Mesut Doğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mesut Doğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2020 Cumartesi

Sesler odasının unutulmuş olması

Kış gelir, bazı yerlere yağmur, bazı yerlere ise kar yağar. “Bir gün beyaz kanatlarıyla karlara karışıp bizi bırakacağına…” diyor Mesut Doğan, Ötüken’den çıkan, ikinci hikâye kitabında anlatıyor bize “Beyaz Melek”i. Bazıları için kaygılı bir beklemenin adıdır işte, kar.

Eskiye, geçmişe, büyüklere özlemle bakanları anlatmış hikâyesinde yazar: “Eskiden ninem söylemişti her insanın kendi yıldızı varmış. Onu yalnızca o kişi görürmüş. Yıldızını gören kişi kısa sürede o yıldızın yanına yükselirmiş. O kadar yakın ve güzel ki. Daha önce o yıldızı hiç görmedim. Sanki göğsümden çıkmış ve bana bakıyor gibiydi. O yıldız benimdi”. Şimdi ölüme kendini hazır hisseden pir-i fanilerle konuşacak kadar vakti var mı gençlerin? Hem konuşsa bile ona kulak verecek kadar yüreği zengin insanlar kalmış mıdır? Rahatlıkla zihinlerde dolanıp, cevabı kendi içinde saklı sorulara, düşüncelere sevk edebilir okuru.

Toprak Yoldan Gelen” öyküsü de kendi içinde derinlikler barındıran, Anadolu halkının ruhunu yansıtan detaylarla bezeli. “Yüzündeki o sert ve yüksek eşik, kerpiç gibi ufalanıp aşınmış, benim önden gitmemi gerektirmeyen, engelsiz bir yumuşaklığa dönüşmüştü. Dünyayı eskimiş, miadı dolmuş, çöpe atılacak bir eşya gibi poşete sıkı sıkı bağlayıp kerpiç duvarın dibine koymuştu.” Dünyayla vedalaşmasını bitirmiş, ters huyunu suyunu bırakmış, sonsuz gerçeğe evrilmiş insanların hikâyesi.

Diğer yandan anneyle görünmez göbek bağını koparamamış, babaya bağımlı, şahsiyet sahibi olamadan aile sahibi olmuş erkek-kişinin olgun eşiyle sınanması, “Çember”de, kurtuluşun inançla mümkün olduğuna dair vurguları görebileceğimiz satırlar mevcut.

Daha önce Hece Yayınları’ndan çıkan Meczupların Görevleri adlı hikâye kitabındaki romana öykünen anlatımı bu kitapta da görüyoruz. Bazı betimlemeler hayli uzun. Bir kısım hikâyelerde bazı satırlar haddinden fazla kısa ve küt olduğundan okurun savrulmasına yol açıyor. Şiirsel bir dil yakalanmaya çalışılsa da göze batan bir tekrar durumunu gözlemek mümkün. Yine de yer yer uzun ve iyi betimlemelerden nasibimizi alıyoruz. Mesela “Mavi”deki gibi: “Aramıza sokulan, her hareketimizi ve sözümüzü zahmetsizce engelleyen sisli bir boşlukta bir köpük gibi sönüveren hayallerin, hislerin ve ümidin birbirini bastıran, kar taneleri gibi çaresizce eriyen sessiz gürültüleri duyuluyordu. Ama birden durdun.

Bir de kitabın ismi bu kadar uzun ve olumsuz anlam barındırmasaydı keşke, diyerek okur görüşümü belirtmiş olayım. “Oysa ne zaman vardı ne de yolculuk” derken, yazarın ötelere sevdalı kişilerine tanıklık etmek, “Yatay bir yolculuk değil dikey bir yolculuktu. Düşüyorduk. İçimize ve suskunluğun o dipsiz uçurumuna.”. Yer yer ruhsal dalgalanmaları ile insanın içsel yolculuğuna dair betimlemeleri görmek için ve daha fazlası için kitabı hikâye meraklılarına ısrarla öneririm.

Meral Afacan Bayrak
twitter.com/tarcnckmaz

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Meczuplar, arifler neden yaşar?

Ağırlıklı olarak şiir kitapları olan yazar Mesut Doğan’ın ilk hikâye kitabı Hece Yayınları’ndan okuruna ‘merhaba’ dedi. Meczupların Görevleri adlı bu kitabın ilgi çekici, hoş bir kapağı var. Minyatürlü kapağına bakarak deneme kitabı sanabilirsiniz ilk bakışta. Fakat öyle değil. Anlatımında yeni arayışlar peşinde olmayan yazar, klasik tarzı tercih etmiş. Hikâyesini romana geçiş olarak görüyor ve bir basamağı daha tırmandığını düşünüyor. Mustafa Kutlu’nun izinde giden Doğan, hikâyelerinde farklı bir meczup tanımlaması yapmaya çalışmıyor. Bilinen tanımlar üzerinden gidiyor.

Halkın içinde meczupların hallerini anlatıyor bizlere. “Meczupların görevleri arasında; mezarlıklar müdürlüğü, protokol müdürlüğü, vaizlik, baston kırmak, emniyet müdürlüğü, valilik gibi işler yer alır.” Adsız, sansızların, kimsesizlerin koruyucuları yok mu sanıyorsunuz? İş öyle değil. Velayet makamındaki İbn Haldun’un işaret ettiği meczuplara odaklanan yazar, onların saf hallerini bize anlatıyor bu yeni kitabında: “Her mahalle, köy, ilçe ve şehrin belirli meczupları vardır. Bu meczupların hepsine bir vazife verilmiştir ve meczuplar bunlara eksiksiz uyarlar. Bazı meczuplar temizlik yaparlar, bazıları insanları uyarırlar ve bazıları da kimsesiz ama iyi olan insanların cenazelerini defneder.

Çevirdiği her kitapla aralarındaki kalın duvara bir tuğla daha ekleyen, kendisine ulaşılmasını zorlaştıran çevirmenin şairle olan iletişimsizliği üzerine yazılan hikâye, Çevirmen hikâyesi ise bize dünyaya farklı ve dikkatli bakmayı öğütlüyor. “Bu yüzden çevirmen ve şair akrabadır” derken her ikisinin de özveri ve sanat sevgisi merkezli yapıldığının altını çiziyor.

Üçü de insana hizmet veren, amme görevi yapan çöpçü, meczup ve morgçu çerçevesinde dönen hikâye farkındalığa yeni bir boyut kazandırıyor. Üç ayrı çerçeveden “Dünyaya nasıl bakmalı?” sorusuna cevap arıyor. Medcezir, Labirent, Perde ve diğerleri. Mesut Doğan’ın hikâyeleri dünya-ahiret dengesini korumayı önemseyenlerin seveceği türden hikâyeler.

Dünya matematik üzerine kurulmuştur ama hesap, kitapla anlaşılmaz.” diyen arifle meczup arası öyküde, kişisinin kirli sineleri fark etmesiyle işin rengi değişiveriyor. Ayna görevini üstleniyor meczup. Kendi haline vakıf olanlar ağlayarak, dua ederek arınmaya çalışıyor. Büyük yenilgiye ve asıl kaybedişe göndermeler yapan hikâyesi Mavi Boncuk ise insanın umudunun nasıl tükenmediğine bir kanıt gibi.

Bir röportajında “Tüketim çılgınlığı içinde birbirini tanımayan, saygı duymayan, günlük yaşayan ve sağa sola hırsla saldıran günümüz insanına bunun doğru olmadığını anlatmanın bir yolunun da toplumda meczup gibi görülen sağlam karakterlerin yaşamından kesitler sunmak olduğunu düşünerek bu temalara ve kişilere yer verdiğimi düşünüyorum.” diyen yazar, Veysel Karani’nin izinde annesini önceleyen, sözünden çıkmayan ve hep manen kazanan meczuplardan haber veriyor.

Meral Afacan Bayrak
twitter.com/tarcnckmaz