söylüyor: “Hayatım boyunca kontrolümün dışında bir istikamete doğru yönlendirildim. Bir şeyler arıyordum, dahası aradıklarımın bana sunulandan farklı şeyler olduğunu biliyordum, ama hâlâ dünyaya raptolmuş bir haldeydim.” Bu yolda kim ki “Oldum!” derse o kişi hamdır.

Kitapta Muzaffer Efendi ve Safer Dal Efendi ile anılarına ve bu zâtların sohbetlerine de sıkça yer veriyor Şems Baba. Muzaffer Efendi, bir sohbetlerinde yol arkadaşlığına işaret ediyor. Muzaffer Efendi bir sohbetinde, “İnsan asla yalnız seyahat etmemeli ne maddi ne manevi âlemde… Yol refikini seçerken de dikkatli olmalısın. Rastgele insanlar seyahat ederken imtihan kolaydır… Daha yüksek seviyelerde imtihan ağırlaşır. Refikin güldüğünde gülmeli, ağladığında ağlamalısın. Bir acı varsa o acı paylaşılmalıdır.” buyuruyor. Bu ifadeleri okurken Hz. Muhammed’in (sav) hicret arkadaşı Hz. Ebu Bekir’i ve Miraç esnasında kendisine bir süre eşlik eden Cebrail Aleyhisselam’ı ve Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın yolculuğunu düşünmeden edemiyorsunuz. Bir başka sohbetinde Muzaffer Efendi, ayının arı sokmasına aldırmadan bala olan aşkından elini kovana daldırmaya devam ettiğini belirterek aşkın her türlü cefaya rağmen rıza makamında yaşanabileceğini belirtmiş oluyor.

Tasavvufa dair şöyle bir ifade kullanıyor Şems Baba: “Kibri saflık ve samimiyetle, zulmü adaletle, dünya sevgisini muhabbetullahla değiştirebilir miyiz? İşte tasavvuf bu dönüşümler için vardır. Kolay iş değildir.” Bir başka yerde Peygamber Efendimiz’in (sav) tasavvufun özü mahiyetindeki şu hadisine yer veriyor: “Namaz için kıyam ettiğinde onu son namazınmış gibi kıl. Yarın özür dilemek zorunda kalacağın hiçbir söz söyleme, insanların ellerinde bulunanları elde etme ümitlerinden vazgeç ve bir de dört şeye riayet et; emanetleri muhafaza et, konuştuğunda doğru konuş, güzel ahlak üzere ol ve yerken içerken ve hayatını sürdürürken itidal üzere olup orta yolu tut.” Yine Safer Efendi’den naklen şunları söylüyor: “Yatsıdan sonra sessizce oturur ve günümüzü gözden geçiririz. Hâlimiz, ahvalimiz nasıldı, insanlara iyi ya da kötü nasıl muamelede bulunduk? Bunları insaf ile tefekkür ederiz ki bu bize ertesi günümüzde yardımcı olsun.” Bu ifadeler Şems Baba’nın da tasavvuf anlayışını belirtmesi bakımından önemlidir.

Ömür birazda ölümlere tanıklık etmektir. Özellikle ömrümüzün sonuna doğru sevdiklerimizin bu dünyadan göç etmelerine alışmamız gerekir. Ölmeden evvel ölmeyi başarabilenler ya da ölümü öldürebilenler elbette bu süreci de çok daha kolay atlatırlar. Şems Baba, Tosun Baba’nın (Tosun Bekir Bayraktaroğlu) vefatını anlattığı bölümde ölümle barışık bir ruh hali sunuyor gözlerimizin önüne: “Bizleri gözü yaşlı bırakıp üzüntüye gark ederek sevgili Muzaffer Efendisi, Safer Efendisi ve Kemal Babasıyla yeniden zikir halkalarına oturacağı, Allah’ın vaat buyurduğu daha hayırlı âleme giden ince yola revan oldu. Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) sarılacağı ve nurdan bir evde yaşayacağı âlem… Onu çok sevmiş olan bizler, yaşlarla nemli yüzlerimiz ve onu tanımış olmakla daha büyük bir taharete mazhar olmuş kalplerimizle kendi sıramızı bekliyor olacağız.

Kitabın sonunda Safer Efendi’den naklen bir kıssaya yer veriyor Şems Baba ve adeta kitabın adının neden Kış Hasadı olduğunu da böylece göstermiş oluyor. Ömrümüzün sonunda dahi olsa hakikati idrak etmişsek hasadımız başarılıdır. Kıssa şu şekilde, varın hissenizi siz çıkarın: “Safer Baba bana maymun nasıl yakalanır, öğretiyor: Küçük bir delik açıyorsun, içine ince boyunlu bir şişe koyup onu yemişlerle dolduruyorsun. Maymun elini sokup bir avuç yemiş alacak ama yumruğu şişeden çıkaramayacaktır. Maymun avcısı yaklaşır ve avını yakalar. Akıllı maymun elini açıp yemişleri bırakırsa kurtulacağını anlar. Özgürlük arzuları bıraktığında gelir.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

