Oğullar ve Rencide Ruhlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oğullar ve Rencide Ruhlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2016 Perşembe

Beş yaş felsefesi

"İnsan yüreği bir sarkaç gibidir. İstediği noktaya ulaştığı anda tüm hızıyla tam tersi tarafa doğru kaymaya başlar."

Oğullar ve Rencide Ruhlar; Hakan Günday, Hakan Bıçakçı, Emrah Serbes ve Murat Menteş güruhundan kayda değer bir yazar olan Alper Canıgüz’den okuduğum ilk roman. Anlatının sıra dışı atmosferi bir yana beş yaşında bir karaktere yüklediği yarı fantastik felsefi ögelerle oldukça ilginç bir okuma deneyimi vadediyor.

Hikayenin giriş niteliği taşıyan ilk 50 sayfasında çok bilmiş küçük karakterimiz Alper Kamu kendisini, dünyaya bakış açısını, çevre algısını ve insanlığa karşı tutumunu anlatıyor. Ama ne anlatmak! Usta felsefecilerden alıntılar mı dersiniz? Popüler kültürden vurulan koyu demler mi? Kendi, küçük zihni büyük Alper Kamu daha ilk sayfalardan ağırlığını ortaya koymaya başlıyor.

İçinde yaşadığı mahallede kurduğu hiyerarşik düzen üzerinden toplumsal yapıyı kılıçtan geçiren Alper Kamu kendisine toz kondurmayan, biraz megaloman, küfürbaz ve keskin zekalı hınzır bir karakter. “Beş yaş insanın en olgun çağıdır: sonra çürüme başlar” diyor. Takındığı her tavrı büyüklere çekinmeden savuruyor, üstelik bu tavırlar onun savunmaları olsa ve işin ucunda silahsız kalma ihtimali varsa bile. Ona göre çürümenin esası ‘kamusal’ algı olarak oluşturulan düşünme pratikleriyle yakından alakalı. Bu düşünmelerin zorlamaya, zorlamaların ise mecburi eylemlere dönüştüğü görüşünde.

"Bütün orta sınıf çalışanları gibi iş günlerini hafta sonunu bekleyerek, hafta sonunu da iş günlerini özleyerek geçiriyorlardı. Ömürlerinin son dakikasının nasıl geldiğini anlamayacaklardı bile. Sistemin zaferi."

Modern köleler üreten düzeneklerden birisinde çalışan babasını içine düştüğü çıkmazdan çekip çıkarmaya çabalarken ise bu düzeneğin işletmecisi babasının sözüm ona patronuna unutulmaz bir ders veriyor. Bu sayede hem yazar amacına ulaşıyor, hem de ana olaya eklemlenen başarılı bir yan olay yaratılmış oluyor.

Kitabın ana olayı demişken: "CİNAYET"

Küçük filozof Alper Kamu uzun mücadeleler neticesinde anne ve babasını anaokulunun kendisine hiçbir faydası dokunmadığına inandırmayı başarmış günlerini evde kitap okuyup, televizyon izleyerek, sokaktaki çetesiyle takılarak mutlu mesut geçirmeye başlamışken bir anda şahit olduğu bir cinayet vakası onu hiç de kolay altından kalkamayacağı bir olaylar yığınının içine çekiyor.

"Oturur vaziyette sağ tarafımdaki pencerenin perdesini aralayarak dışarı baktım. Bunu hemen her gece yaparım aslında. Sanki pencerenin öbür yanında Tanrı'yı görüverecekmişim ve o bana her şeyin bir şakadan ibaret olduğunu açıklayacakmış gibi bir hissim vardır."

Hikaye ilerlemeye başlayıp olaylar içinden çıkılmaz haller aldıkça okur olarak yazarın gücüne de tanık olmaya başlıyorsunuz. Zira Canıgüz gerek söyledikleri, gerekse yaptıklarıyla Alper Kamu’nun vücudunda son derece sinsi bir yetişkinin hüküm sürdüğü şüphesini karşı tarafa fazla zorlanmadan aşılayabiliyor. Haliyle tüm kitap boyunca ister istemez "Acaba bu çocukta ne var?" sorusu en az "Acaba katil kim sorusu kadar?" baskısını hissettiriyor.

Yazar olaylarla tatlı tatlı eğlendirip, düzeyli bir heyecan dalgasıyla serinletirken bir yandan da yavaş yavaş psikoloji, felsefe, siyaset, müzik, edebiyat gibi referanslarla düşüncelerimizi gıdıklayıp, genel kültürümüzü sorguya çeken bir ajan yaratıyor. Alper Kamu size de Albert Camus çağrışımı yapmıyor mu? Sonuçta Nietzsche okuyup, Chostakovitch dinleyen biraz alkolik, biraz nevrotik, azıcık da psikopat bir karakterden bahsediyoruz.

