Mustafa Aydoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Aydoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Haziran 2014 Çarşamba

Hem yazma hem de okuma sevinci veren bir kitap

Yazmak” genellikle kavgayla, mücadeleyle, hüzünle birlikte anılan bir uğraş. Sevinç kelimesiyle birlikte anılması pek de alışılageldik bir durum değil. İnsanların büyük bir bölümü sevinci gayrıciddi bir duygu diye algılıyor besbelli. Yazmak gibi “ciddi” bir iş onlara göre sevinçle değil kederle yapılabilir sanki. Sevincin, neşenin sığ birer duygudan ibaret olduğu fikrini kolay kolay sorgulayamayacağımızın, hele hele poetik bir yazıda telaffuz bile edemeyeceğimizin farkındayım. Ancak en uzun yolculuk bile bir ilk adımla başlar. O adımı da Mustafa Aydoğan attığı için gönül rahatlığı ile devamı adımlar atabilirim. İki şiir arasında susmayan bir şair Mustafa Aydoğan. Ancak yazıları şiirlerinin bir izahatnamesi değil. Aydoğan şiir yazma ile aynı saiklerle denemeler kaleme alıyor. Sevinç kelimesi burada önemli. Aydoğan şiiri bir iftar sevincine benzetiyor. “Şiir, acıdan doğmaz, inanıştan doğar.” diyen bir şaire de bu benzetme uygundur zaten. İyi şiirin okurla buluşmasını şairi için de okuru için de bir iftar gibi anlatır. Bir şiirin yazılmasıyla okunması esnasında var kılınan özel bir iletişimin, elektriğin ürünü olduğunu öğreniriz ondan.

Yazma Sevinci’nde yer alan yazılar altı bölümde öbeklenmiş. Poetik Sevinç, Sanatın Boyutları, Sanatçının Tutumu, Dergi, Şair ve Şiiri ve Söyleşiler üst başlıklarında yer alıyor bu bölümler ve isminden de anlaşılacağı üzere Mustafa Aydoğan ile yapılan söyleşilerden yapılmış bir seçmenin yer aldığı son bölüm haricindeki yazılarda Aydoğan’ın şiire, şaire ve genel olarak sanata ilişkin fikri mesaisini takip ediyoruz.

Aydoğan’a göre şiir yazılınca değil okununca tamamlanan ve her okumada yeniden tamamlanıyor. Bu yüzden de şiirin imkânları şairin imkânlarıyla sınırlı değil. “Şairin imkânlarıyla yüklenmiş olan şiir okurdan da bir şeyler alır. Bunu, şiirin okurda yeniden gerçekleşmesi diyebiliriz.” diyen Aydoğan’a göre bir şiiri kuşaklar boyunca yaşatan da bu imkândır. Bugün de gündemde olan şiir ölüyor mu/geri mi çekiliyor sorusuna Aydoğan 67 yıl önce de bu sorunun sorulduğunu hatırlatıp zamanın şairlerini örnek göstererek bu sorunun muhal olduğunu söylüyor ve Türk şiirinin geleceğinin metafizik duyarlılıkta olduğunu savunuyor. Metafizik şiirin ifade kanalı olarak da lirik şiiri görüyor Aydoğan. Anlık bir ürperişin, okurun ve şairin burnunun yokun burnuna değişinin ancak lirik ve metafizik bir şiirle mümkün olduğu bir şiir yazan Mustafa Aydoğan’ın şiir hakkındaki yazılarında da başka bir damarı savunması beklenemezdi elbette.

Şair ve Şiiri başlıklı bölümde sadece Mustafa Aydoğan’ı etkileyen şairler yer almıyor. Aydoğan kimi zaman vefa duygusuyla kimi zaman da kendi poetik çevçevesinin dışındaki şiiri eleştirmek için seçtiği şairlerin şiirlerini derinlemesine bir okumaya tabi tutuyor. Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Arif Ay, Asaf Halet Çelebi, Behçet Necatigil, Cahit Yeşilyurt, Cahit Zarifoğlu, Necip Fazıl, Erdem Bayazıt, İlhan Berk, İsmet Özel, Ahmet Muhip Dıranas, Ragıp Karcı, Turgut Uyar bu bölümde her biri hakkında bir yazının odaklandığı şairler. Aydoğan bu bölümde söz konusu şairler ve şiirleri hakkındaki düşüncelerini yazarken arka planda bir yandan genel olarak şiirle şairi arasındaki ilişkiyi bir yandan da kendi şiirini mümkün kılan poetik görüşlerini de kaleme almış oluyor. Böylece şiirin imkânının şairin imkânından daha fazla olduğu fikri de tecelli etmiş oluyor. Nitekim Aydoğan İbrahim Tenekeci’nin sorularını yanıtlarken sözü buraya da getirmeyi ihmal etmiyor: “Başkaları hakkında konuşmaya cüret etmenin kendimi sorgulamaya cüret etmekle aynı anlama geldiğini gördüm. Meğer başkaları benden başlıyormuş. Onların maceraları, benim şahsi maceramda bir çıkıntı, bir dipnot, bir tefsirmiş. Bunun tam tersi de sonuç veriyor. Ben, başkalarından müteşekkilmişim.” Bu bölümle ilgili söylenebilecek bir başka bahis ise sanatta benin bizden büyük olduğunu söyleyen, yani sanatın muhatabı olan bize anlam veren benin Aydoğan’ın seçtiği özne-şairler aracılığıyla berraklığa kavuştuğunu görmemiz. Yazma Sevinci’nde yer alan yazılar arasındaki bağları yakalayanlar için her yazı içinde yer alan anlamdan daha büyük bir anlama/tabloya ulaştıracaktır. Bu da Yazma Sevinci’ni bir yazılar toplamı olmaktan kurtarıp bütünlüklü bir kitap olarak görmemizi/anlamamızı sağlayacaktır.

Şiiri “şairlik” taslamadan yazması denemeleri de “yazarlık” taslamadan yazıyor. Rahat bir kalemi var. Düzyazılarında da şiirlerinde olduğu gibi alttan alta bir ritim duyuluyor. Meramını okunmaz bir dille yazmıyor Mustafa Aydoğan. Kendini okutuyor ve yine de söyleyeceklerinden taviz vermiyor. Yalın ve derinlikli bir anlatımla inşa ediyor yazdıklarını.

Zaten olması gereken de bu” dediğinizi duyar gibiyim. Olması gerekeni ciddiye alan erbabı kalem sayısı maalesef pek fazla sayılmaz. Mustafa Aydoğan olması gerekenin üzerine çıkan erbabı kalem sayısı ise çok daha az.

İşte bu yüzden “Yazma Sevinci” hem yazma hem de okuma sevinci veren bir kitap.

Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal
*Bu yazının tamamı İtibar Dergisi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.