21 Mart 2017 Salı

Bir modern zaman sufisinin anıları

“ İnsan iki defa doğmadan insan olmaz… İlk önce anasından doğar, ikincisi rûhun doğumudur. İkinci doğumun ebesi mürşidlerdir.”
- Ahmed Tâhir Maraşî [k.s]

“Allah’dan başka kalbinde ne varsa, o senin putundur! Hakk’dan gayrı kalbinde ne varsa çıkar onları at dışarı! Kalbini tathîr et! Zîrâ kalb temiz olmayınca Hakk ona tecelli etmez…”
- Muzaffer Ozak [k.s]

Uzaktan bakıldığında insanlarla tecrübelerini paylaşmak için yanıp tutuşan, yakınlaştıkça gözlerinden Hakk sevdasından başka şey dökülmeyen bir karakter Shems Friedlander.

9 Muharrem 1437’de (22 Ekim 2015) ona bakarken hissettiklerim bunlardan ibaretti fakat yanına gidip selam verecek cesareti kendimde ne hikmetse pek bulamadım. Madem söze selamla başladık o vakit kitaptan hemen bir kıssayla giriş yapalım: “Umreye gitmeden evvel, İstanbul’dan bazı arkadaşları aradım ve “Abdullah Ferec’i nasıl bulacağım?” diye sordum. “Mescitte herhangi birine sor. Herkes onu tanır” dediler. Mescid-i Nebevî’ye varınca gördüm ki cemaatin çoğunluğunu bizim gibi ziyaretçiler teşkil ediyor. Oralı gördüğümüz birkaç kişiye sorduk. Kimse tanımıyordu… Bu günlerce sürdü. Birkaç kişiden oldukça çelişkili ve kafa karıştırıcı tarifler aldıktan sonra yürümeye devam ederken bir tünel inşaatının bulunduğu dört yol ağzına benzer bir yere vardık. Arkadaşıma, “Caddeden karşıya geçelim” dedim. Caddeden karşıya geçince önümüze bir tarafında uzun, ahşap bir oturağın olduğu bir bina çıktı, orada üç adam çaylarını yudumluyordu. Arkadaşımın ismi Hüseyin idi ve Arapça biliyordu. Üç adama döndü ve “Otobüs durağı nerede? dedi. Adamlardan bir tanesi bakarak, “Siz önce selamün aleyküm demez misiniz? dedi. Hüseyin, “Af buyurun, unutmuşum” dedi… Adamlara iyice yaklaştık ve ben, bize ders veren adama “İsminiz nedir, efendim?” dedim. “Ben, Ensar’ın yaşayan birkaç torunundan bir tanesiyim. İsmim de Abdullah Ferec dedi… Ben, “Elhamdülillah!” dedim ve kendisine İstanbul’daki şeyhimin ismini söyledim. “Halvetiyye, Halvetiyye! dedi ve birbirimize sarıldık… “Bu, Allah’ın muradıydı” diye girdi söze. “Selam vermeyi size Allah unutturdu ki selam verseniz, ben de selamınızı alacak ve otobüs durağının yerini söyleyecektim, siz de geçip gidecektiniz.” (sf. 131-132)

Friedlander’ın yaşamı baştan başa bir öykü gibiyken üslubu ve anlatımından da aynısını beklemek neredeyse mümkün. Okuyucu 175 sayfa olan “Toynak Sesini Duyunca Zebra Gelsin Aklına” ile hem kıssalara, hem mühim anılara, hem de Allah adamların yaşantılarından misallere doyacak. Özellikle de Muzaffer Ozak Efendinin [k.s] o harikulade nüktedan dilinden aktarılan anlatımlara… Bilenler bilir ya da arayanlar bulur diyelim, Muzaffer Ozak Efendinin birçok güzel fotoğrafını -bilhassa oğlu Nuri’yle- yakalayanlardandır Shems Friedlander.

Hayata baktığı yer, modern insanın sıkışmışlığının çarelerine yöneliktir. Birçok üniversitenin onu konuşmacı olarak davet etmesinin ve Kraliyet İslami Araştırmalar Enstitüsü (RISSC) tarafından 2012, 2013, 2014 yıllarında “En Etkili 500 Müslüman” arasında gösterilmesinin sebebi de bunlar olsa gerektir. Tasavvuf yoluna girmesi 1970’li yıllara rastlayan Friedlander’ın Amerika doğumlu bir fotoğrafçı, film yapımcısı, ressam ve yazar olduğunu da belirtmek lâzım. Fakir bunları “bir sürü yeteneği var” diye değil, “Allah gönlünü görmüş” diye tarif etmek isterim. Eğer bakmak istersen, birçok gören gözün olur. Ama fotoğraf makinesiyle, ama tuvalle, ama dolma kalemle. Yeter ki işin içinde “muhabbet” olsun.

Hayatımızda yaptığımız herhangi bir şeyi ele alalım ve onu diğer insanlara faydalı kılmanın mümkün olup olmadığını bir irdeleyelim, velev ki bu yardım, dolaylı yoldan olsun. Bir yazar olabilirsiniz ve yazdıklarınızdan onu okuyan bir kişi öylesine etkilenir ki hayatına yeni bir yön verebilir. Terzi olabilirsiniz, ama yaptığınız kıyafeti öyle bir muhabbetle dikersiniz ki onu giyen kişinin ruh hâli değişir.” (sf.30)

Yazının başında iki epigraf gördünüz. Bu epigraflardan ikincisi, Shems Friedlander’ın mürşidi Muzaffer Ozak Efendiye, ilki ise Muzaffer Ozak efendinin mürşitlerinden Ahmed Tâhir Maraşî Efendiye ait. Bu silsileyi özellikle vurgulamak istedim zira kitapta da bu yönde oldukça kıymetli aktarımlar mevcut. Bunlardan biri şöyle:

Bütün elektrik tesisatımız döşenmiş olarak bir şeyhin huzuruna geliriz. Sanki Allah bütün kabloları döşemiş ama biz şalteri bulamıyoruz. Şeyh, şalteri bulmamıza yardım eder. Hatta şalteri kaldırır. Ama ampul fazlasıyla tozlu… Işık gerçekten de dışarı sızamıyor. Fakat yine de kendimizi farklı hissederiz. Şalteri kaldırınca ampulü de biraz temizler. Bir iğne deliğinden ışık geliyor gibi olur ve farklı hissedersiniz. Bu iğne deliğinden gelen ışığı başkaları da görebilir. Bazıları yorum da yaparlar, ne kadar farklı göründüğünüze dair. Sende bir farklılık var, sanki bir ışık geliyor… Bizim işimiz ampulün geri kalanını temizlemektir.” (sf. 136)

Kitapta Muzaffer Ozak Efendinin hem Cerrahî postuna oturuşundan hem de ebedî âleme intikal edişiyle alakalı oldukça güzel anılar var. İlkiyle ilgili Shems Friedlander’ın yazdıklarından bir bölümü hemen aktarayım ki oldukça ilginçtir:

Bazen şeyh mana (rüya) yoluyla posta oturur. Şeyh Muzaffer Efendi, mana yoluyla posta geçmişti. Muzaffer Efendi’den önce postta Fahreddin Efendi vardı. Niyeti, kendi âlem-i cemale irtihal ettikten sonra yerine Muzaffer Efendi’nin posta geçmesiydi. Fakat o zaman geldiğinde tarikatta daha uzun süre bulunduklarını daha ileri mertebede olduklarını düşünen bazı kimseler vardı. Sonra, âdet olduğu üzere, istihareye yatılması kararlaştırılmış. Bir sonraki perşembe akşamı bir araya gelindiğinde daha önce şeyh olmak isteyen zat kalkmış ve “Durun!” demiş. “Ben şeyh olmakta çok ısrar ettim. Ama dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda Hz. Pir Nureddin Cerrahî’nin altın tacı, şeyhlik tacını Muzaffer Efendi’nin başına koyduğunu gördüm. Posta geçmeye hiç niyetim kalmadı ve ilk ben söyleyeyim ki başımıza taş da yağsa Muzaffer Efendi’nin posta geçmesinde yine ısrar ederim.

ABD’li psikolog ve danışman, epey ses getirmiş Duygusal Zeka adlı kitabın yazarı Daniel Goleman’ın takdimiyle açılan kitap, Nehcü’l-Belâğa’dan Hz. Ali’nin [k.v] “Oğluma Mektup” metninden uzunca bir alıntıyla son buluyor. Bu mektup, özellikle babaların oğullarına birer vasiyeti olmalı. Okunmalı, okutulmalı. Çok kısa bir bölümünü almayı fakir görev bilir:

Sevgili oğlum, her zaman şu üç şeyi aklında tut: ölümü, amellerini, ahireti. Böylece her zaman ölümle yüz yüze gelmeye hazır olursun ve ölüm seni gafil avlayamaz. Oğulcuğum, sakın hayatın bütün zevklerine batarak kirli bir hayat yaşayan dünya ehlinin aldanmaları seni sürüklemesin, kandırmasın… Dünya ehlinin havlayan köpekler ve aç vahşi hayvanlar gibi olduğunu unutma.

Son sayfada ise insanın kalbindeki bütün hüzün yükünü omuzlayan bir fotoğraf var. Bu fotoğrafı yakalayan da yine Shems Friedlander. Friedlander’ın bu fotoğrafın altına yazdığı yazısıyla okuyucu kitapla vedalaşıyor. Biz de öyle yapalım ve sondaki duaya iştirak ederek muhakkak bir fatiha okuyalım.

İleriye bakınca kalabalıktan sadece tabutun üstündeki tac-ı şerif görünüyordu. Sanki Muzaffer Efendi bütün ihtişamıyla yine bunca insana yol gösteriyor, onları peşinden sürüklüyordu. Allah ondan razı olsun…

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
* Shems Friedlander'ın Kış Hasadı adlı bir diğer kitabı hakkındaki yazımı okumak için buyurun.