Alper Kamu her anlamda donanımlı, hazırlıklı ve garantici. İç sesi sürekli tetikte ve ona bir şeyler fısıldıyor. Ucu ona hatta ailesine de dokunan cinayet vakasını çözmeye çalışırken karşısına çıkan polis, komiser ve komiser yardımcılarını dikkatle gözlemliyor. Vahşi bir gözlem yeteneği, acımasız bir muhakeme gücü var. Alper Kamu’nun adaletin güvenceleri vesilesiyle bu kuruma da bir çift lafı var elbet:

"Adalet denen şey bir yalandan ibaretti. İnsanlar suç işledikleri için değil suç işlenmemesi gerektiği için cezalandırılıyordu. Sistem gaddarca bir caydırıcılık üstüne kurulmuştu."

Olayların profesyoneller tarafından çözülemeyeceğini anlayıp onlardan umudu kesen Alper Kamu bazen tesadüfler, çoğu zaman ise ince düşünceleri sayesinde ipuçlarını yavaş yavaş toplayarak okuru sürpriz bir finale taşıyor.

Alper Kamu Türkçe yazılmış bir Tim Burton karakterini andırıyor. Ne zaman ne yapacağını, ya da ne diyeceğini kestirmek zor. Siz hala uğraştığını düşünürken o çoktan tüm olayları çözmüş oluyor. Canıgüz bu romanda hikayeden çok karakter yaratmadaki başarısıyla dikkat çekiyor. Farklı bir yöntem izleyerek anlamları olay akışına ve içeriğe yerleştirdiği imgelere değil, doğrudan Alper Kamu’nun kişiliğine atfediyor.

Metinler arasında uçuşan pek çok soru var. Bunlardan belki de en önemlileri Alper Kamu’nun annesi ve babası arasındaki ilişkiyi gözlemleyerek yaptığı çıkarımlarla cevapladığı: "Büyümek nedir?", "Büyüyünce ne oluyor?" ve "Aile’nin önemi?" gibi sorular. Yazar bu sorular sayesinde okuruna basit muhakemeler yapma fırsatı sunuyor. Kısa ama etkili.

"Bazen merak ediyorum, hayatta kaybetmeye mahkum olduklarının farkındalar mı diye."

Alper Kamu’nun çocuk görünümlü yetişkin kimliği aracılığıyla yetişkinlik ve çocukluk arasında bocalayan, büyümek istemeyen, çocukluğuna özlem duyan çoğunluk açığa alınıyor. Alper aslında katili ararken yan karakterleri değil, okuru sorguya çekiyor.

"Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışarıdaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum."

Son dönem Çağdaş Türk Edebiyatında bolca rastladığımız klişe absürt komedilerden çok farklı bir roman Oğullar ve Rencide Ruhlar, bir tarafta cinayet çözerken, diğer tarafta aile içi dengeleri sağlamaya çalışan, sokaktaki otoritesi sarsılmasın diye duygularını özenle içine atan, babası için sistemi karşısına alan bir ‘ADAM’ın öyküsü bu. İçi dolu eli yüzü düzgün, üstelik keyifli bir okumalık arayanlara….

Gürcan Öztürk
twitter.com/gurcanozturk_

5 Eylül 2012 Çarşamba

Heyecanını yitirenlere

"Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar."

Okurken hem kahkaha atmak hem de hüzünlenmek, iyi bir yazarın kaleminden çıkan kitap vasıtasıyla olabilir ancak. Burada kurgudan çok, hikayenin karakteri bizi bir yerlere götürebilir.

Alper Kamu, 5 yaşında. Hem saf hem de filozof derinliğinde fırlama bir oğlan. Gördükleri karşısında şaşkınlığını belli etmekten çekinmiyor, üstelik bunu güzel bir yorumla bizlere sunuyor. Çaresiz kaldığı zamanlarda işi şakaya vurmayı seven ama lafı da gediğine oturtan, "benim de böyle bir oğlum olsun, yok yok olmasın" dedirtiyor Alper Kamu.

"Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum."

Alper Canıgüz'ün İletişim Yayınları'ndan Ocak 2004'te çıkan romanı Oğullar ve Rencide Ruhlar, Nisan 2012'de 12. baskısını yaptı. Çağdaş Türk Edebiyatı için alkışlanabilecek bir performans. Elbette burada okuyucunun seçimi de çok önemli. Okuyucu, iyi romanı her zaman görür ve ona hakkını verir. Gerekirse beynini de teslim eder.

Kitabın kapak tasarımından başlayıp son cümlesine kadar gittiğinizde, karambole geldiğinizi ve çok eğlendiğinizi hissedeceksiniz. Halk otobüsünde okurken çevrenize kahkahalarınızla rahatsızlık verecek, insanlar size baktığında "suçsuzum" bakışları atacaksınız. Bunların hepsini yaparken de hiç utanmayacaksınız.

"Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı."

Şimdi kemerlerinizi çıkarın ve 5 yaşında olduğunuz o yıla geri dönün. Aslında o en heyecanlı olduğunuz yaşınıza yani. Sonra heyecan denen şeyi çok nadir hissediyorsunuz çünkü...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf